Salı, Nisan 23, 2024

Sosyal demokrasi: Sil baştan başlamak gerek bazen

En başta ve açık açık söylemek gerek: Kapitalizm "sol"u sevmez… Yalnızca sosyalist solu değil, sosyal demokrat solu da sevmez. Zira bilinen anlamıyla sosyal demokrasi, bir devrim peşinde koşmasa da, kapitalizmde alt sınıflar lehine düzeltmeler talep eden; kapitalizmi daha eşitlikçi kılmaya çalışan bir politik misyonun adıdır. Bu, gelirin kapitalistler aleyhine yeniden dağıtımı demektir. Adı üstünde kapitalizm… Yani kapitalistlerin sistemi. Bu durum tabi ki kapitalizmin hoşuna gitmeyecektir. 

Devlet aygıtı ve bu aygıtın bel kemiği asker/sivil bürokrasi de sevmez solu/sosyal demokrasiyi. Zira  emek lehine düzenlemelere dayalı bir politika, klasik devlet aygıtında da bazı önemli rötuşlar icap ettirir. Avrupa’nın sosyal korporatist modeli üzerinde şekillenen sosyal devleti, tümüyle solun zorlamasıyla ve kapitalistlerin el mecbur tavizleriyle -yani bu anlamda kapitalistlere ve bürokrasiye rağmen- oluşmuş üstyapısal bir "denge"dir. 

Kapitalizmi kendi başına bırakırsan, yani bir karşı tepki ve mücadele olmazsa, onun ekonomide varacağı yer acımasız bir piyasa düzeni; üretim sürecinde varacağı yer emeği atomize eden bir "Japonizasyon"; siyasette varacağı en demokratik yer de sadece detaylarda farklılaşan iki partili bir sistem, yani bir "Amerikanizasyon"dur.

Sosyal Demokrasi Neyin Ürünü? 

Uzun uzadıya Marks’tan, Bernstein’e, Kautsky’e uzanan serüveni anlatmaya gerek yok. Özü şudur: Sosyal demokrasi emeği ve alt sınıfları kollama özelliğini sürdüren ama ihtilalciliği ve enternasyonalizmi kırpılmış bir Marksizm’dir. Türkiye’de ise sosyal demokrasi Kemalizm’in devamıdır. Ama Kemalizm’in çağdaş gelişmeler ve evrensel sol değerler ekseninde ilerletilmiş ve yeniden üretilmiş biçimi olarak. Kemalizm’in 6 Ok’unu oluşturan devletçilik, halkçılık, cumhuriyetçilik, laiklik, milliyetçilik ve devrimcilik ilkeleri, 60 sonu ve 70’ler CHP’si tarafından sol ve emek prizmasından geçirilerek yeniden yorumlanmıştır. 

Altın Çağ… 

Peki kapitalizmin sevmediği sosyal demokrasinin yıldızı -tam da kapitalizm koşullarında- nasıl parlamıştı? Ne olmuştu da II. Dünya Savaşı ile 70’li yıllar arasında sosyal demokrasi bir "altın çağ" yaşamıştı? Hangi koşullar altında sosyal demokrasi -bütün çabalara rağmen hala tasfiyesi başarılamamış – "Sosyal Avrupa"nın mimarı olabilmişti? 

Bu, Avrupa’yı da saran devrim dalgası karşısında tamamen yok olmaktan kurtulmak için alt sınıflara taviz vermeye rıza gösteren kapitalizm ile emeğe yönelik tavizler karşılığında kapitalizmin genel sınırları içinde kalmaya rıza gösteren sosyal demokrat emek partileri arasındaki bir "tarihsel uzlaşma"nın, bir dengenin ürünüydü. 

Yıllardır bir kenarda bekleyen, o güne kadar kimsenin pek de itibar etmediği Keynes’in "Genel Teori"si  ise,  bu "tarihsel uzlaşma"ya bir ekonomik program sağlamıştı. 

"Tarihsel Uzlaşma"yı kalıcı sanmak… 

Sosyal demokrasinin daha sonraki yıllardaki değişimler karşısında hazırlıksız yakalanmasına ve siyasal krize girmesine yol açan en büyük hatası, işte bu tarihsel/siyasal dengeyi ve bu dengenin ürünü olan "uzlaşmayı" kalıcı sanması ve kapitalizmin ekonomik ve siyasal manada artık değiştiğini, kalıcı bir "sosyal kapitalizm"e ulaşıldığını düşünmeye başlamasıydı. 

Bu koşullar altında sosyal demokrasi, düşünsel varoluş kaynağı olan ve bütünsel/ stratejik bir perspektif sunan Marksizm’le bağlarını iyice gevşetti. Kendini dönemsel/spesifik bir teori üzerinden "Keynesyen" ya da "sol Keynesyen" olarak tanımlamayı seçti. "Tarihsel uzlaşma"nın kendi dışındaki solun varlığıyla da kuvvetli bir nedenselliğe sahip olduğu gerçeğine de gözlerini kapadı. Tam aksine diğer solu, bu uzlaşmaya bir tehdit gibi algıladı. 

Nitekim SSCB’deki çöküşün ardından sosyal demokrasinin duayeni Willy Brandt "Bu çöküş sosyal demokrasinin tarihsel haklılığının ve geleceğin sosyal demokrasiye ait olduğunun kanıtıdır" içerikli bir değerlendirme yapmıştı. Ama tam da bu sözlerin edildiği günlerde, sosyal demokrasinin krizi kapıda hazır beklemekteydi. 

Savrulma, Boşluk, Kriz… 

Sosyal demokrasi gelen krizi öngöremediği, tarihsel/sınıfsal anlamını analiz edemediği için hazırlıksız yakalandı, hep savunmada kaldı, giderek de bir ideolojik boşluğa düştü. 

Siyasette temel kuraldır: Krizi öngörüp gerekli hazırlıkla krizi yeni bir sıçrama için fırsata çeviremezseniz, nicel ve nitel olarak geriler, bölünür, ciddi bir etki ve misyon kaybı yaşarsınız. Yine siyasette kuraldır: Süreci çözümleyip etkin müdahalede bulunamadığınızda kaçınılmaz olarak dışınızdan gelen etkilere açık hale gelir ya da gelmemek için savunmacı bir içe kapanma yaşarsınız. Sosyal demokrasinin son 30 yıllık tarihi de böyledir. 

Sosyal demokrasi sürece önce içe kapalı bir savunma göstermiş, bazen kimlikçi liberalizme savrulmuş, bazen de düştüğü ideolojik boşluğu tarihten başka kök arayışları ile telafiye yönelmiştir. Ama iki durumda da neo-liberal saldırıyı göğüsleyip topluma yeni ufuklar sunamamış; siyaseten, neo liberalizmin belirlediği alana mahkûm olmuştur. Sistem tarafından da bilinçli operasyonlarla sosyal demokrat kimliğinden uzaklaştırılıp Amerikanvari bir "Demokrat Parti" haline getirilmeye çalışılmıştır. 

Türkiye’de ikili sıkıştırma… 

Türkiye’de de sosyal demokrasi bu süreçte çifte bir kuşatma altına alınmıştır. Bir yandan liberal diskurlar bir yandan da Kemalizm’in en geri yorumunu araçsallaştıran tepkici/milliyetçi söylemler tarafından… Bu söylemler bazen sırasıyla, bazen de içi içe sosyal demokrat siyaseti yönlendirmiştir. Ama sosyal demokrasiyi niteliksel deformasyona uğrattıkları gibi, niceliksel (oy oranı artışı) olarak da hiç bir işe yaramamışlardır. 

Kılıçdaroğlu rüzgârı ve anlattıkları… 

Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığının ilk döneminde CHP lehine bir rüzgâr oluşmuş, parti kendi mevcut oy potansiyeli dışında da "alternatif" algısı yaratabilmişti. 

Bunun en önemli nedeni Kılıçdaroğlu’nun yeni bir yüz olması değil, yeni bir söylem getirmesiydi. Kılıçdaroğlu, o güne kadarki parçacı ve kültürel siyaset ekseninin aksine "büyük anlatı" çağrışımına sahip bir söylemle toplumun geneline sesleniyordu. 

Bu "büyük anlatı"da emekçiler, Kürtler, Aleviler, şeriatçı olmayan dindarlar, kadınlar, laikler, yani toplumun kahir ekseriyeti kendine ilişkin ekonomik, sosyal, kültürel bir şeyler bulmuştu. Bu program ise ancak emek/ezilenler eksenli bir yapıya sahip olabilirse eklektik olmaktan çıkıp organik ve birleştirici olabilirdi. Nitekim aynı süreçte pek çok araştırma CHP’nin yüzde 35 çıtasına tırmandığını gösteriyordu. 

Rüzgârı güce dönüştürmek… 

Politikada bir rüzgâr yaratabilmek çok önemlidir. Zira doğru halkanın yakalandığına dair en önemli işaretlerdendir. Ve fakat yaratılan rüzgâr kendiliğinden bir güce dönüşmez. Yürütülen siyaset konusunda bilinçsel bir netlik ve kararlı, ısrarlı, tutarlı bir pratik inisiyatif gereklidir. Ne yazık ki bu rüzgâr ısrarlı ve kararlı bir politikayla taçlandırılamamış, parti milliyetçi ve liberal iç kuşatmanın yarattığı tutarsız, kararsız görüntüyü uzun süre aşamamıştır. 

Ama Kılıçdaroğlu döneminin CHP açısından en büyük getirisi, başarı için nasıl bir politik hattın tutturulması gerektiğine ilişkin yarattığı açıklık olmuştur. 

Ezcümle… 

Sistemi zorlamadan, tümüyle sistemin içinde kalan bir politika sosyal demokrat olamaz ve böyle bir politika herhangi bir farklılık yaratamaz. Kapitalizme duyulan güven ve bağlılık sosyal demokrasinin karşılıksız bir aşkı, en büyük politik hatası olmuştur. Sosyal demokrasi politik varlığını ve başarısını kapitalizmle uyuma dayalı değil, kapitalizmin sınırlarını zorlamaya dayalı bir politik çizgiye borçludur. 

Sosyal Demokrasi, kimliklerin, kültürel taleplerin, lokalliklerin temsilcisi olamaz, olmamalıdır. Her daim "büyük bir anlatıya" dayanmalıdır. 

Sosyal Demokrasinin kendi dışındaki sol ile elbette bir rekabet ilişkisi vardır. Ama tarih sosyal demokrasinin ancak kendi dışındaki solla rezonans halinde gelişebildiğini göstermektedir. Dolayısıyla kendi dışındaki sola uzak ama kapitalizmin merkezine yakın bir politika ile sosyal demokrasinin güçlü olabilmesi olanaklı gözükmemektedir. 

Sol ve sosyal demokrasi katı bir milliyetçilik, dincilik/mezhepçilik, cinsiyetçilik zemini üzerine oturan bir politikaya sahip olmadığı için ve ancak bu ölçüde, toplumdaki tüm ezilenleri bir araya getirme potansiyeline sahip bir politik akımdır. Örneğin Türkiye’de tüm sağ muhafazakâr ve milliyetçi partilerden farklı olarak sosyal demokrasi, Kürt sorununu, Alevi sorununu, din ve vicdan özgürlüğü ile laiklik sorununu, kadın sorununu, doğa/çevre sorununu vb. hep birlikte kapsama olanağına sahiptir. 

Bütün bu sorunları dağıtıcı, parçalayıcı sonuçlar yaratmadan; tam aksine bütünleştirici, kardeşleştirici ve özgürleştirici temelde çözebilmek ise ancak temeline emekçileri ve ezen/ezilen ilişkilerini alan bir programla olanaklıdır. Sosyal demokrasi bu hattan, yani emek ve ezilenler hattından uzaklaştığında yalnızca kimliğini kaybetmekle kalmaz, anlamlı ve kalıcı başarı olanağını da yitirir.                                         

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER