CHP’li Kaya: Ziya Selçuk eğitimde kıyameti koparmak istiyorsa 4+4+4’ü kaldırıp 1+8+4’e geçsin

Söyleşi: Serkan Üstün

CHP’nin Eğitimden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Kaya ile yeni eğitim öğretim yılı öncesi Türkiye’nin eğitim konusundaki sorunlarını ve CHP’nin çözüm önerilerini konuştuk.

AKP’nin eğitimde yaptığı sistem değişikliklerinin bilinçli bir karmaşa yaratma amacı taşıdığını düşünen Kaya, AKP’nin eğitime dair stratejik planının ana yönetiminin laik, demokratik, çağdaş, bilimsel eğitimden uzaklaşmak, hurafeye dayalı, gerici bir eğitim anlayışını yerleştirmek olduğunu söylüyor.

Kaya, ayrıca yeni Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un inandığı şeyleri yapacak konumda olmadığını ve elinin kolunun bağlı olduğunu düşünüyor. Kaya, yeni bakanın “Eğitimde kıyameti kopartmalıyız sözüne ilişkin de, “Kıyameti kopartmak istiyorsa 4+4+4’ü kaldırıp 1+8+4 sistemine geçsin, kıyamet o zaman kopar” ifadelerini kullanıyor.

  • Eğitim Türkiye’de bugüne kadar en çok tartışılan alanlardan birisi. Yıllardır, “Eğitime çok önem vermeliyiz” deniyor. Bu alanda da bürokratlar, bakanlar ve sistem sürekli değişiyor. Sınav sistemleri ve müfredat bir türlü dikiş tutmuyor. İktidarın eğitim politikalarını genel olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye’nin en önemli alanı olduğu için bizim açımızdan, “Hiç dikiş tutmuyor diyoruz” ama AKP iktidarı en köklü değişiklikleri burada bilinçli olarak yapıyor. Nedeni şu; eğer toplumu ilerici, laik, çağdaş bir dünyada sen daha geriye götürmek istiyorsan ilk yapacağın iş eğitimi çökertmek. Eğitimi çökerttiğiniz zaman ekonomiyi de çökertirsiniz. Osmanlı’nın çöküş dönemlerine baktığımızda da benzerlikler görülür. Eğitimin çökertildiğini, bilimsel eğitim almak isteyenlerin yurt dışında okuduğunu, yurt içinde medreselerde eğitimin çok zayıf noktalarda olduğunu görürüz. Eğitimin zayıflığı, aynı zamanda ekonominin çökmesine sebep olan bir süreç oluyor. Şimdi de bir benzerlik görüyoruz. 12 Eylül askeri faşist darbesi gerçekleştiğinde ilk iş eğitime darbe vurmak oldu. Çünkü, Türkiye’de eğitimin en önemli unsuru öğretmenlerdir. Tarihimize bakarsak öğretmen örgütlenmesinin yükseldiği dönemlerde eğitimin kalitesi yükselmiştir. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) varken 12 Mart darbesinin ilk yaptığı iş TÖS’ü kapatmak olmuştur. 12 Eylül askeri faşist darbesinin ilk kapattığı örgüt TÖB-DER (Türkiye Öğretmenler Derneği) olmuştur. Çünkü TÖB-DER, laik, demokratik ve bilimsel eğitimi hurafelere karşı savunan bir devrimci öğretmen topluluğuydu. Daha sonra 2002’de AKP iş başına gelmesiyle bu alanda örgütlü sendikaları kapatamadı ama kendi yandaş sendikasını kurdurarak diğer sendikaları yetkisiz kılıp kendi istediği süreci yönetmeye çalıştı. Sonra da nihai süreç 20 Temmuz darbesi. 20 Temmuz güya 15 Temmuz darbesini yapanlarla hesaplaşmak için ilan edildi ama tıpkı 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de olduğu gibi 15 Temmuz hain darbe girişimini yapanlarla hesaplaşmak yerine bilimi savunan, barışı savunan, demokrasiyi savunan üniversite hocaları kapıya kondu. Eğitim öğretim hareketi içinde devrimci bir mücadeleyi yürüten Eğitim-Sen, Eğitim-İş gibi örgütlere üye ve yönetici olanların ihraç edildiği, meslekten uzaklaştırıldığı bir süreci beraberinde getirdi. Eğitimle uğraşmak, eğitimi karmaşa hale getirmek, bu ülkede kendi diktatörlüğünü kurmak isteyenlerin ilk hedefi olmuştur. Adalet ve Kalkınma Partisi yedinci bakanını getirdi. Tüm bakanlar değişti ama AKP’nin eğitime dair stratejik planının ana yönetimi değişmedi. Laik, demokratik, çağdaş, bilimsel eğitimden uzaklaşmak, hurafeye dayalı, gerici bir eğitim anlayışını yerleştirmek. Bugüne kadar PISA sonuçlarında aldığımız başarısızlıkları göz önünde bulundurduğumuzda bu 16 yılda yaptıklarında nasıl başarılı olduklarını görüyoruz. Karma eğitime son veren bir anlayış, çağdaş bir anlayış olabilir mi? Kız ve erkek öğrencilerin aynı ortamda bulunmasından rahatsız olan bir zihniyetin 21. yüzyılın dünyasında bir ülkeyi o dünyanın diğer ülkeleriyle yarış haline getirmesi mümkün değil. Buraya darbe vuruyor. İhtiyaç olmayan okulları açıyor, ihtiyaç olan okulları kapatıyor. Taşımalı eğitim en çok AKP döneminde gerçekleşti. Hastayı taşırsınız, bir ustayı taşırsınız ama öğrenci taşınmaz. Öğrencinin taşınması demek, eğitimin bütünlükten koparılması demektir. Eğitim bulunduğunuz mahallede, köyde yaşadığınız ortamla iç içe geçerek yapılabilir. İş-Teknik dersleri kaldırılıyor, ezbere dayalı bir eğitim programı sunuluyor ama o ezbere dayalı o işler de Milli Eğitimin kadroları ile değil, cemaatler, vakıflar, tarikatlarla yapılan sözleşmelerle başkalarına emanet ediliyor.

“YÜZÜMÜZÜ GEÇMİŞE DÖNSEK YETER”

Bunların tümüne baktığımızda hangi bakan gelirse gelsin, tek yetkili var; Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan’ın söylemediği bir şeyi kimsenin yapma şansı yok. Üzülerek söylemeliyim ki, yeni Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk da karma eğitime darbe vuran bir yönetmelik çıkardı. İki sınıf yani 40 kişi olmadan bir okul açılamaz ama Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde bu sayı kıstasını kaldırıyor. Yani iki öğrencinin kayıt yaptırdığı bir Anadolu İmam Hatip Lisesi açabilirsin ama 39 öğrencinin olduğu bir yerde Anadolu veya Anadolu Meslek Lisesi açamazsın. Şimdi bu yönetmelik bile başlı başına bundan önceki bakanla bu bakan arasında hiçbir farkın olmadığını gösteriyor. Söylemde çok iyi şeyler anlatıyor Ziya Selçuk. Öğretmenleri sevdiğini, kendisinin de bir öğretmen olduğunu söylüyor. Ama öğretmeni sevmek demek, öğretmene 3 bin 600 ek gösterge vermek demek. Öğretmeni sevmek, öğretmenler odasında üç boyutlu öğretmen tartışmasına son vermek, yani ücretli, sözleşmeli ve kadrolu öğretmen ayrımını kaldırıp öğretmenlerin tamamını kadroya geçirmek demektir. Öğretmeni sevmek, öğretmen yazılı sınava girmişse aldığı not sıralamasına göre atamasını yapmak, mülakat değil liyakat esasını getirmek demektir. Öğretmeni sevmek, eğitim öğretim tazminatı başladığında tazminat olarak 1121 lira vermek değil, bir maaş ikramiye vermektir. Öğretmeni seviyorsan öğretmenin yaşam koşullarını ve statüsünü geliştirecek adımlar atmalısınız. Anadolu’da bir laf var; “Guru guru gurban olam, yaş yaş gadan alam” diye. Bunların hiçbirini yapmayacaksın ama sadece söylemlerle öğretmenlere şirin gözükeceksin. Öğretmenlerin artık bu vaatlere karnı tok. Öğretmenler durum tespiti yapan değil sorunu çözen bakan istiyor. Çünkü, öğretmenin sorunu çözüldükçe eğitimin kalitesi yükselir.

Bizim eğitimde örnek modeller aramak için yüzümüzü Avrupa’nın ve dünyanın değişik ülkelerine dönmemize gerek yok. Yüzümüzü Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin ilk yıllarına dönersek, köy enstitülerine bakarsak başarıdan başarıya koşarız. Dönüp 1940’lı yıllara baksak, Köy Enstitüleri’nin ve öğretmen okullarının başarıları ile tarih yazıldığını görürüz. Bugün dünyada başarılı olan bilim insanlarımızın tamamının yetiştiği zeminler, bundan 50 yıl önce yetişmiş öğretmenler vasıtasıyla oluşmuştur. Biz yazarımızı da şairimizi de bilim insanımızı da bu dönemlerde yetiştirmişiz. Şu son 16 yıla bakıldığında yetişmiş insan göremiyoruz. Bu durumdan bir çıkış yolu da var tabi ki. Nasıl ki Mustafa Kemal Atatürk bir kurtuluş savaşını başarıyla gerçekleştirmiş, arkasından da eğitim ve öğretimdeki tüm sorunları çözerek yola devam etmişti, teknolojideki, bilimdeki ilerlemeyi, üretim ekonomisine giden tüm yolu eğitimle aştıysa onun çizgisinden giden Cumhuriyet Halk Partisi’nin eğitim politikaları da bu eksende oluşarak yoluna devam edecek.

“BAKANIN ELİ KOLU BAĞLI”

  • Yeni Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un söylemleri medyada çokça tartışılıyor. Son olarak, “Eğitimde kıyameti kopartmamız lazım” diye bir cümlesi oldu. Ancak icraata baktığımızda TEOG’un kaldırılması örneğinde olduğu gibi son sözün Erdoğan’da olduğu görülüyor. Siz de Ziya Selçuk’la bir görüşme yaptınız yakın zamanda. Tüm bunlara baktığımızda eğitimde yeni süreci nasıl okuyorsunuz? Bakanın eli kolu bağlı mı sizce?

Bakanın eli kolu bağlı. Bunu bakanın kendisine de söylediğim için rahatça söyleyebilirim. Üç tane bakan yardımcısı atandı. Bunların hiçbirinde Sayın Selçuk’un dahli olduğunu düşünmüyorum. Bakan yardımcılarına baktığımızda kimi akraba ilişkilerinden, kimi ittifak ilişkilerinden kaynaklı atamalar yapılmış. Kıyameti koparmak mı istiyor? Diyecek ki; “Tam gün öğretime geçtik.” Kıyamet böyle kopar. “Ataması yapılmayan öğretmenlerin atamasını gerçekleştirdim öğretmensiz okul kalmadı. Öğretmenler odasında ücretli, sözleşmeli, kadrolu ayrımına yer yok. Her çocuğun istediği okula rahatlıkla gideceği bir ortam hazırladık. LGS paçavrasını yırttım attım.” diyecek. Diyecek ki; “Eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere bir maaş eğitim öğretim tazminatı verdim. Özel okullara giden öğrencilere 5 bin TL teşviki kaldırdım yerine okula giden her öğrenciye 500 TL eğitim öğretim harçlığı veriyorum.” Kıyamet böyle kopartılır. Kıyametin kopacağı en temel yeri ve kaçak sarayı da sallayacak konuyu söyleyeyim size; “4+4+4 sistemini kaldırdım. 1+8+4 sistemine geçtik” diyecek. Bu adımları atarsa ya bakanlık binasından paldır küldür alır götürürler ya da kaçak saray deprem olmuş gibi sarsılır. Kıyametin kopacağı yer burası. Eğer becerebiliyorsa, gerçekten söylediklerine inanıyorsa, bunları yapsın biz arkasındayız. Kendisine de söyledim, “Eğitim milli olur. Bir siyasal partinin güdümünde eğitim olmaz. Eğer bir milli eğitim politikası hayata geçirecekseniz, siz elinizi taşın altına koyun, biz gövdemizi koymaya hazırız” dedim. Çünkü ben bu alanın sorunlarını çok iyi biliyorum. 32 yıl öğretmenlik yaptım. Ziya Selçuk 3 yıl öğretmenlik yaptı. Eğitim bilimlerinden gelen birisi. Bu konuda yetiştirmiş kendini, bunu kabul ediyorum. Yaşam boyu öğrendiklerini şimdi uygulama şansı var. Ben yaşam boyu öğrendiklerimi anlatıyorum ama o yaşam boyu öğrendiklerini uygulayacak bir mevkide. Ama karar verici “tek adam” ise Ziya Selçuk ağzıyla kuş tutsa sorun değişmez. Ziya Selçuk’a da kabahat bulunamaz burada. Bu bir sistem sorunu. Bu sistemle, rejimle hesaplaşmamız gerekiyor. Bunların önlerine koydukları şey cumhuriyetle hesaplaşma. Onun için eğitimle oynuyorlar. Dolayısıyla Ziya Selçuk’un tek başına inandıklarını yapma şansı yok. Ben eğitimin paydaşlarının tümüyle görüştüm. Türk Eğitim-Sen’le, Eğitim-Bir-Sen’le Eğitim-Sen’le, Eğitim-İş’le Anadolu-Eğitim-Sen’le, Eğit-Der’le ve Veli-Der’le, TEDMEM’le, SETA ile görüştüm. Öğrencilerle görüşüyorum sürekli. Öğrenci velilerin en büyük kaygısı, çocuk istismarcıları. Çocuklara cinsel istismar son 16 yılda ciddi bir artış gösterdi. Çocuklarımızın yurtlarda diri diri yanmasına sebep olan idarecilerin kimi affediliyor, kimi cezaevinden bir bir tahliye ediliyor, kimisi de terfi ediyor. Uyuşturucu tacirlerinin en çok elini ovuşturduğu dönem okulların açılma dönemi. Bakanlık bu soruna çözüm üretmeli. Bu sorunu çözemeyen hiçbir bakan olamaz. Bu sorunu çözemeyen bir iktidar olamaz. Bu sorunu çözemiyorsanız uyuşturucu baronları ile ortaklık yapıyorsunuz demektir. Eğer devlet, uyuşturucu tacirlerini okulların etrafından uzaklaştıramıyorsa burada oturup düşünmemiz lazım. Cumartesi Anneleri’ne 700 hafta sonra Galatasaray’da oturmayı yasaklamayı “beceren” devletin uyuşturucu baronları ile mücadele etmesi lazım. Yavrusunun kemiklerini arayan anneyi darp etmek yerine yavrularımıza uyuşturucu üzerinden saldıran çetelerle hesaplaşmayı önlerine koymalılar.

  • Kırtasiye sektöründe fiyatlar çok ciddi bir artış gösterdi. Ekonomik kriz aile bütçesini ciddi anlamda sarsacak gibi görünüyor. Ekonomik krizin eğitime etkileri neler olacak?

Okullar açıldığında ücretsiz kitaplar veriliyor. Bu kitaplar her yıl değişiyor. İşlerine geldiği zaman Avrupa’yı örnek gösteriyorlar. İsviçre’de bir ders kitabında beş etiket var. Bir kitabı beş yılda beş farklı öğrenci kullanıyor. Kitap elden ele geçiyor. Bizde bir kitap bir yıl sonra değişiyor. Bunlar öğrencilerden toplanmıyor ve çöpe gidiyor. Geri dönüşüme toplamaktan bile acizler. Bunun sebebi ise tüccarlara para kazandırmak istemeleri. Ekonomik kriz nedeniyle tasarrufa gidiyoruz. Eğer tasarrufa gidiyorsan her yıl kitap içeriği değiştirmeyeceksin. Pensilvanya nedir? ABD’de bir eyaletin adı. “Pensilvanya’da şöyle bir şey oldu” diye bir kitapta bir hikâye anlatacak olsanız, bunlar Pensilvanya lafını duydukları anda Fethullah Gülen sanıyorlar. Kitapta Pensilvanya yazıyor diye kitapları toplatıp imha ettiler. Eğer MEB tasarruf yapacaksa “Saray’ın odalarının bir bölümünü kapatın, matruşka gibi saray içinde saray inşaatları yapmayın, oralardan tasarruf edin” diyecek. Cumhurbaşkanı 200 araçlık konvoyla gitmeyecek bir yere. Kendi ülkesinde bu kadar korumayla gezen başka bir cumhurbaşkanı yok. Tepenize diktiğiniz yaveri FETÖ’nün imamının referansıyla belirlemişseniz o zaman herkesten kuşkulanırsınız tabi. Milli Eğitim bakanlığı tasarruf etmek mi istiyor? Vakıflar-cemaatler ve tarikatlarla yapılan sözleşmelerin tamamı iptal edilsin ve var olan ders kitapları bir sonraki öğrenciye devredilsin, en büyük tasarruf budur. Çünkü kitap basan firmalara teslim olmuş vaziyette.

Sen SEKA’yı bir avuç zengine peşkeş çekersen kâğıt ithal etmek zorunda kalırsın. “Dolar yükseldiği için bunu yapamıyorum” dersin. Göbeğinden dışa bağımlı olursan bunların hepsini yaşarsın. Bir çanta 2017’de ortalama 70 TL’ymiş şimdi 120 lira. Defter 6 liradan 11 liraya, pastel boya 10 TL’den 22 TL’ye kurşun kalem 2 TL’ten 3,5 TL’ye, Silgi 2 TL’den 4 ‘TL’ye çıkmış. Servis ücreti 190 TL’den 215 TL’ye çıkmış. Ayrıca kırtasiyelerde, marketlerde kanserojen madde içeren okul araç gereçleri satılıyor. Veli bilmiyor mu bunun kanserojen içerdiğini? Biliyor ama parası yok. Çocuğuna bile bile kanserojen madde içeren araç gereçleri almak zorunda kalıyor. Bunun vebalini başta AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ilgilileri üstlenecek. Milli Eğitim Bakanı ya bu deveyi güdecek ya da bu diyardan gidecek. Ya gerçekten inandıklarını yapacak ya da inanmadıklarını talimatla yapacak. Ben birincisini tercih etmesini beklerim. Kendi inandıklarını sonuna kadar savunsun ve çıksın desin ki; “Ey ahali, ben şunları yapmak istedim çünkü ben bir eğitim bilimciyim ama ne yazık ki AKP Genel Başkanı bana müsaade etmedi, bana eyvallah.” Bunu dediği an Türkiye’nin aydınlık yüzüne sahip çıkan insanları kendini göklere çıkartır. Bazen “kral çıplak” demesini becermek lazım. Kendini değil ülkesini düşünmesi lazım. Kıyamet o zaman kopar işte. Sarayda bir deprem olacak yaptıklarınızla. Eğitim çökmüş, ekonomi çökmüş. Bu çöküntünün altında bizim yoksul çocuklarımız ve bilime susamış çocuklarımız ve öğretmenlerimiz kalıyor. Bu çöküntünün altında kalanların çöküşün mimarları olması gerektiğini düşünüyorum.

“YÖNLENDİRME EĞİTİMİNE GEÇİLMELİ”

  • Az önce LGS’nin kaldırılmasından bahsettiniz. Türkiye’deki sınav sistemi de yıllardır tartışılan bir süreç. Aynı zamanda kanayan bir yara. Bu konuya dair bir çözüm paketiniz var mı?

Her şeyden önce okullardaki öğretmen kalitesi yükseltilmeli. Müfredat değişmeli. Eğitim öğretimde yönlendirme sistemine geçilmeli. Öyle çocuklar var ki, gerçek bir müzik dehası. Bu çocuğu Fen Lisesi’ne ya da Anadolu Lisesi’ne göndermeniz gerekmiyor. Siz o çocuğun yetişeceği konservatuvarlar kurarsanız o çocuk oraya koşa koşa gider. Bizde yeteneğe göre bir yönlendirme yok. Avrupa’da 8 yıl sonra çocuğu kendi yeteneklerine göre yönlendiriyor. Bazı liselerde konularına göre üniversitelere doğrudan geçiş var. Bazı çocuklar da diyor ki, “Ben meslek eğitimi alacağım. Tornacı olacağım.” Hemen kısa yoldan işe başlayacağı iş olanakları da var. Böyle bir yolu tercih ediyor. Ankara’da Anadolu Organize Sanayi bunu yapmaya başladı örneğin. Başkent Üniversitesi ile ortaklaşa bir Meslek Yüksek Okulu açtılar. Bu sene öğrenci alamadılar ama seneye alacaklar. Bu okul, orada üretim yapan fabrikalarla iç içe olacak. Öğrenci hem staj yapacak hem eğitimine devam edecek. Okulu bittiğinde de orada maaşlı ve kadrolu çalışmaya başlayacak. Bu yönlendirmeler yapılabilir. Bu yönlendirmeler yapıldığında sınavlar ortadan kalkar. Siz milyonlarca insanı üniversiteye gönderip sonrasında işsizler ordusu yaratıyorsunuz. Eğer siz çocuğa ilkokuldan itibaren eğitimi bilinçli verirseniz, bu eğitimi bilimsel verilere dayalı stratejik bir planlamayla yürütürseniz ve doğru yere yönlendirirseniz bu dertlerin hepsi çözülür. Şehirlerdeki büyük alanlarda birer kompleks yapılır. Yüzme havuzlarından atölyelere her türlü alanda yeteneklerine göre kendilerini geliştirme ve yaşayarak öğrenme süreci sınav zorunluğunu ortadan kaldırır.

Sınavı yaptığında soruları çalan hırsızlar var. Sınavların hiçbiri başarılı olmadı. LGS sonuçlarına göre çocuk en yüksek puanı alsa da “oturduğun yerdeki okulları tercih et” diyorsun. Sınavı niye yaptın o zaman? İhtiyaç kadar okul açılmalı. Tercih edilmeyen Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni zorlamanın anlamı yok. Neyi tercih ediyor öğrenci? Anadolu Lisesi’ni ya da Anadolu Meslek Lisesi’ni. O zaman bunların sayısını artırırsın. Neden bunların sayısını artırmak yerine çocuğun tercih etmediği okulları yapıyorsun. Mütedeyyin, muhafazakâr çoğunluğun yaşadığı bölgelerdeki insanlar çocuklarını İmam Hatip’e göndermek istemiyor. “Benim çocuğum doktor, avukat, mühendis olacak” diyor. Dört çocuğundan biri imam olacak belki ama siz dördünü de zorla imam hatibe gönder diyorsunuz.

“SINAVSIZ BİR YAŞAM MÜMKÜN”

Her şehre bir üniversite kurarak bilimsel, çağdaş, sorgulayan bir üniversite hedefine ulaşılmaz. Üniversiteye hoca yoksa, profesör yoksa, doçent yoksa ve o kentte kalmıyorsa oraya üniversite açsanız da işlevsiz kalıyor. Türkiye’de 10–15 tane üniversitenin mezunu işe alınıyor sadece. Devlet bile böyle yapıyor. Onun dışındakilerin hepsi geri planda. Bu çocuklara yazık değil mi? Hayatlarını karartmaya ne hakkımız var? Ben bu nedenle sınavsız bir hayatın mümkün olduğunu düşünüyorum.

YILDIRIM KAYA KİMDİR?

7 Kasım 1958 yılında Kırşehir Merkez, Kartalkaya Köyü’nde doğdu. İlkokulu Kırşehir Kartalkaya köyünde, Ortaokul ve Liseyi Kırşehir’de okudu. 1979 yılında Eğitim Enstitüsü Sınıf Öğretmenliğini bitirdi. 1979 yılında Konya Cihanbeyli Gölyazı’da öğretmenlik mesleğine başladı. Öğretmenliğe başladığı ilk gün 13 Kasım 1979’da TÖB-DER’e de üye oldu. 12 Eylül darbesinden sonra, Sivas Divriği Bahtiyar köyünde tutuklanarak, Kırşehir Cezaevine getirildi. 1985-1993 yılları arasında, memleketi Kırşehir/Çiçekdağı ve Kırşehir merkezde öğretmenlik görevini yaptı. 1990 yılında Eğit-Sen’in kurucuları arasında yer aldı. 1990-1994 yılları arasında Eğit-Sen Kırşehir Şube Başkanlığı yaptı.

23 Ocak 1995 yılında Eğitim İş ve Eğit Sen’in birleşmesiyle kurulan Eğitim Sen’in kurucusu ve ilk Genel Başkanlığını yaptı. 1996 yılında öğretmenlikten istifa ederek ÖDP kurucuları arasında yer aldı. 1996-2001 yılları arasında ÖDP Örgütlenmeden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Birgün Gazetesi kurucuları arasında yer aldı.

Türkiye Barış Meclisi Kurucuları arasında yer alarak, barış çalışmaları yürüttü. 2001 yılında öğretmenliğe geri döndü. 2013 yılında Ankara’da öğretmenlikten emekli oldu. 2014 yılında CHP Eğitimden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Seyhan Erdoğdu’nun yardımcılığı görevini üstlendi. 2014 yılında CHP Parti Okulu Eğitmeni ve daha sonra da Parti İçi Eğitim Birimi (PİEB) üyesi oldu.