SÖYLEŞİ | Murat Kubilay ile Türkiye Ekonomisi -3: ‘İçinde bulunduğumuz kriz sadece ekonomi yönetimi ile çözülemez, bütün politikaların baştan sona tekrardan kurgulanması gerekiyor’

İktisatçı ve finans uzmanı Dr. Murat Kubilay ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden bu zamana ekonomiyi ele aldığımızı söyleşinin üçüncü ve son bölümünde ekonominin geleceğine dair konuştuk.

SÖYLEŞİ | Murat Kubilay ile Türkiye Ekonomisi -1: ‘Merkez Bankası, kanuna aykırı bir şekilde birinci hedefi olan fiyat istikrarını uygulamıyor’

SÖYLEŞİ | Murat Kubilay ile Türkiye Ekonomisi –2 : ‘Finansal istikrarsızlık ihtimali hala devam ediyor’

Kubilay “Merkez Bankası’nın faizleri artırmasının tek sağlayacağı şey finansal istikrardır. Yani yangının daha da büyümesini engelleyebilir. Fakat yıkım o kadar büyük ki ve uzun yıllardan beri bu yapıldığı için diğer göstergelerdeki iyileşmeler çok uzun yıllar çok daha radikal ve kararlı politikalarla gerçekleşebilir” diyerek, içinde bulunduğumuz krizin sadece ekonomi politikaları ile çözülecek bir durum olmadığını, bütün politikaların baştan sona tekrardan kurgulanması gerektiğini de belirtti.

  • Kur seviyelerinin rekorlar kırarak yükselmesi karşısında Merkez Bankası’nın hamlelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Merkez Bankası’nın bu durum karşısında yapabileceği şeyler nelerdir?

Son dönemde Merkez Bankası’nın politikalarında da bir normalleşme yaşadığını biliyoruz. Faiz politikasında bir sadeleşme, yukarı doğru bir artış söz konusu. Merkez Bankası’nın fiili faiz dediğimiz ağırlıklı ortalama fonlama maliyetini yüzde 7,34’den 12,60’a çıkardığı, yaklaşık 3 ayda yüzde 5 kadar arttırdığı da aşikar. Fakat itibar kaybı, güven kaybı ve politikaların sürdürülebilirliğine dair şüpheler ile birlikte beklenilen sonuçlar gerçekleşemedi. Bunların etkisinin olmadığını da söylememek lazım. Çünkü bunlar yapılmasaydı dolar kuru için astronomik rakamlardan konuşabilirdik. Dolayısıyla bu politikalar dolar kurunun tamamıyla zapt edilmesini sağlamasa da daha yukarı gitmesini yavaşlatmış oldu ve hükümete zaman kazandırdı. Ancak çok fazla zamanın olmadığını, normalleşmeye tam manasıyla dönmesi gerektiğini, en fazla yıl başına kadar bir sürenin olduğunu da belirtmem gerekiyor.

Eylül sonundaki Merkez Bankasının Para Piyasası Kurulu toplantısıyla bir şey ortaya konmuş oldu; hükümetin elinde Ortodoks olmayan yani alışılmışın dışında politik araçların pek kalmadığı itiraf edilmiş oldu. Elinizde fazla silah kalmadığı için de herkes bir kur atağı, artışı bekliyordu. Fakat Merkez Bankası bunu bildiği için de sürpriz yaparak geri adım atmaya başladı. Tabii bu adım yeterli olmadığı ve bugüne kadar da çok kişiyi yanılttığı için beklenilen sonucu vermese de en azından kur artışını ötelemiş ve hükümete zaman kazandırmış oldu. Merkez Bankası’nın faiz artırımları sonucunda kredi faizlerinde de artış olacak ve ekonomik aktivite canlanmakta zorlanacak. Bu da daha fazla işsizlik olarak geri dönecek. Büyüme de azalmış olacak. Yani bir sihirli değnek yok. Döviz kurundaki finansal istikrarı sağlayabilirsiniz fakat böyle bir sıkıntı çekersiniz. Bu noktada hükümet de bunu bildiği için ve geçmişten bugüne kadar anketlere odaklanan, seçim odaklı bir politika anlayışı olduğu için kolay kolay bu kadar marjinal faiz artırımlarına giderek döviz kurundaki istikrarı çok kolay bir şekilde sağlaması pek ihtimal içerisinde değil. Yine büyümeci politikaları tercih edecektir. Çünkü demokrasinin kılıcı gibi seçimler her zaman onlar için duruyor. Ancak elde hiç silah kalmadığını belirtmek gerekiyor ve Merkez Bankası’nın döviz ve altın rezervleri swaplar düşürüldükten ve yükümlülükler çıkarıldıktan sonra eksi 46 milyar dolar gibi akıl mantık almayacak bir noktada. Bu sefer finansal istikrarı sağlamak için yüklü bir faiz artırımı yapmaları gerekiyor. Fakat ben hala o noktada olduklarına pek emin değilim. Yine de Merkez Bankası’nın bazı zamanlarda beklenmedik olumlu ve olumsuz kararları olduğu için çok net konuşmamak lazım diye düşünüyorum.

Ayrıca Merkez Bankası’nın kalıcı bir şekilde faizleri yükseltmesini ve orada bekletmesini, yatırımcılarla tam manasıyla bir barış anlaşması imzalamasını çok gerçekçi bulmuyorum. Eylül ayından itibaren bir ateşkes denemesi oldu. Kısmen de işe yaradı. Döviz kuru çok başka yerlere gidecekken zapt edilmiş oldu. Ardından TCMB’nin Ekim ayı toplantısı ekonomi yönetiminin riskleri hala küçümsediği ve normalleşmede tereddüt ettiğini gösterdi. Geçici ateşkes düşündüğümüzden de kırılgan hale geldi. Eninde sonunda yabancı yatırımcıların talepleri tamamen karşılanamayacağı için Türkiye’nin yeniden bir finansal istikrarsızlık yaşama ihtimali yüksek görünüyor.

  • AKP ekonomide meşruiyetini ‘büyüme’ üzerinden kuruyor ve büyüme politikasının terk edilmesi AKP için bir meşruiyet krizi doğurabilir. Bu bağlamda büyüme politikasının terk edilmesi kararı AKP’nin rahatlıkla alabileceği bir karar mı?

Para ve maliye politikalarını uygulayarak kısa vadede sonuçlar alabiliyorsunuz. Orta vadede bunun yan etkileri de ortaya çıkıyor. Aldığımız artılarla yaşadığımız eksiler birbirini az çok dengeliyor. Uzun vadede hiçbir etkisi kalmıyor. Hatta finansal istikrarsızlığının etkisi daha büyük olduğu için olumsuza geçiyorsunuz. Biz bu ilaçları sonuna kadar kullandık. Bünyeye verilen olağanüstü ilaçlarla bünye bunu yaşamış durumda. Dolayısıyla her ne kadar büyümeci politikalarla iktidarını sürdürmek, meşruiyetini sağlamak istese de eninde sonunda son sınırlara çok yaklaştığımız için istedikleri gibi uygulama yapamıyorlar.

  • ABD Başkanlık seçimlerinin Türkiye ekonomisine yansımaları nasıl ve ne düzeyde olur?

ABD seçimleri bütün dünya için önemli olduğu kadar Türkiye için de önemli ve anketlerde Biden önde. Biden bazı politikaların normalleşmesini sağlayacak. Fakat bu Türkiye için anormalleşme şeklinde olabilir. S-400 ve Halkbank davasından ötürü Türkiye’ye yaptırımlar var ve bu konuda ABD kongresinin iki kanadı da Türkiye’ye yaptırımdan yanaydı. Hatta Demokratlar ve Cumhuriyetçiler bunu beraber savunuyorlardı. Yaptırımları Trump durdurmuştu. Geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan aşırı küstah mektubunda bunun aslında başka yollarla, başka çıkarlar çerçevesinde çözülmüş olabileceği imasını da ortaya koyu. Fakat bu iki mesele de çözülmedi. Türkiye’nin Biden döneminde yaptırımlarla karşılaşıp karşılaşmayacağını bilemiyoruz. Belki hükümetin başka pazarlık yöntemleri de olabilir. Fakat şunu biliyoruz ki Biden daha gelenekselci bir politika izliyor. Yani kongrede ve diğer partilerde bu kadar yaptırım talebi varken bunun önüne engel koymayı tercih etmeyecektir.
Diğer taraftan da Biden’ın küresel piyasalar için olumlu tarafları olabilir ve Türkiye bu durumdan da faydalanabilir. Daha olağan bir dünyaya söz konusu olabilir ve dünyada bir rahatlama gerçekleşebilir. Örneğin ABD-Çin ticaret savaşları yavaşlayabilir, normalleşme riskleri azaltabilir. Bu anlamda olumlu tarafını da görebiliriz. Tabii Biden Türkiye ile kesinlikle çatışacak diye bir durum da yok. Obama’nın başkanlık döneminde başkan yardımcısı olan Biden ile Türkiye çalışabilmişti. Yani bunu da tamamen siyah beyaz olarak görmemek gerekiyor.

Son olarak, seçim Kasımda olsa bile posta ile gelen oylar ve yakın sonuçlar neticesinde sürecin uzayacağını ve kazanan başkanın Ocak ayında göreve başlayacağını da unutmamak lazım. Yeni başkanın göreve başladıktan sonra gündeminde en başta bu konunun olmayacağını da düşünmek gerekiyor. Ancak tersi bir argüman olarak bu esnada finansal piyasaların da çok beklemeyip birçok şeyi önceden fiyatlayacağını da düşünmek gerek. Elbette ki olası yaptırımların riski belli bir derecede ortada ve fiyatlara yansımış durumda. Halk Bankası’nın 6-7 yıldır fiyatı çok daha aşağıda kalıyorsa bunun elbette ki yaptırımlarla ilgisi var. Fakat tamamıyla bütün kötü beklentilerin mevcut fiyatlar içerisine girdiğine de düşünmüyorum.

  • Karadeniz’de bulunan gaz Türkiye’nin dışa bağımlılığını nasıl etkiler?

Gaz rezervinin miktarı, nasıl çıkarılacağına dair şeyler enerji uzmanlığı kısmı. Hükümetin tabii ki bu zamana kadar çok sayıda popülist tercihlerinden ötürü itibar kaybı oluştuğu için bulunan rezervlerin inandırıcılığı bir soru işareti yaratıyor. Ayrıca bu paranın bozuk rejimin finansmanına gitmesi gibi bir durum var. Fakat bu teknik kısımları bir kenara bırakıp sadece bir makro ekonomi alanında değerlendirirsek bu rezervlerin çıkarılması zaten asgari 3 yıl alacak. Dolayısıyla Türkiye’nin döviz tasarrufunu yapması çok daha fazla zaman alacak. İkinci olarak da bahsedilen rakamlar, -rezervlerin döviz karşılığından bahsediyorum- gerçekçi olmayabilir. Çünkü petrol ve doğalgaz piyasalarındaki fiyat artışları kalıcı bir şekilde pandemi etkisiyle düşmüş olabilir. Dolayısıyla düşündüğümüz kadar ileride bu konuda harcama yapmayabiliriz ve buna bağlı olarak da tasarruf etmeyebiliriz. Bunun dışında Türkiye’nin çıkarım yeterliliği de belli değil. Hem sert bir dış politika izleyip, hem bunu çıkartayım hem döviz tasarrufu yapayım derken aslında o teknolojiyi almamız gereken şirketle çalışamama durumu gerçekleşebilir. Bunu gerçekten başaramayabiliriz.
Tabii ki teknik olarak rezervlerin bulunması olumludur. Gerçekten de makul bir zamanda çıkarılabilirse tasarrufa yol açar. Fakat hükümetin itibar kaybını da göz önünde bulundurduğumuzda ve bunun için de zamana ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüzde şimdiden bir rahatlama yaşatması çok zor.

  • Türkiye içinde bulunduğu krizden çıkış için ne yapabilir? Bu kriz mevcut araç ve yöntemlerle atlatılabilecek bir kriz mi?

Türkiye’de şu an yapılabilecek, bahsedilen şeyler olarak hükümetin daha ölçülü harcaması, kredilerdeki büyümenin yavaşlatılması veya Merkez Bankası’nın faizleri artırmasının tek sağlayacağı şey finansal istikrardır. Yani yangının daha da büyümesini engelleyebilir. Fakat yıkım o kadar büyük ki ve uzun yıllardan beri bu yapıldığı için diğer göstergelerdeki iyileşmeler çok uzun yıllar çok daha radikal ve kararlı politikalarla gerçekleşebilir. Örneğin; sizin eğitim politikanız kötü ise istihdamınız da kötü olur. Katma değerli üretiminiz de, dış ticaretiniz de kötü olur. Veya sizin dış politikanız kötü ise sizin askeri harcamalarınız da fazla olur ve bu bütçeye de olumsuz yansır. Yani bunların hepsi bir zincir halindedir. Dolayısıyla sadece ekonomi politikaları ile çözülecek bir durum değil. Bütün politikaların baştan sona tekrardan kurgulanması, Türkiye’nin ekonomik gerçeklikleri ölçüsünde olması gerekiyor. Ve tabii ki pandeminin yarattığı da özel bir durum var. Pandeminin de makul bir süre içerisinde tedavi veya aşı bulunarak geride bırakılması gerekiyor. Aksi takdirde Türkiye ekonomisi Mayıs geldiğinde turizm sezonunu bir sene daha açamazsa o zaman çok büyük sıkıntı çeker. İkinci bir yıl 25-30 milyar dolarlık kaybı maalesef Türkiye ekonomisi kaldıramaz.