SÖYLEŞİ | Abdüllatif Şener: Erdoğan cumhuriyet tarihinin tek IMF’ci başbakanıydı

Söyleşi: Serkan Üstün

Eski Başbakan Yardımcısı, Maliye eski Bakanı ve CHP Konya Milletvekili Abdüllatif Şener’le Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik krizi, yaklaşan yerel seçimleri ve Suriye’deki son durumu konuştuk.

Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ekonomi politikalarına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulunan Şener, Erdoğan’ın cumhuriyet tarihinin tek IMF’ci başbakanı olduğunu iddia ediyor. IMF ile Türkiye arasında kendi Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı döneminde imzalanan 19. stand-by anlaşmasının kararının kendisinden ve hükümetten habersiz alındığını ifade eden Şener, ekonomideki sıkıntıların 2021’e kadar devam edeceğini ve sürecin sonunda Türkiye’nin IMF ile anlaşmak durumunda kalabileceğini belirtiyor.

Seçimler konusunda ise Mansur Yavaş’ın Ankara’da kazanma şansının çok yüksek olduğunu ifade eden Şener, İstanbul’da ise Kürt seçmenin ve MHP’lilerin belirleyici olduğunu belirtiyor.

Şener, Suriye’de Menbiç ve Fırat’ın doğusuna yapılacak operasyonla ilgili ise, “ABD’nin varlığının Türkiye’nin Suriye’ye girişi açısından avantaj olduğunu düşünüyorum. ABD bir cep açacak. Türkiye, Menbiç ve Fırat’ın doğusuna kısmi bir harekât yapacak. Belli bir bölgede konuşlanacak ve Türkiye’de zafer marşı söylenerek seçime girilecek.” yorumunda bulunuyor.

  • Ekonomi ile başlayalım. Ekonominin mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ekonomiyi hiç iyi görmüyorum. 2018’de başlayan krizin daha önceki krizlerden çok daha derin olduğunu düşünüyorum. Krizin ortadan kalkması için şu ana kadar ciddi bir önlem aldıklarını söylemek mümkün değil. Bu krizin önceki krizlerden çok önemli farkları var. En önemli fark şu: Son on yıl içinde ekonomiyi dolarize ettiler. Dolara bağımlı hale getirdiler. Daha önce döviz geliri olmayanların dövizle borçlanmaları yasaktı. Bunun önünü açtılar. İş adamlarını yurt dışına doğru yönelttiler. Piyasa dövize endeksli olarak borçlandı, döviz kredileri kullandı. Bunun neticesinde sadece piyasanın 300-350 milyar dolar dış borcu var. Bu büyük bir borç. Bakıyorsunuz borcu dolar 2.90’ken almış, 3.10’ken almış. Şimdi düştü dedikleri dolar 5.5 TL. Borç ikiye katlandı. Bunu piyasanın karşılaması mümkün değil. Bu sıkıntı devam ediyor.

TARIM SEKTÖRÜ CAN ÇEKİŞİYOR

Tüm bunlara bağlı olarak bütün sektörler etkilendi. 2001 krizinde gazetelerde okurduk, İstanbul’da, Ankara’da yaşayanlar kırsal kesime göçüyorlardı. “İşsiz kalanlar geçici bir süre için kendi köylerine kasabalarına dönüyor” diye haberler yer alırdı gazetelerde. Şimdi öyle bir şey yok. Kimsenin gideceği hiçbir yer yok. Bütün sektörlerde daralma var. Tarım sektörü, bu krizde en çok acı çeken sektörlerden biri. Seçim bölgem Konya olduğu için tarım bölgelerini sürekli dolaşıyorum. Şu anda tarım kesiminden yükselen feryat diğer sektörlerden daha büyük. Bütün tarım girdileri pahalanmış vaziyette. Hayvancılıkla ve zirai üretimle uğraşanlar çok zor bir süreçten geçiyor. Son 16 yılda 3 milyon hektar mera kullanılamaz hale gelmiş. Bu dönem bittiği zaman bir 3 milyon daha kullanılamaz hale gelecek. 2-3 milyon tarımsal alan ise ekilemeyen hale dönüştü. Bu kriz sonrasında bir o kadar daha ekilemeyen alan ortaya çıkacak.

FİYATLAR ARTIYOR, TALEP AZALIYOR, EKONOMİ KÜÇÜLÜYOR

Sanayi büyük zorluk içerisinde. Büyük firmalar konkordato ilan ediyor ya da kapanıyor. Bütün sektörlerde kriz var ve tüketici de bir dar boğazın içerisinde. Bütün ürünlerin fiyatı arttı. Bazı ürünlerde fiyat ikiye katlandı. Ürünlerin fiyatının artmış olması, asgari ücretliler, dar sabit gelirliler, işçiler ve emekliler açısından büyük sorun teşkil ediyor. Bu aynı zamanda piyasadaki talebin de daralmasına neden oluyor. Talep daralması da ekonominin küçülmesine yol açıyor. Ekonomiyi 3’er aylık periyotlar halinde izlediğimizde büyümenin sürekli düştüğünü, 2019’da ise eksi büyümenin yaşanacağını görüyoruz. Büyüme ve enflasyon rakamlarıyla da oynadıklarını düşünüyorum. TÜİK’in rakamları güvenilir değil. Emeklilere ve memurlara verdikleri enflasyon farkını düşük tutmak için de yapıyorlar bunu. Ancak bu düzeltmelere rağmen rakamlar büyük bir daralmanın yaşanacağını gösteriyor.

EKONOMİDEKİ SIKINTILAR 2021’E KADAR DEVAM EDECEK

Doğrudan doğruya Berat Albayrak’ın kendi verdiği rakamlara göre, ekonomideki sorunlar ve sıkıntılar 2021’e kadar devam edecek görünüyor. Mesela enflasyon 2018’de % 20-21 arası. Bu rakamın 2019’da %16 olacağını ilan ediyor. Büyüme rakamını 2018 için 3.8 olarak vermişti. Gelecek sene için 2.3 olacak diyor. Bu rakamın çıkması mümkün değil. Belki rakamlarla oynayarak eksi göstermeyecekler. Ama Türkiye’nin yıllardır alıştığı performansa göre bu 2-3’lük büyümeler bile ekonomide sorun var anlamına geliyor. İşsizlik hesaplamalarında da hileler var. Genç işsizlikte, tarım dışı işsizlikte rakamlara baktığınızda Türkiye’de işsizlik %20’nin altında değil. Son zamanlardaki resmi işsizlik rakamları bile son 16-17 yılın en yüksek işsizlik rakamlarıdır. İşsizlik, 2018’de % 11, 2019’da %12 olacak deniyor. Yani sürekli artma eğilimi gösteriyor.

Albayrak’ın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda verdiği rakamlara göre, yatırımlar 2018’de 78 milyar olarak gerçekleştirilmiş. 2019’da yatırımlar 54 milyara düşüyor. 2020 ve 2021 yıllarında da bütçe büyüdüğü halde yatırım rakamlarında değişiklik öngörülmüyor. Bu rakamları Gayrı Safi Milli Hasılaya oranı itibari ile incelediğimizde de aynı şekilde görüyoruz. 2017’de GSMH’nin %2.3’ü kadar yatırım varken 2018’de bu %2.1’e düşüyor. 2019’da bu rakam %1.2’ye düşecek. 2020 ve 2021’de %1’e düşecek diyor bu veriler. Yani 2021’e kadar yatırım harcamalarının sürekli azalacağını ilan eden bir hükümet var. Yatırım harcamalarının azalması demek, işsizliğin artması, altyapı faaliyetlerinin durması, milli gelirin küçülmesi demektir. Birbirine bağlı çok şey var.

Tek bakacağımız yatırım harcamaları değil. Faiz harcamalarına da bakmalıyız. 2017’de 56 milyar faiz harcaması var bütçeden. 2018’de bu 76 milyara çıkmış. 2019’da 117 milyar faiz ödeyeceğiz. 2020’de 147 milyar, 2021’de 171 milyar olacak faiz ödemeleri. Devlet çok yüksek faizle borçlanıyor demek ki. Seçimde şikayetçi grupların oylarını kaybetmemek için paraya ihtiyaçları var. Gidiyor yurtdışından %7,5 faizle dolar üzerinden borçlanıyor. Dünyada böyle bir borç faizi yok. Faizlerin GSMH’ye oranı da sürekli artıyor. Bu sadece rakamsal artış değil, bütçe içindeki payı itibari ile de artıştır.

Bütçe dengesine yani bütçe açığına bakalım. 2017’de 47 milyar bütçe açığı var. 2018’de 72 milyara çıkmış. 2019’da 80 milyara çıkmış. 2020 ve 2021’de 98 milyar olacak. % 1,5 olan milli gelir içerisindeki bütçe açığı payının sürekli artarak %2’ye kadar çıkacağını görünüyor. Yani finansal dengeler de bozuk, bütçe dengeleri de bozuk. İş gücü piyasasında dengeler bozuk, sürekli işsizlik artıyor. Mal piyasasında dengeler bozuk, sürekli fiyatlar artıyor, enflasyon var. Bütçenin en hayati iki kaleminden biri olan yatırım azalıyor, faiz ise artıyor. Berat Albayrak’ın verdiği rakamlar, “2021’e kadar ekonomi zordadır” diye ilan ediyor. Ekranlara çıktığı zaman masalcı teyze gibi konuşuyor. Sayın Cumhurbaşkanı da aynı üslubu benimsemiş, damadı da aynı üslubu benimsemiş. Vatandaşın derdi ile alay ediyorlar.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİNİN TEK IMF’Cİ BAŞKANI ERDOĞANDIR

  • CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a “IMF’ye gidecek misiniz, gitmeyecek misiniz? Açık söyleyin” dedi. Sizce bu sürecin sonunda IMF’ye gidilir mi?

Tayyip Erdoğan’da IMF karşıtlığı görüntüsü var ama Cumhuriyet tarihinin tek IMF’ci başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Neye tarafsa ona karşı gibi konuşma alışkanlığı var. Ne yapacağını anlamak istiyorsanız, söylediklerinin tersini düşünün. Neden cumhuriyet tarihinin tek IMF’ci başbakanı diyorum? Türkiye, değişik hükümetler döneminde IMF ile on dokuz stand-by anlaşması yapmıştır. Bu on dokuz anlaşmadan bir kısmı hiç başlamadan sona ermiştir, bazıları da IMF’nin fazla dayatmaları nedeniyle daha ilk başlarda bozulmuştur. Cumhuriyet tarihi boyunca on dokuz stand-by anlaşmasından sadece ikisi tamamlanmıştır. Bu ikisini tamamlayan da Tayyip Erdoğan’dır.

19. STAND-BY ANLAŞMASININ KARARI BENDEN HABERSİZ ALINDI

2001 krizinde IMF ile bir stand-by anlaşması vardı, o devam ediyordu. Ak Parti hükümeti olarak biz o anlaşmayı devralmıştık. O bitene kadar uyguladık. Türkiye’nin ilk tamamlanan anlaşması bu oldu. Stand-by anlaşmasının  sonuna doğru giderken ben Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı’ydım. Basın sürekli soruyordu, “Yeni bir stand-by yapacak mısınız?” diye. Ben de sürekli olarak, “IMF ile stand-by anlaşmasını hastalıklı ülkeler yapar. Bizim ekonomimiz artık sağlıklı bir duruma gelmiştir. Yeni bir stand-by anlaşmasına ihtiyaç yoktur.” diye açıklamalar yapıyordum. Bir gün Bakanlar Kurulu’nda görüşülmediği halde, bana da bir şey söylenmeden, bir baktım Başbakan Erdoğan ve Ali Babacan birlikte 19. stand-by anlaşmasını yapacaklarını ilan ediyorlar. Erdoğan hükümeti bu anlaşmayı da sonuna kadar götürdü. Yani karşı beyanlarına bakmayın. Erdoğan, cumhuriyet tarihinin tek IMF’ci başbakanıdır. Bu karşıtlıklar sevgiyi ifade ediyor. Bir şeyi yaparken ona karşıymış gibi davranışlarda görünüyor. Yani bu durumdan yeni bir stand-by anlaşması çıkma ihtimali yüksek. Kılıçdaroğlu ve CHP sözcüleri birkaç defa sordular, “IMF ile masaya oturacak mısınız?” diye. Erdoğan, seçmende yarattığı algıyı bozmamak için IMF’den uzak durma görüntüsü veriyordu. Bir ara gitti Amerikalı  McKinsey ile anlaştı. Sonra kamuoyunda tepkiler olunca onu kestiler. Bu seçime kadar ekonomiyi yönetmek istiyor. Ekonomiyi sağlıklı yönetmek istemiyor. Seçimden sonra IMF’ye gitmek ve McKinsey’den danışmanlık almak dahil olmak üzere her şeyi yapacak.

  • Peki bu çerçeveden de yola çıkacak olursak, seçimlerle ilgili ne öngörüyorsunuz? Özellikle İstanbul ve Ankara’da nasıl bir tablo çıkacak sizce?

Seçmenin en fazla etkilendiği konu ekonomi. Ekonominin iyi olduğu dönemlerde iktidar partileri hep yüksek oylar almışlardır. Ekonominin kötü olduğu dönemlerde ise iktidar partileri düşük oylar almışlardır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oylarına baktığımızda da bunu görürüz. Büyüme rakamlarının performansının iyi çıktığı dönemlerde AK Parti yüksek oy aldı. 2009, AK Parti’nin en düşük oy aldığı seçimlerdir.  Yaklaşık 8-9 puanlık bir oy kaybı olmuştu. O dönem “Kriz teğet geçti” denmişti. Teğet geçen bir krizde bu kadar oy kaybettiyse bu seçimde daha fazla oy kaybedecek. Başta Ankara ve İstanbul olmak üzere AK Parti’nin seçimleri kaybedeceğini düşünüyorum.

MANSUR YAVAŞ’IN SEÇİMİ ALMA İHTİMALİ YÜKSEK

  • Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın adaylıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her aday hakkında söylenecek çok söz var. İnsanlar baktığı yere göre de farklı şeyler görüyorlar. Nereye baktığınız değil, nereden baktığınız önemlidir. Tüm bunlardan sıyrılıp da objektif seçim atmosferine göre bir değerlendirme yapacak olursak, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve İYİ Parti’nin Cumhuriyet Halk Partisi adayları etrafında ittifak yapmış olmalarının faydalı olduğunu düşünüyorum. CHP’nin de bu ittifaka istinaden Ankara ve İstanbul’da ilan etmiş olduğu adaylara bakacak olursak; Ankara’da Mansur Yavaş’ı ilan etmiş olmasının makul bir gerekçesi olduğunu görürüz. Mansur Yavaş, daha önceki seçimlerde Ankara’da başkanlığı kıl payı kaçırdı. Onda da seçmenin büyük bir kesimi, “O seçimi Mansur Yavaş zaten almıştı” inancındadır. “Daha önceki seçimi kıl payı kaçıran Mansur Yavaş, bu seçimi kazanır” algısı var seçmende. Ben Mansur Yavaş’ın seçimleri alacağını düşünüyorum. Ankara’nın İstanbul’dan farkları da var. Burada milliyetçi oylar önemli. Sadece İYİ Parti’nin değil MHP seçmeninin de oyları önemli. MHP’ye oy verenlerin bu seçimde kime oy vereceği de son derece kritik. Mehmet Özhaseki’ye oy vermek yerine Mansur Yavaş’a da oy verebilirler. Böyle bir ihtimal var. Bunları birlikte değerlendirdiğimizde ben Mansur Yavaş’ın seçimi alma şansının yüksek olduğunu düşünüyorum.

İMAMOĞLU DOĞRU ADAY

İstanbul’da Ekrem İmamoğlu açısından önemli bir oy potansiyeli daha var. 13 puanlık HDP oyu var. Bu oyların nereye gideceği önemli. Aday olarak Ekrem İmamoğlu doğru bir adaydır. Fakat İstanbul’un seçmen yapısındaki, partilerin oy ağırlıklarındaki farklılık göz önüne alındığında, zaten CHP ve AK Parti olarak ikiye ayrılmış bir seçmen ana bloku görürüz. Bu iki ana bloku besleyecek seçmenler önemli. İYİ Parti seçmeninin vereceği destek oranının, HDP ve AK Parti’deki Kürt oylarının nereye gideceği ile ilgili bir analize ihtiyaç var diye düşünüyorum.

BİNALİ YILDIRIM İSTİFA ETMELİ

  • Binali Yıldırım’ın istifası konusunda ne düşünüyorsunuz? İstifa etmeli mi?

Bence etmelidir tabi ki. Anayasa’nın 94. maddesi açık. Bunu tartışmaya mahal yok. “Meclis Başkanı siyasi faaliyetlere katılamaz” diyor. Partisinin grup toplantısına dahi katılma hakkı olmayan Meclis Başkanı’nın partisinin düzenlemiş olduğu siyasi organizasyonlara, mitinglere katılması Anayasa’ya aykırıdır. Geçen gün, “Seçim siyasi faaliyet değildir.” dedi. Eğer seçim siyasi faaliyet değilse Türkiye’de siyasi faaliyet kalmamış demektir.

  • Sizce neden istifa etmiyor? Nasıl bir planı var?

Meclis Başkanı sıfatı ile seçim meydanlarını dolaşmayı güç görüyor herhalde. Vatandaşın hukuk ve Anayasa’ya saygı, bağlılık algısının zayıf olduğuna inanıyor. Anayasa’ya aykırı davranmak oy kaybına neden olmaz ama Meclis Başkanı ile kampanya yürütmek, güç gösterisinde bulunmak seçmeni etkiler, oy artışı sağlar diye hesap etmiş olabilirler.

  • Son olarak, Amerika’nın Suriye’den çekileceğiz açıklamasından sonra Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin politikalarını nasıl yorumlarsınız? Sizce bir operasyon olacak mı? Suriye meselesi nereye evrilir?

Açıklamalarla gerçekten yürüyen sürecin aynı şey olduğunu düşünmüyorum. Burada yalnızca Sayın Erdoğan değil, Trump da aynı üslubu benimsiyor. Trump, geçen sene de çekileceğini söylemişti ama mevzilerini tahkim etti. Şimdi çekileceğim diyor ama başka açıklamalar da geliyor. Sanki daha fazla yerleşecek intibaları da alıyorum ben. ABD’nin Suriye’deki mevcudiyeti, Büyük Ortadoğu Projesi’ne ve o projenin dayandığı Siyonist stratejilere, 80’lerdeki İsrail stratejilerine kadar uzanıyor. Bu stratejilerde Suriye’nin parçalara ayrılması var. Şimdi herkes Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsediyor. Acaba arazidekiler gerçekten Suriye’nin toprak bütünlüğünü mü sağlamaya çalışıyorlar, yoksa Suriye’yi parçalamaya mı çalışıyorlar. Şu bir gerçek; Suriye Devleti, Rusya, hatta Hizbullah, Suriye’deki toprak bütünlüğünü sağlayabilmek için mücadele ediyor. Buna karşılık ABD’nin oradaki varlığının Suriye’nin toprak bütünlüğü ile bir ilgisi yok. Hatta Suriye’nin parçalanması stratejisine bağlı olarak orada olduklarını düşünüyorum. Sürekli üs kurma ve yerleşme planları ve o bölgeden Ortadoğu’ya hakimiyet kurma hesapları var.

TÜRKİYE DÜŞMAN KONSEPTİNİ DEĞİŞTİRDİ

Son iki-üç yıl içerisinde Türkiye kısmen düşman konseptini değiştirdi. Erdoğan daha önceden PYD’yi düşman olarak görmüyordu. PYD ile ilişkiler gayet iyiydi. Salih Müslim’le en az üç kez görüşmeler yapıldı. Peşmerge, PYD’ye destek için Türkiye üzerinden Suriye’ye geçmişti. PYD ile hiçbir sorun yok gibi görünüyordu. Tayyip Erdoğan’ın sürekli olarak Esad’ı hedef alan bir tavrı vardı. Şimdi yine Esad hedefini biraz düşürmüş olmakla birlikte arada kullanıyor. Dışişleri Bakanı ise son zamanlarda Esad’la da uyuşabilecekleri beyanlarında bulunuyor. Son iki yıldır, özellikle Erdoğan’ın Suriye’deki ana düşman olarak gösterdiği unsur PYD. Bu gerçekten de böyle mi? Bundan emin değilim. Çünkü, Türkiye Nusra’yı, IŞİD’i terör örgütü olarak ilan etti,  Resmi Gazete’de bu kararını yayımladı ama PYD ile ilgili bu sözlü beyanlar dışında alınan bir karar, bir hukuk metni yok. Birleşmiş Milletler, IŞİD’i ve Nusra’yı terör örgütü olarak ilan etti. BM’nin resmi görüşü Türkiye’ye yansıdı ama PYD ile ilgili böyle bir yanıt yok.

ABD’nin varlığının Türkiye’nin Suriye’ye girişi açısından avantaj olduğunu düşünüyorum. ABD bir cep açacak. Türkiye, Menbiç ve Fırat’ın doğusuna kısmi bir harekât yapacak. Belli bir bölgede konuşlanacak ve Türkiye’de zafer marşı söylenerek seçime girilecek. Bu girişin risksiz olmasını hesap ediyorlar. Bunun risksiz olmasını sağlayacak olan da Amerika faktörü. Amerika bir yeri PYD’den boşaltacak. Zaten birlikte çalışıyorlar. Türkiye’ye de buraya yerleş diyecek. Şimdi “ABD çekilecek mi, çekilmeyecek mi?” tartışmaları Türkiye’nin harekâtı başlatmasını erteledi. Biz birkaç gün içerisinde Türkiye, Fırat’ın doğusuna girecek diye bekliyorduk. ABD “çekileceğim” dediği için birden durdular. Madem ABD’nin varlığına rağmen girecekti, çekilme tavrına rağmen daha rahat girmeliydi. Afrin’deki harekatta Rusya’da Türkiye’ye kolaylık sağladı.

Şu an Suriye Devleti dışında iki ana patron var Suriye’de. Biri Rusya, diğeri ABD. Türkiye her iki harekatta da Rusya ve ABD’nin mutabakatını alarak girmişti. Afrin’e girerken Rusya hava sahasının kontrolünü Türkiye’ye bıraktı. Rusya ve ABD ile çatışacak bir girişi öngörecek bir girişi göze almak Türkiye. Bence pazarlıklar devam ediyor henüz. Rusya ve Amerika’ya rağmen bir harekat yok ortada. Onlarla da görüşerek, uzlaşarak kısmi, sınırlı bir harekat öngörülüyor. Bölgedeki dengeler ise henüz o noktaya gelmediklerini gösteriyor.