SÖYLEŞİ | Yazarımız Murat Aksoy dış politika gündemini Aydın Sezer ile konuştu

Murat Aksoy

Dış politika her zaman olduğu gibi hareketli. Son gerilim Ukrayna’da . ABD ile Rusya ile yeniden karşı karşıya geldi. Peki Türkiye Ukrayna konusunda nerede duruyor? Bu soruyor ve dış politika serencamımızı kendisini “Serbest Siyasetçi” olarak tanımlayan Aydın Sezer ile konuştuk.

Sezer, Türkiye dış politikasında son 10 yılda çok büyük hatalar yapıldığını ifade ederek; “Bölgesindeki oyunları bozdu, yeni oyunlar kurdu. Ancak, kurduğu bu oyunlar içerisinde kendisine de bir rol ayırmayı unuttu. Bu nedenle, çok sayıda düşman biriktirdik.” dedi.

  • Yeni ABD yönetiminin Rusya’ya karşı sert bir pozisyon alacağı belli idi. Ukrayna’da yaşanan gerilimi dikkate aldığımızda; bu kadar hızlı bir gerilim bekliyor muydunuz?

Açıkçası hayır, beklemiyordum. Daha çok yeni yaptırımların gündeme geleceğini düşünüyordum. Sanırım Biden bir taraftan Rusya’yı hedef tahtasına koyarken diğer taraftan da NATO’yu hareketlendirerek konsolidasyon sağlamak istedi.

Trump döneminde büyük hasar alan transatlantik ilişkilerini onarmak ve NATO’nun beyin ölümlerinin gerçekleştiğini birkaç kez açıklayan Macron’a da mesaj verilmesi söz konusu. Belki de tüm bu nedenlerle acilen harekete geçmesi gerektiğini düşündü.

  • Bu gerilimde Türkiye’nin pozisyonu ne olur, dahası pozisyon almak zor mu, kolay mı?

Zor, hem de çok zor. Bugüne kadar basına yansıyan, açık kaynaklara yansıyan bilgilerden Türkiye’nin Ukrayna yanında yer aldığı düşünülebilir. Bu konu aslında Türkiye’nin somut dış politika sorunları karşısında aldığı günü birlik tavırlarla da açıklanabilir. Ben Türkiye’nin bu krizde bugüne kadar kararlı bir tutum sergilediği kanaatinde değilim.

Zira, Türkiye öyle bir ülke ki, hem Kırım’ın ilhakına karşı hem de Batı’nın bu nedenle Rusya’ya uyguladığı ambargoya karşı. Buna denge politikası da denilebilir. Eleştirmiyorum. Ancak, bu tutumunu kararlılıkla sürdürmesi gerekir. Komşularından birisi lehine tavır koyması hele de bunu NATO ve Batı ittifakı ile ilişkileri düzeltme pahasına yapacak olması, beka sorunu yaratabilir.

Aslında durumumuzu bir tweetle şöyle özetlemek de mümkün.  “S-400 satın aldığımız ülke ile SİHA sattığımız ülke arasındaki gerilimde, üyesi olduğumuz NATO ittifakı yükümlülüklerimiz çerçevesinde tavır almamız beklenirken, müttefikimiz ABD’nin CAATSA ve F35 yaptırımlarına muhatap bir ülke olarak, AB’nin baskısıyla Doğu Akdeniz’de çekiliyoruz.”

ÇOK SAYIDA DÜŞMAN BİRİKTİRDİK

  • Türkiye, Batı/ABD ile Rusya arasında bir tercih yapmak durumunda mı yoksa zorunda mı?

Tercih konusunda Türkiye köprüden önceki son çıkışı geçti.  Zorunda kalıyor. Ayrıca, zorunda kalıyor olması, Türkiye’nin güvenilir bir  “güvenilir ortak” olabilmesi koşuluna da bağlı. ABD ve Batı ile ilişkiler bir tarafa, bugün Türk – Rus ilişkilerinin bir numaralı sorunu da “güvenilirlik”le ilgili.

Türkiye dış politikasında son 10 yılda çok büyük hatalar yaptı. Bölgesindeki oyunları bozdu, yeni oyunlar kurdu. Ancak, kurduğu bu oyunlar içerisinde kendisine de bir rol ayırmayı unuttu. Bu nedenle, çok sayıda düşman biriktirdik.

  • Peki, Rusya için Türkiye ne anlama geliyor?

Yakındaki uzak komşu. İktisadi temelde mükemmel bir karşılıklı bağımlılık örneği. Tarihsel süreçte rekabet ve işbirliği ikileminden kurtarılamamış bir ilişki biçimi. Son 10 yıla kadar, devletler arası ilişkinin, karşılıklı güven ve milli çıkarlara saygı temelinde kurumsal hafızalarla şekillendirildiği ancak şimdi sadece liderler arası ilişkiler çerçevesinde, kişisel gayretlerle yürütülmeye çalışılan, gündelik politikaları önceleyen bir ilişki biçimi.

İşin daha kötüsü, bu ilişki modelinde de, Rusya devlet aklını ve kurumsal hafızayı hem kullanıyor hem de önceliyor. Putin’in, SSCB’den miras o muazzam devlet aygıtının ekran yüzü olduğunu fark edemeyen bir bakış açısıyla ilişkilerimizi sürdürme gayretindeyiz.

  • Türkiye devlet aklını ve hafızasını kullanmıyor mu?

Türkiye’de sadece devlet aklı ve hafızası değil, koskoca dışişleri bakanlığı bile kullanılımıyor. Dış politkada çok başlılık ve koordinasyon eksikliği var. Aynı konuda farklı açıklamalar duyabiliyoruz.

  • Rusya son olarak uçuşların yasaklanması gündeme geldi. Bu sağlık nedeniyle mi yoksa siyasi bir mesajı olan bir gündemi mi?

Yasaklama henüz netleşmedi. Ancak, bu yönde spekülasyonlar yapılıyor. Her iki neden de olabilir. Zelenski ziyareti öncesi bu tartışmaların yapılıyor olması akla ilk olarak siyasi neden olabileceğini getiriyor. Türkiye’nin tam kapanma konusunda atacağı adımlar, Rusya’daki süreci de hızlandırabilir.

TÜRKİYE AB’NİN USLU ÇOCUĞU

  • İsterseniz biraz da Doğu Akdeniz’i konuşalım. Son durumumuz nedir orada?

2020 Kasım ayında yapılan Avrupa Birliği liderler zirvesinden bu tarafa, Türkiye Doğu Akdeniz’de uslu çocuk rolünü oynuyor. Avrupa Birliği bu durum tespitini her defasında yaparak hem Türkiye’yi övüyor hem de gelişmelerden memnuniyetini açıklıyor. Oruç Reis’in Antalya Körfezi’ne hapsedilmesi, Kıbrıs açıklarındaki faaliyetlerin sonlandırılması ama en önemlisi, Yunanistan – Mısır Anlaşmasından sonra 28 derece boylamın batısını unutmuş olmamız son durumumuzu net bir şekilde gözler önüne seriyor.

  • Son dönemde en çok tartışılan konu Montrö Anlaşması. Bu anlaşma Türkiye için ne anlama geliyor?

Öncelikle Türkiye 1936 yılında hem Boğazların yönetimini Lozan’da kurulan Komisyondan devraldı, hem de askersizleştirme şartını ortadan kaldırdı. Boğazlar üzerinde tam egemenlik sağladı.

Montrö anlaşması, Türkiye için “güvenlik” anlamına da geliyor. Özelikle savaş gemilerinin geçişine ilişkin sınırlamalar büyük önem arz ediyor. “Savaş esnasında” ya da “savaş tehlikesi tehdidi” altında geçiş inisiyatifini tamamen Türkiye’ye bırakıyor. Türkiye savaşan taraflardan birisi ise Boğazların geçiş kontrolü zaten tamamen Türkiye’de.

Montrö anlaşması sadece Türkiye’nin değil Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin güvenliklerinin de Türkiye tarafından sağlanmasını getiriyor.

  • Siyasi iktidarın bir Cumhurbaşkanı karar ya da kararnamesi ile bu anlaşmadan çıkabilir mi?

Yerine konacak düzenlemenin (sözleşmenin) Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin rızasıyla, onayıyla hazırlanması durumunda elbette mümkün. Ancak, diplomatik temas yapılmaksızın veya tek taraflı bildirimle sözleşmenin yürürlükten kaldırılması temel hukuk prensiplerine ve doğal su yolundan yaralanma konusunda tartışmasız hak sahibi olan kıyıdaş ülkelerin hak ve menfaatlerine ters düşebileceğinden mutlaka tartışmayı da beraberinde getirecektir. Özelikle savaş gemilerinin serbestçe geçişlerine yönelik tek taraflı bir uygulama kıyıdaş ülkelerce kabul edilmeyecektir.

Ben, Türkiye’nin bu yönde, tek taraflı bir adım atacağını, atabileceğini düşünmüyorum. Dahası cesaret edemeyeceğini düşünüyorum.

KANAL İSTANBUL BİR RANT PROJESİDİR

  • Montrö ile anılan bir konu da Kanal İstanbul. Kanal İstanbul Montrö’yü aşmak için ABD/Batı’nın bir projesi mi?

Kanal İstanbul’un Montrö’yü aşabilmek için hazırlanan bir proje olduğunu düşünmüyorum. Bu proje, ABD veya Batı’dan ziyade Çin ve Katar sermeyesi ile Türkiye’de rant yaratılmasının önünü açan bir projedir. İktisadi açıdan yapılabilirliği dahi tartışmalı olan bu projenin, kamuoyuna satılması sırasında Montrö ve kanaldan gelir elde edilebilmesi konuları da işlenmektedir. Tartışma rant beklentisini perdelemek amacıyla yapılmaktadır. Bir algı operasyonudur.

Zira, Montrö Boğazları kapsar, sadece İstanbul Boğazını kapsamaz.

Bugün, Rusya – Ukrayna gerginliği üzerinden Montrö tartışmalarının yürütülmesi tesadüfü değildir. Bu tartışma güya Türkiye’nin egemenliği üzerinden Boğazların ve dolayısıyla Kanal İstanbul’un tartışmasın alt yapısının hazırlanmasıdır. Bugün boğazların geçiş rejiminin düzenlemesi başta Türkiye olmak üzere sadece kıyıdaş devletleri ilgilendirir. Aksi durumda, yani ABD ve Batı telkiniyle bu açılım yapılıyorsa, bu beraberinde Türkiye için beka sorununu da gündeme getirebilir.

  • Kanal İstanbul Batıyla barışmanın bir maliyeti mi?

Bence hayır. Batı’nın doğrudan bu konuyla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Batının öncelikleri ve Türkiye’den beklentileri çok farklıdır. Bu, batının belki de talep listesinin son sırasındadır. Türkiye’deki güncel tartışmalara konu ediliyor olması sadece iç politikayla ilgilidir.

  • Montrö konusunda emekli askerlerin açıklaması/bildirisini nasıl okudunuz?

Öncelikle çok şaşırdığımı belirteyim. Zira, açıklamaya katılanlar arasında, AKP’nin ideolojik temelli dış politikasına yakıt sağlayan çok sayıda amiral var. Hatta, bu açıdan simge olmuş isimler de var. Diğer taraftan, AKP’nin ideolojik temelli dış politikasını başından beri eleştiren, bu konudaki duruşlarını hiç bozmayan saygın amiraller de var.

Hayli heterojen bir grup…

Ben böylesine farklı siyasi yaklaşımları olan kişilerin bir araya gelmelerine çok şaşırdım. “Ortak kaygı ve milli mesele veya devlet politikası” kavramları doğrultusunda yan yana geldikleri iddia edilebilir ancak, ben buna katılmıyorum. Zira, yürütülen tartışma son derece suni ve tamamen iç politika odaklı. Yine de, AKP’nin ideolojik temelli dış politikasına yakıt sağlayan amirallerin bu yönde hassasiyet göstermesi çok önemli bir gelişme, Türkiye’nin milli menfaatleri açısından.

Diğer yandan, bir üniversitenin denizcilikle ilgili kürsüsünün danışma kurul listesinden imzacı amirallerin isimlerin gece yarısı çıkartılması da anlaşılacağı üzere, konu artık resmen AKP destekçiliğiyle özdeş haline gelmiştir.

  • Türkiye’nin S-400’ler nedeniyle F-35 projesinde çıkarıldı. F-35 Projesine dönüş mümkün mü? Mümkünse bu nasıl olacak?

Değil. Maalesef. Türkiye S400’lerden geri adım atsa bile, F35 projesine dönüş garantisi olmayacak. Uzun bir süreç gerekecek.

  • Son olarak muhalefet genel olarak dış politikada tutumunu nasıl buluyorsunuz?

Muhalefetin tutumu, iktidarla milliyetçilik yarıştırma temelinde gelişiyor. Bu arada muhalefet partilerinde donanımlı ve dış politka konusunda alternatifler üretebilen nitelikli kadrolar olmasına rağmen, konu genel başkan seviyesinde farklı bir hal alıyor. Mesela ana muhalefet partisi içerisindeki ulusolcu ve Avrasyacı kişilerin sayısının, Türkiye ortalamasının üzerinde olduğunu düşünüyorum.

AVRASYACILIK SÖYLEMİ AKP’YE YARIYOR

  • Türkiye’de yükselen ideolojik bir Avrasyacılık mıdır?

Hayır, değildir. Ben bu kesimlerin Avrasyacılıktan ne anladıkları konusunda da bir fikre sahip değilim. Dugin tarzı saçma sapan, temelinde Rus milliyetçiliği yatan bir garip ideolojinin peşindeler. Buna ideoloji denilir mi ayrıca, ondan da emin de değilim.

Bu kesimlerin aynı zamanda Kemalist ve Atatürkçü şapkalarını da kullanarak, Avrasyacılık yapmaları, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tam  Bağımsız Türkiye” vurgusuna da ters düşüyor. Emperyalizm kavramının ne anlama geldiği konusunda bilgi sahibi olduklarını da düşünmüyorum. Sonuçta her yol AKP’nin ideolojik temelli dış politikasına yakıt sağlamaya çıkıyor.