Perşembe, Nisan 25, 2024

Şükür ve sabır mı, umut ve güvence mi?

Yeni Türkiye, endişeli, kaygılı ve güvencesiz toplumunun umudu ve güvencesi olmalı. Şükretme ve sabır istememeli. aksine, umut, güven ve onurlu bir yaşam kurma sözünü vermeli.

Popüler kültürden başlayalım:

Camdaki Kız, Masumlar Apartmanı, Kırmızı Oda, Doğduğun Ev Kaderindir, İstanbullu Gelin.

Türkiye’nin en fazla izlenen, reyting rekorları kıran dizilerinden örnekler.

Fakat bu dizleri izlenmek o kadar kolay değil.  Psikoloji, hatta klinik psikiyatri alanlarından geliyorlar ve çoğu gerçek olaylara dayanıyor.

Bu dizilerin çoğu, psikiyatrist ve Yazar Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun Hayata Dön, Madalyonun İçi ve Camdaki Kız gibi çok satanlar listelerinin başlarında yer alan romalarından uyarlanıyor.

Peki, niye psikolojiye özellikle toplumsal psikolojiye büyük ilgi var?

Bu ilginin kaynaklarını ve nedenlerini nasıl okumalıyız?

Önce şu önemli veriyi dikkatinize sunayım:

Ülkemizde, psikolojik destek almak isteyenlerin sayısında da rekor derecede yükseliş var.

Psikolojik sorunlarla doktora başvuraların ya da psikolojik destek alanların sayısı:

2003-2009 arası 3 milyondan 9 milyona çıkıyor.

2013-2017 arasında 9 milyon 474 binden 12 milyon 838 bine çıkıyor.

2017’den sonra da sayılardaki artış devam ediyor.

2020’de başlayan Covid-19 krizi ve son dönemde giderek artan işsizlik, yoksulluk, hayat pahallığı, yüksek kiralar, güvencesizlik gibi sorunlar ile birlikte bu durumun daha da yaygınlaşıyor.

Artık “kentli Türkiye”de yaşıyoruz.  Kentler içinde de, psikolojik destek için başvurmada, İstanbul birinci sırada, sonra İzmir ve Ankara ve Bursa geliyor.

Psikoloji alanında yapılmış dizilerin rekor düzeylerde izlenmesi ile psikolojik destek almadaki rekor yükseliş birlikte ve paralel hareket ediyor.

YÖNETEMEYEN SİSTEM-RİSK TOPLUMU

Bu noktada şu saptamaya yapabiliriz: 2000’li yıllarda, özellikle son on yılda hem kentli Türkiye hem de küreselleşen-kentleşen dünya, terörden savaşlara, işsizlikten yoksulluğa, neoliberal hegemonyadan demokrasinin krizine, iklim değişikliği ve küresel ısınmadan salgın hastalıklara çok ciddi ve etkili meydan okumalarla karşılaştı.

Bu meydan okumalar, yaşamın her alanında “belirsizlik-risk-güvensizlik” duygusunu yaygınlaştırdı, toplumsal yaşamı “risk toplumu”na dönüştürdü.

Hükümetler, uluslararası ve ulusal kurumlar bu sorunlara ve meydan okumalara çözüm bulamadılar. Toplum yönetimi düzeyinde, “yönetememe ve güven inşa edememe” sorunu derinleşti.

Yönetemeyen sistem”, “güven erozyonu”, “belirsizlik”, “yaşamsal güvensizlik”, bugünün doğasını tanımlarken en fazla kullandığımız kavramlar oldular.

Küresel ölçekte yaşanan: 11 Eylül 2001 “terörü”, 2008 “ekonomik krizi”, 2010 Arap Baharı ve sonrası yaşanan “mülteci krizi” ve “çökmüş devlet sorunu”, 2010-2020 dönemi giderek artan “küresel  ısınma krizi”, 2020 “korona pandemisi” ve Ukrayna Savaşı.

Türkiye’de son dönemde yaşanan: 2015-2016 dönemi “terör saldırları”, 15 Temmuz 2016 “başarısız darbe girişimi”, 2018’den başlayarak ciddi boyuta ulaşan “işsizlik sorunu ve enflasyon krizi” ve Gezi Davası kararları, Canan Kaftancıoğlu’na verilen ceza v.b. örnekler içinde yargı alanında yaşanan sorunlarla “hukuka, hukuk devletine ve adalete karşı artan güvensizlik”.

Tüm bu şok niteliğinde ortaya çıkan gelişmeler, yaşanan sorunları daha da karmaşık yaparken, üç önemli sonucu da yarattı:

Cumhur İttifakı, baskın ya da 2023 de yapılacak seçimler için oyun planını kurarken yıkıcı kutuplaşmadan besleniyor; muhalefeti dışlayıcı söylem ve yargı kararlarıyla sindirmek istiyor.

Birincisi; demokrasinin krizi artarken sağ populism, rekabetçi otoriterlik, illiberal demokrasi, ya da “liderlere dayalı otoriter demokrasi” diye adlandırdığımız yönetim tarzı ve anlayışı güçlendi.

İkincisi; siyasal ve toplumsal ilişkilerde “yıkıcı kutuplaşma”, “biz ve ötekiler” ve “dost-düşman” ikiliğine dayalı siyasi, toplumsal, hatta duygusal bölünme derinleşti.

Üçüncüsü; bireysel ve toplumsal yaşamda, endişe, korku, içe kapanmaya, geleceğe karşı güvensizlik duyguları yaşanmaya başlandı. Toplumun psikolojik durumlarına yapılan vurgu giderek arttı. Devlet-toplum/birey ilişkilerinde, “endişeli vatandaşlık” olgusu yaygınlaştı.

Toplumsal ve bireysel yaşamda, “endişe-kaygı-paranoya” ekseni belirleyici olmaya başladı.

Ama aynı zamanda, özellikle muhalefet aktörlerinin ciddiye alması gereken, endişeden kaygıya geçmek yerine “umut”a da gidilebileceğini öneren çalışmalar da var.

Liderlerin ve yönetici aktörlerin kapsayıcı, şeffaf ve güven inşa edici söylem ve tavırlarının, kaygıyı azaltacağını ve “endişeden umut”a geçiş için kritik rol oynayabileceğini söylüyorlar.

Kutuplaştırıcı ve ötekileştirici değil, kapsayıcı ve kucaklaycı dilin ve tavrın liderler tarafından tercih edilmesi, kaygı yerine umut duygusunun güçlenmesine katkı veriyor.

Toplumsal ve bireysel yaşamda, yıkıcı kutuplaşma yerine “toplumsal uyum” ve “birlikte yaşama” olasılığının güçlenebiliyor; endişeli-kaygılı vatandaşlık yerine, kimliklere, canlılara, doğaya, yani “yaşam”a “ötekine karşı sorumluluk” ilkesini benimseyerek yaklaşan “ahlaki benlik-erdemli vatandaşlık” anlayışı ortaya çıkabiliyor.

NE YAPILMALI?

AK Parti-MHP birlikteliğindeki “Cumhur İttifakı”, yıkıcı kutuplaşmadan, endişeli vatandaşlardan ve otoriter demokrasiden faydalanıyor.

Cumhur İttifakı, baskın ya da 2023 de yapılacak seçimler için oyun planını kurarken yıkıcı kutuplaşmadan besleniyor; muhalefeti dışlayıcı söylem ve yargı kararlarıyla sindirmek istiyor. Toplumdan da, özellikle ciddi işsizlik, yüksek enflasyon ve fahiş fiyatlar temelinde yaşanan ekonomik kriz konusunda hükümeti eleştirmemesini, itiraz etmemesini, aksine, durumuna şükretmesini ve sabır göstermesini, mükafatlanacağı geleceğini beklemesini ve liderine sadakatini azaltmamasını istiyor.

Muhalefetin sadece eleştirisi değil “yeniyi kurucu” hareket tarzı ve “Yeni Türkiye” söylemi, kurucu unsurlar olmalı.

Buna karşılık, CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, HDP, DEVA, Gelecek Partisi’nin  içinde yer aldığı “Millet İttifakı” ve muhalefet partileri, yıkıcı kutuplaşma, otoriter demokrasi ve endişeli vatandaşlara indirgenmiş toplumsal yaşam ve korku-endişe-kaygı ekseninde savrulmuş toplumsal psikoloji sorunlarını da ciddiye almak zorunda.

Muhalefetin iktidar eleştirisi, demokrasi, ekonomi, dış politika alanlarında yaşanan sorunlar kadar, toplumsal ve bireysel psikolojide yaşanan endişe-kaygı-korku-güvensizlik duygularını da içermeli. Kaygı ve endişe temelli değil, aksine umut ve güven temelli bir Türkiye kuracağını dile getirmeli.

Güvencesizlerin güvencesi olacağını söylemeli.

Korku yerine umut, risk yerine güven, kızmak/bağırmak değil eleştiri; monolog değil diyalog. İçe kapanma değil, birbirine dokunma. Kibir değil özgüven. Kutuplaşma değil birlikte yaşama. Ötekileştirme değil empati. Ve endişeli vatandaşlık değil ahlaki benlik-erdemli vatandaşlık. Muhalefetin sadece eleştirisi değil “yeniyi kurucu” hareket tarzı ve “Yeni Türkiye” söylemi, kurucu unsurlar olmalı.

Yeni Türkiye, endişeli, kaygılı ve güvencesiz toplumunun umudu ve güvencesi olmalı. Şükretme ve sabır istememeli. aksine, umut, güven ve onurlu bir yaşam kurma sözünü vermeli.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

  1. Toplumunda duyarlılığı oluşan birkaç icraata muhalefet ortak duruş etkili yöntem ile geri adım attırmayı başardığını topluma gösterebilirse muhalefet o zaman sığınılacak alternatif bir güç merkezi olduğu kanaatiyle desteklenebilir. Misal sokaktaki kabadayı mahallesindeki çocuğu dövüyorsa diğer mahalle sakinlerinden birileri o kabadayıyı durdurabiliyorsa ve o kabadayıyı eyleminin sonucu olarak bir zarara uğratabiliyorsa o çocuk o kabadayıdan korkmaz ama mahalle sakinleri kabadayının yaptığının yanlış olduğunu anlatır fakat kabadayıyı durduramamışsa o çocuk doğruyu söyleyenlere değil kabadayıya tabi olur

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI