SÖYLEŞİ | Bülent Özmen: Geçen haftaki deprem İstanbul’un düşünüldüğünden daha kırılgan olduğunu gösterdi

Serkan Üstün

Gazi Üniversitesi Deprem Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Doç. Dr. Bülent Özmen’le geçtiğimiz hafta İstanbul Marmara Denizi’nin Silivri açıklarında meydana gelen depremin ardından İstanbul’daki durumu, alınması gereken bireysel ve idari önlemleri ve kamuoyunda tartışılan toplanma alanları ve yapı stoku tartışmalarını konuştuk.

İstanbul’da 7 ve üzerinde bir deprem olma olasılığı konusunda bu alanda çalışan bilim insanlarının tamamına yakınının hemfikir olduğunu dile getiren Özmen, yerel yönetimin, merkezi yönetimin ve vatandaşların buna karşı aldığı önlemleri süratle geliştirmesi gerektiğini ifade ediyor.

Vatandaşların deprem anı ve sonrasına ilişkin yapabileceklerini de paylaşan Özmen aynı zamanda geçtiğimiz hafta yaşanan depremin ardından meydana gelen hasarların İstanbul’daki yapı stokunun deprem açısından güvenli olmadığını bir kez daha gösterdiğini ifade ederek kentsel dönüşüm çalışmalarının hızlanması gerektiğini belirtti.

  • Büyük İstanbul depreminden başlayalım. İstanbul’da geçtiğimiz hafta ciddi bir deprem yaşadık. İnsanlarda da haliyle ciddi bir endişe meydana geldi. Bilim insanları tarih veremiyorlar ama 7.0’ın üstünde bir İstanbul depreminin olacağı konusunda genelde hemfikirler. Siz bu yer hareketlerine baktığınızda neler söylersiniz?

Geçen hafta meydana gelen depremler Türkiye’nin gündemine oturdu. Hem nüfus açısından hem ekonomiye katkısı açısından hem de medyanın orada yer alması nedeniyle bu depremler Türkiye genelinde ciddi bir ses getirdi. Marmara Denizi’nde yapılan çalışmaların tamamına yakınına baktığımızda bu konuda çalışma yapan bilim insanlarının hemen hemen hepsi Marmara Denizi’nde 7’nin üzerinde deprem olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu söylüyorlar. Tarihi bilinmese bile önümüzdeki aylarda, yıllarda 7’nin üzerinde bir deprem olma ihtimali oldukça yüksek. Çok önemli bir uyarıcı deprem olarak gördüğümüz 5.8’lik Silivri – İstanbul depremin ardından yapılması gereken salim bir kafayla, siyasi ön yargılardan kurtularak gördüğümüz aksaklıkları, eksiklikleri süratli bir şekilde tespit etmek ve başta İstanbul olmak üzere Türkiye’yi depreme hazır hale getirmek.

  • Kent yönetimin ve merkezi yönetimin depreme ve sonrasına ilişkin planlama konusunda hazır olup olmadığı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye özellikle deprem risklerinin azaltılması konusunda yeterli düzeye gelemedi. Her ne kadar tersi söylense de çalışmalar müdahale odaklı yani deprem sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara odaklı yürüyor. Müdahale konusunda da iyi bir noktaya geldiğimiz söylenebilir. Aslında asıl yapılması gereken deprem öncesi çalışmalar yani deprem risklerinin azaltılmasına yönelik olarak yapılması gereken çalışmalar. Fakat Marmara Denizi’nde meydana gelen 5.8 büyüklüğündeki deprem ve bunun neticesinde doğan hasarlar bir kez daha deprem risklerinin azaltılması konusunda yeterli seviyeye gelmediğimizi bize tüm çıplaklığı ile gösterdi.

Bu konularla ilgili yapılması gereken en önemli şey olaya bütüncül bakmak. Günü birlik ya da kısa vadeli çözümlerle değil, olayın bütün paydaşlarını bir araya getirerek bütüncül bir yapı ile sorunları ve çözümleri ortaya çıkarıp bir seferberlik şeklinde bu işlerin üzerine gitmek lazım. Bizim her şeyi devletten bekleyen bir yapımız var. Her şeyi devletten bekleyen anlayıştan da kurtulmamız gerekir. Aslında deprem risklerinin azaltılması konusunda hem merkezi yönetime hem yerel yönetime hem de halka düşen önemli görevler var. Ancak bu üç bileşen bir koordinasyon içinde ve eşgüdüm halinde çalışırsa, biz de tıpkı Japonya ve Şili gibi ülkemizi depremlere dayanıklı hale getirebiliriz. Bunun için bütüncül bir plan dahilinde çalışmaların yürütülmesi lazım. Bunu yapmazsak ve geçici, günübirlik çözümler üretmeye kalkarsak kimisine kentsel dönüşüm, kimisine kurumsal yapılanma çalışması, kimisine eğitim çalışması, kimisine de mevzuat çalışması daha önemli gelir. Halbuki bunların hepsinin kendi içinde önemi var. Ancak bunları bölük pürçük birbirinden kopuk bir şekilde yaparsanız başarı şansınız azalır. Bu çalışmaların hepsinin bir bütünlük içinde yapılması lazım. 2004 yılında bir deprem şûrası yapıldı. Burada bir sürü kararlar alındı ama bunların bir çoğu hayata geçirilemedi. Daha sonra 2009 yılında kurulan Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı (AFAD) tarafından 2012 yılında ‘Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’ hazırlandı. Bu kapsamda da pek çok kamu kuruluşuna görevler verildi. Bu plan da 2023 yılında bitecek. Bugün geldiğimiz noktada, Marmara Denizi’nde meydana gelen depremler İstanbul’un düşünüldüğünden çok daha kırılgan ve sorunlarının çok fazla olduğunu bize gösterdi. Çünkü 5.8 büyüklüğündeki bu deprem denizin içinde en yakın yerleşim yerine yaklaşık 20 km uzaklıkta oldu. Aslında depremin yıkım gücünün karada gerçekleşen bir depreme göre daha az olması beklenirdi. AFAD tarafından yapılan kayıtlara baktığımızda da maksimum yer ivmesinin 85-90 gal civarında olduğu görülüyor. Dolayısıyla o büyüklükteki ve en yakın yerleşim yerine yaklaşık 20 km uzaklıkta gerçekleşen ve depremin episantırına en yakın istasyondan ölçülen maksimum yer ivmesinin 85-90 gal olarak ölçüldüğü bir depremin binalarda hasara neden olmaması gerekirdi. Ancak beklenenin aksine hasar durumuna bakınca 29 okulda ve bir hastanede hasar olduğunu, bir caminin minaresinin yıkıldığını, bir çok konutunda değişik oranlarda hasara uğradığı görülüyor. Bütün bunlar bize İstanbul’daki yapı stokunun deprem açısından güvenli olmadığını bir kez daha göstermiş oldu.

  •  Bunu güvenli hale getirmek için neler yapılmalı?

Her şeyden önce İstanbul’daki durumu tüm çıplaklığı ve gerçekliği ile ortaya koymak lazım. Yapı stokunun ne kadar olduğuna dair bir bilgi yok elimizde.  Yani kaçı betonarme, kaçı yığma, kaçı kagir, kaçı ahşap, bunlar kaç katlı, yapım yılları ne? Çok sağlıklı ve detaylı yapı envanterinin ve bunların üzerinde durduğu zemin özelliklerinin ortaya çıkartılması lazım. Zemin ve bina özelliklerinin ortaya çıkartılmasının ardından hızlı bir şekilde riskli bina ve riskli zemin ve alanların belirlenmesi gerekir. Öncelik sırası dahilinde en riskli ve en önemli bina ve yerlerden başlanarak güçlendirme çalışmalarının yapılması gerekiyor. Depremle mücadele aslında yerelden başlar. Bu nedenle yerel yönetimlere deprem risklerinin azaltılması konusunda çok daha fazla görev ve yetkinin verilmesi gerekir. Tüm paydaşların çalışmalara katılması, ortak akılla kararlarının alınması ve alınan kararların tavizsiz bir şekilde bir plan dahilinde hayata geçirilmesi gerekir.

  • Depremden en az zarar görmek için vatandaşların neler yapması lazım?

Bu noktada eğitim konusu çok önemli. İlgili kamu kurumları, üniversiteler ve STK’lar tarafından çok sayıda eğitim yapılıyor. Ancak depremde bunların yeterli olmadığı ortaya çıktı. Pek çok vatandaş deprem anında panikledi, ne yapacağını bilemedi, korkuya kapıldı. Doğru davranış şekli gösteremediği için 43 vatandaşımız yaralandı. Deprem anında ve sonrasında ne yapılacağını herkesin bilmesi lazım. Özellikle her ailenin kendi deprem planını yapması gerekli. Bu plan nedir? Evindeyken deprem sırasında ve sonrasında neler yapman gerektiğinin önceden saptanmasıdır aslında. Evin en güvenli yeri neresidir? Deprem olduğu anda nerede ve nasıl saklanmalıyım? Deprem sonrasında neler yapmalıyım? Bunların tespit edilmesi ve tatbik edilmesi gerekir. Tatbikatı ne kadar çok yaparsanız o kadar tecrübe edinirsiniz ve panik halinde iken en doğru davranışı gösterme olasılığınız oldukça yükselir böylece. Evinizde devrilince size zarar verme ihtimali olan eşyalar varsa bunları sabitlememiz lazım. Özellikle ilkyardım ve yangın konusunda eğitim almamız lazım. Büyük bir deprem olduğunda görevli ekiplerinin size ilk etapta yetişmesi mümkün değil. Belki ilk 72 saat hiç yardım gelmeyecek. Bu nedenle herkes ne yapması gerektiğini bilmeli. Biliyorsunuz İstanbul’da depremin ardından tüm telefon şebekeleri kilitlendi. Bunun iki nedeni var. Birincisi altyapının yetersiz olması. Diğer neden de herkesin telefonlara sarılması nedeniyle telefonlara aşırı yüklenme olması. Neredeyse iki üç güne yakın telefon çekmedi. Böyle bir durumda yani bir deprem sonrasında bizim yapmamız gereken çok acil bir ihtiyaç olmadığı sürece telefonları kullanmamak. Bununla ilgili eğitimler yapılıyor ama yeterli olmamış. Burada yapılması gereken şey, e-mail ya da WhatsApp gibi farklı iletişim araçları ile mümkünse il dışında yaşayan bir yakınına bilgi vermek ve onun da sizin diğer yakınlarınızı bilgilendirmesini sağlamak. Ailenin deprem planında bütün bunları yani deprem sırası ve sonrasında neler yapması gerektiğini tespit etmesi gerekiyor.

  • Deprem toplanma alanları medyada en çok tartışılan meselenin başında geliyor. Deprem toplanma alanları yeterli mi? Doğru planlanmış durumda mı?

Bana göre, depremle ilgili yapılması gereken çalışmaları önem sırasına göre sıralarsak toplanma alanı konusu alt sıralarda yer alır. Fakat bu konuya kamuoyu tarafından çok önem veriliyor ve  kamuoyunda her zaman gündem olabiliyor. Toplanma alanı ve geçici barınma alanı diye farklı kavramlar var. Bunların ne anlama geldiğini ve olduğunu iyi bilmek gerekiyor. Toplanma alanı, afet ve acil durumlar sonrasında geçici barınma merkezleri hazır olana kadar geçecek süre içerisinde yaşanacak paniği önlemek ve sağlıklı bilgi alışverişini sağlamak amacıyla halkın tehlikeli bölgeden uzaklaşarak toplanabileceği güvenli alanlar olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’de Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) bu işlerden sorumlu. E-devlet üzerinden vatandaşlar kendisine en yakın toplanma alanını öğrenebiliyor. Her vatandaşımızın mutlaka kendisine en yakın toplanma alanının neresi olduğunu öğrenmesi gerekir. AFAD tarafından yapılan açıklamalara baktığımız zaman 2850 toplanma alanı olduğu söyleniyordu. Ancak depremden sonra bu alanlara, okul bahçelerini, parkları ve millet bahçelerini ilave edilmesiyle 10 bine yakın toplanma alanı olduğu ifade ediliyor. Toplanma alanları kısa süreli durulacak yerler. Asıl önemli olan geçici barınma alanları. Geçici barınma alanları konutu afet ve acil durum nedeniyle kullanılamaz hale gelen veya konutun kullanılmasının riskli olması sebebiyle açıkta kalan afetzedeler ile tahliyeye tabi olanların bulundukları yerlerde veya başka yerlerde münferit veya toplu halde geçici olarak barınmalarının sağlanması şeklinde tanımlanmaktadır. Bence asıl üzerinde durulması gereken konu bu aslında. Geçici barınma alanları her ne hikmetse yeterince sorgulanmıyor veya ilgi çekmiyor. Aslında bu konu ile de ilgili doyurucu ve aydınlatıcı açıklamalar yapılmalı kamuoyuna.  Ne kadar toplanma alanı ve geçici barınma alanına ihtiyaç olduğu da mutlaka bilimsel kriterlere uygun bir şekilde yapılacak deprem senaryosu çalışmaları ile belirlenmeli. Sadece boş alanların toplanma alanı olarak belirlenmesi yeterli değil. Halkın acil ihtiyaçlarını giderebileceği sistemlerin de orada kurulu olması lazım. Gıda, tuvalet vb. ihtiyaçlar için.

Biz deprem senaryoları yaparak olası bir depremde yıkımın hangi miktarda olabileceğini ön görebiliyoruz. 7 ve üzerindeki bir depremde hangi mahallenin nasıl etkileneceği, kaç binanın yıkılacağı, kaç binanın hasar alabileceğini tahmin edebiliyoruz. Bir mahalle için toplanma alanı belirlerken deprem senaryosu çalışması kapsamında elde edilen verileri dikkate almak gerekir. Yani deprem senaryosu çalışması yaparak açıkta kalacak insan sayısını belirleyip toplanma alanı ve geçici barınma alanlarının ona göre deprem senaryosundan elde edilen sayıları karşılayacak şekilde belirlenmesi gerekiyor.

  • Bu bahsettiğiniz binalara ilişkin deprem senaryoları çıkartıldıysa ve hangi binaların hasar alacağı biliyorsa bir envanter kaydı çıkarılarak derhal kentsel dönüşüme başlanması gerekmiyor mu? Ortada buna ilişkin ciddi bir çalışma yok gibi duruyor şu anda.

Kentsel dönüşüm kavramı uzun süredir Türkiye gündeminde. 2011 Van depreminden sonra 6306 sayılı afet riskli alanların dönüştürülmesi ile ilgili 2012 yılında bir kanun çıktı. Bu kanuna göre riskli yapı, riskli alan gibi yapı ve alanların süratle tespit edilmesi konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yetki verilmiş oldu. 7 yıllık süreçte bu yasanın yeterli hızla yürümediği görülüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Türkiye’de 6.5-7 milyon riskli konut olduğu açıklandı. Fakat bunların büyük bir çoğunluğu hala kentsel dönüşüme girmedi. Bunların yıkılıp yeniden yapılması ya da güçlendirilmesi gerekiyor. Bu riskli yapıların henüz çok azı güçlendirilebildi. Geçtiğimiz aylarda bakanlık yeniden bir kentsel dönüşüm eylem planı açıkladı. Bu eylem planı kapsamında 1.5 milyon konutun 5 yıl içerisinde deprem açısından güvenli hale getirileceği ifade ediliyor. Bunların belki biraz daha hızlandırılarak yapılması gereği son depremin ardından bir kez daha ortaya çıktı. Halkın fikri alınmadan yapılan bu çalışmaların pratikte uygulama şansı zayıf oluyor. Bu tip radikal uygulamalar halkın katılımı ve desteği alınarak çok daha etkin ve başarılı bir şekilde yürütülebilir. Halkın tam benimsemediği yasaların başarı şansı pek mümkün olmuyor maalesef. Kentsel dönüşüm konusunda zemin özellikleri ve afet tehlikesi alanın yerleşime uygun olup olmadığı gibi faktörlerinde mutlaka dikkate alınması gerekir. Yani sadece binayı inceleyerek alınan kararlar yeterli olmaz.