Çarşamba, Nisan 24, 2024

Surdaki gedik

Can Kaderoğlu

Türkiye’nin siyasal süreci en genel manada iki eğilim üzerinden okunmaktadır. İlki sağın ya da Siyasal İslamın ‘Anadolu Kaplanları’ kavramı etrafında şekillendirdiği tezlerini merkez-çevre kuramından istifade ederek politik dile bürokratik oligarşi ile mücadele olarak tercüme ettiği ve bütün kötülüklerinin kaynağı olarak bahsi geçen devlet yapısını işaret ettiği eğilimdir. İkinci ise daha çok solun dünyayı anlamlandırdığı ve emek-sermaye çelişkisi etrafında şekillenen, sömürü düzeni içerisindeki iki başat sınıf olan işçilerin ve kapitalistlerin siyasal alandaki mücadeleleri üzerinden anlamlanan çözümleme pratiğidir. İkisinin kesiştiği noktalar olmakla beraber birbirlerini yadsıdıkları uzlaşmaz noktalar çok daha fazladır.

Özellikle 1961 Anayasasının yarattığı toplumsal atmosferle gür şekilde ortaya çıkan işçi sınıfı hareketi; sermaye sınıfı ve devletin klikleri içerisindeki duygudaşları marifetiyle kısa sürede kriminalize edilerek sönümlendirilmiştir. 1960 ve 1980 arasındaki kısa süreli bir kesitte kendileri için bir denge unsuru olmak ihtimalinden öte, kesin bir tehdit olarak tespit ettikleri işçi sınıfı hareketini her türlü yöntemi kullanarak etkisizleştirmişlerdir. Bu, o tarihten itibaren geri dönülmez bir rota olarak kendisini göstermiştir. Ülkemiz sermaye sınıfı, adını koymak gerekirse sınıf kinini tamamen kusmuş ve denge unsuru bile olarak görmek istemediği toplumsal mücadele alanını bütünüyle daraltmıştır. Bu arada ülke ve dünya genelinde beliren neo-liberal rüzgarlar siyaset alanını şekillendirmiş ve tabir yerindeyse ‘Katı olan her şeyin buharlaştığı’ bir aşamaya gelinmiştir.

Türkiye’de çeşitli fraksiyonları olan sağ siyaset, AKP marifetiyle bütün eğilimleri kendisinde birleştirme iddiasıyla çıktığı yolculuğu, bütün eğilimleri kendisinde absorbe etmiş ve tek tipleştirmiştir. Türkiye’de uzun yıllardır egemen olan sağcı siyaset zenginliği yerini, milliyetçi, muhafazakar, mukaddesatçı, liberal bütün sağ eğilimlerin tek partide teşmil ettiği bir zemine bırakmıştır. Çok ilerde ‘bürokratik oligarşi’nin kendisi haline dönüşecek bir güçlü yönetim yapısı zuhur etmiştir. Bu durum çeşitli sebeplerle, sosyolojik olarak Türkiye’de aşılması güç bir bariyer oluşturmuştur. Özellikle ülkenin siyasal ikliminin bu sosyoloji üzerinden tahkimi, AKP’de temsil edilen iktidar bloğunun kısa erimli politikalarla geriletilmesinin güç olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

AKP, Türkiye siyasal tarihinin en uzun ve aralıksız tek başına iktidarı olmayı, bahsi geçen sosyolojiyi bir arada tutarak başarmıştır. Uzun yıllara yayılan iktidarının en büyük başarısı olarak nitelenebilecek olgulardan bir diğeri, rakiplerini hızlıca yok etmesi ya da muadillerini toplumsal tabanı nezdinde itibarsızlaştırmasıdır. Bu durum etik olmamakla beraber siyasal yöntem olarak iktidarın sıklıkla başvurduğu bir eylemdir.

AKP’li yılların ülkenin siyasal tarihinde önemli bir kırılma olarak ele alınacağı kesin fakat bir de yirmi yıla yayılan bu yönetiminde kendi içerisindeki kırılma anları vardır. Bu kırılma başlıkları da muhalefet cephesi tarafından incelikle okunmalıdır. Neredeyse kamusal yönetim alanına bir kale gibi surlar ören iktidarın, sivil alandaki yansıması kesinlikle devletteki hegemonyası kadar güçlü değildir. Bu zaaftan ötürü yönetme şekli değişmiş, topluma verecekleri doğal sınırlarını ulaştığı andan itibaren ise blokta kimi çatlaklar oluşmaya başlamıştır.

Türkiye sermaye sınıfının tüm deneyimlerinin uygulama sahası olan; emek hareketi ve tüm toplumsal muhalefet alanına topyekûn bir harekat başlatan AKP iktidarının geriletilmesi, gücünün iç çelişkileri ortaya konularak zayıflatılması ve siyasi bir bölünmeye mecbur bırakılarak Türkiye siyasi sahnesine alternatifler yaratmak ancak uzun erimli bir strateji ile gerçekleşecektir. Nitekim uzun bir süredir iktidarın ‘havuç-sopa’ tuzağına düşmeyen muhalefet cephesi günden güne güçlenmektedir. Muhalefetin amiral gemisi olan CHP’nin ise bu süreci büyük bir olgunlukla ilerletmekte ve en geniş toplumsal mutabakatın sağlanması için var gücü ve motivasyonuyla çabaladığı görülmektedir.

Siyasal kriz anları aynı anlama gelmek üzere siyasal atılım başka bir deyişle siyasal fırsat anlarıdır. Muhalefet doğru anı kollayarak uzun süredir safları genişletmektedir. Ve siyaset sadece kendi cepheni tahkim ederek değil karşı cephedeki zaaf noktalarını topluma göstererek şekillenir. Ekonomi, dış politika, pandemi, eğitim, adalet vs alanındaki eksikliklere bir de iktidarın halkın algısını eskisi gibi yönetememesi eklendiğinde yirmi yıldır örülen kale surlarındaki gedik daha net görülmektedir. Ve bu gedik iktidarın sonunu getirecek rüzgarların daha güçlü esmesine olanak tanımaktadır. Muhalefet bu olanakları doğru değerlendirmeye devam eder ve hata yapmaz ise surdaki gedik büyür ve kalenin kapıları sonuna kadar açılır. Şairin dediği gibi, o zaman rüzgarın ne yandan estiği de önemsizleşecektir.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER