Cumartesi, Nisan 20, 2024

Son on yılların bitmeyen sorunu: Başörtüsü yasağı

CHP’nin başörtüsü ile ilgili düzenleme teklifi bu konuda de facto bir sorun olmamasına karşılık, de iure bir konsensüsü içeriyor. Bu konsensüsün ne anlama geldiğini GELECEK Partisi İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Serap Yazıcı yorumladı.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun 3 Ekim 2022 Pazartesi akşamı yayınladığı videoda yaptığı açıklamaları takiben Cumhuriyet Halk Partisi’nin hazırladığı kanun teklifini 4 Ekim Salı günü TBMM’ye sunması, tartışmalara yol açtı. Bu kanun teklifi şöyledir:

Madde 1 – Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz.

Madde 2 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 3 – Bu Kanun hükümlerini Cumhurbaşkanı yürütür.

Teklifin gerekçesinde ise Türkiye’nin de imzaladığı 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne atıf yanında şu sözlere de yer verilmiştir: “Demokratik, laik hukuk devletlerinde bireylerin sahip olduğu dini inanç ve kanaat hürriyeti hiçbir sınırlamaya tabi tutulamaz. Laiklik, din ve vicdan hürriyetini engelleyecek biçimde yorumlanamaz; aksine laiklik din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasının teminatıdır.”

Cumhuriyet Halk Partisi tarafından TBMM’ye sunulan teklif metni ve gerekçesinin asıl maksadının mütedeyyin kitlelerin endişelerini gidermek olduğu söylenebilir. Bu kitleler Türkiye’nin yakın siyasi tarihine damgasını vuran dayatmacı laiklik anlayışının din ve vicdan hürriyetleri üzerindeki sınırlayıcı rolünü bizzat yaşamış olup bu sınırlamaların tekrar ortaya çıkabileceğinden endişe duymaktadır. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi’nin hazırladığı teklif metni ve gerekçesi, bu endişelerin giderilmesine yönelik ifadelere yer vermektedir. Ancak teklifin 1. maddesi, aynı zamanda seküler kadınların giyim kuşamlarına karışılmayacağı yönünde güvenceler de içermektedir.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin TBMM’ye sunduğu kanun teklifine cevaben Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Sayın Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın 5 Ekim 2022’de partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamanın bir kısmı ise şöyledir: “Ülkemizde şu anda böyle bir mesele var mı? Ülkemizde kamuda veya özel sektörde böyle bir mesele var mı? Türkiye bir dönem Meclis’e başörtüsüyle girdiği için kürsüden senin fikir baban haddi bildirmeye davet edilen milletvekilleri görmüştü. Siz de bunları alkışlamıştınız. Meclis’ten atmak için alkışlamıştınız. Bugün milletvekillerimizle ve diğer konularla ilgili böyle bir sıkıntı var mı? (…) İstismar siyaseti yaparak milletin karşısına çıkma. Bu zatın artık yaşanmayan bir sorunla ilgili gece yarısı çıkıp, kanuni düzenleme teklif etmesinin gerisindeki riyakarlığı görüyoruz da başka ne hesap var, değerlendirmemiz lazım. Bugün Türkiye’nin gündeminde başörtüsü diye bir mesele artık kalmamıştır. Geçmişte bu ülkede başörtüsü diye bir mesele yaşandıysa bunun müsebbibi CHP zihniyeti, CHP faşizmidir. Genelde kılık kıyafet ve başörtüsü meselesi ne yasa ne anayasa konusu olmaması gereken tabii bir haktır.”[1]

Dışlayıcı laiklik anlayışının din ve vicdan hürriyetiyle bu hürriyetten doğan haklar yönünden çeşitli sorunlara yol açtığına; buna karşılık pasif laiklik anlayışının demokrasinin vazgeçilmez unsurları arasında yer aldığına değinmek gerekir.

Böylece Türkiye kamuoyu, üzerinde düşünmesi, tartışması ve çözüm araması gereken çok hayatî sorunlarının mevcut olduğu bir dönemde yeniden başörtüsü tartışmalarına kilitlendi. Bu tartışmalara katılanların bir bölümü, Sayın Kılıçdaroğlu’nu keskin sözlerle eleştirirken bir bölümü Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanını yaraları sarmaya yönelik tutumundan dolayı tebrik etti.

Bu yazıda Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının hazırladıkları kanun teklifinin Türkiye siyaseti ve sosyolojisindeki objektif anlamının ne olduğuyla Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanının açıklamalarının Türkiye’nin özgürleşmesini sağlayacak bir adım olup olmadığına değinmeye çalışacağım.

BAŞÖRTÜSÜ SORUNUNUN ARKA PLANI

Neredeyse 1970’lerden bu yana süre gelen başörtüsü sorununun arka planını anlayabilmek için laikliğin iki modeli üzerinde durmak gerekir. Bunlardan biri, dayatmacı/dışlayıcı laiklik; diğeri ise pasif laiklik anlayışıdır. Ahmet T. Kuru’ya göre, “Dışlayıcı laiklik dini kamusal alandan bütünüyle çıkarmak ve onu özel alanla sınırlamak için devletin ‘dışlayıcı’ bir tutum izlemesi gerektiğini savunmaktadır. Pasif laiklik ise devletin, dinin kamusal görünürlüğüne göz yumarak daha ‘pasif’ bir pozisyon almasını talep etmektedir. Dışlayıcı laiklik ‘kapsayıcı bir öğretidir’, buna karşın pasif laikliğin asıl önceliği devletin kapsayıcı öğretiler karşısında tarafsız kalmasıdır.”[2]

Ergun Özbudun’a göre, “Dayatmacı laiklik, kökleri aydınlanmacı ve pozitivist felsefede olan, devlete toplumun laikleştirme misyonunu yükleyen, dinin kamusal görünürlüğünü bireysel vicdanlar ve mabetlerle sınırlandırmayı amaçlayan kapsayıcı bir ideoloji, adeta bir sivil dindir. Buna karşılık pasif laikliğin temeli, devletin din olgusu karşısında tarafsız bir konum alması, değişik inanç grupları karşısında eşit mesafede durması ve ayrım yapmaması, belli bir dinin kurallarını kamu gücünü ve kamu kaynaklarını kullanarak toplumun tümüne dayatmaya kalkışmaması ve kamu düzenini koruma amacı dışında dinin kamusal görünürlüğüne müdahale etmemesidir.”[3]

Dışlayıcı laiklik anlayışının din ve vicdan hürriyetiyle bu hürriyetten doğan haklar yönünden çeşitli sorunlara yol açtığına; buna karşılık pasif laiklik anlayışının demokrasinin vazgeçilmez unsurları arasında yer aldığına değinmek gerekir.

Ergun Özbudun’a göre pasif laikliğin unsurları, “Devletin resmi bir dininin mevcut olmaması, devletin dinî inanç ayrımı gözetmeksizin bütün din ve mezhep mensuplarına ve inançsızlara karşı eşit mesafede bulunması, hukuk kurallarının ve tüm devlet işlemlerinin dinî kurallara uygun olma zorunluluğunun bulunmaması, devlet kurumları ile din kurumlarının birbirinden ayrılmış olmaları ve bütün bunların doğal sonucu olarak hangi inanca mensup olurlarsa olsunlar herkesin vicdan, din ve ibadet hürriyetlerinin tanınmış ve güvence altına alınmış bulunmasıdır.”[4]

Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak uzun yıllar boyunca Türk siyasal hayatına dayatmacı laiklik anlayışı hâkim olmuş; bunun sonucu olarak başörtüsünün kamusal görünürlüğü, en hararetli tartışmalara zemin hazırlamıştır. 1980’lerde başörtüsünün üniversitelerdeki görünürlüğü, ciddi bir sorun haline geldiğinden, dönemin Anavatan iktidarı bu sorunu çözebilmek için 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa aşağıdaki hükmü eklemiştir.

“Ek Madde 16 – Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir.”

Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak uzun yıllar boyunca Türk siyasal hayatına dayatmacı laiklik anlayışı hâkim olmuş; bunun sonucu olarak başörtüsünün kamusal görünürlüğü, en hararetli tartışmalara zemin hazırlamıştır.

Ancak bu hükmün yürürlüğe girmesi, sorunun çözümünü sağlamamış; aksine konunun anayasa yargısına taşınmasına yol açmıştır. İptal istemiyle Cumhurbaşkanı Evren tarafından açılan davada AYM, sözü geçen hükmü, oy çokluğu ile Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir.[5] Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, başörtüsü bağlamında ortaya çıkan siyasal tartışmaları biraz daha derinleştirmiş; bunun üzerine Anavatan iktidarı, Yükseköğretim Kanununa aşağıdaki hükmü ekleyerek sorunu bir kez daha hukuk yoluyla çözmeye teşebbüs etmiştir. Yükseköğretim Kanununa eklenen hüküm şöyledir: “Ek Madde 17 – Yürürlükteki Kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.”

Ne var ki bu hükmün eklenmesi de sorunu çözmediği gibi bir kez daha Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına yol açmıştır. Bu kez iptal başvurusu, Sosyal Demokrat Halkçı Parti adına Erdal İnönü tarafından yapılmıştır. Açılan dava üzerine Anayasa Mahkemesi, önceki kararına atıfla yükseköğretim kurumlarının kapılarını, başörtülü öğrencilere kapatmıştır.[6]

Parlamento çoğunluğunun yasal tasarruflar yoluyla meseleyi çözme girişimi, bir işe yaramadığı gibi Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlarla sorun, daha da çözümsüz hale gelmiştir.

HUKUK DÜZENİMİZ BAŞÖRTÜSÜNÜ YASAKLIYOR MU?

Bu soruya cevap verebilmek için hürriyet karinesi kavramına başvurmak gerekir. Hürriyet karinesi, herkesin doğduğu andan itibaren hür olduğu anlamına gelir. Bu karineden doğan çeşitli sonuçlardan biri, hürriyetin asıl; sınırlamanın istisna olmasıdır. Hürriyet karinesi, hakkında açık yasak kuralı bulunmayan her fiilin özgürlüklerin kapsamında olduğu şeklinde tanımlanabilir.

Bu karine, ilk ifadesini 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 5. maddesinde bulmuştur. Bu maddeye göre “Kanunun yasaklamadığı bir şey engellenemez ve kimse kanunun emretmediği bir şeyi yapmaya zorlanamaz.” Hürriyet karinesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinde ise şu şekilde ifade edilmiştir: “Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.”

Özetleyecek olursak, hürriyet karinesi kavramı gereğince hakkında açık yasak bulunmayan her fiil, kişinin özgürlükleri arasında yer alır. Üstelik bir fiilin özgürlükler arasında yer alması için o fiilin anayasada açıkça tanımlanmış olması gerekmez. Anayasalarda yer alan özgürlükler, tahdidi değil, örneklendirici bir liste sunar. Bu nedenle kişinin özgürlükleri, bu örneklendirici listedekilerden ibaret değildir. Bu liste dışında kalan özgürlüklere isimsiz haklar denir.[7]

Konuyu, uzun süre yükseköğretim kurumlarında uygulanan başörtüsü yasakları yönünden değerlendirdiğimizde, bu kurumlarda öğrencilerin başörtüsü kullanmalarını yasaklayan bir kuralın mevcut olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla hürriyet karinesi kavramı gereğince öğrencilerin yükseköğretim kurumlarında başörtüsü kullanmaları serbesttir.

Anayasada veya herhangi bir kanunda öğrencilerin yükseköğretim kurumlarında başörtüsü kullanmalarını özgürlükler arasında sıralayan açık bir hükmün varlığına ihtiyaç yoktur. Çünkü bu fiil, isimsiz haklar kapsamında değerlendirilmelidir. Bütün bu nedenlerle Yükseköğretim Kanununa, 10 Aralık 1988 tarihli ve 3511 sayılı Kanunla ve 25 Ekim 1990 tarihli ve 3670 sayılı Kanunla yapılan eklemelerle başörtüsüne serbestlik kazandırma yönündeki girişimler, hukuken mevcut olmayan, zihinlerde yer alan sosyolojik bir yasağın kaldırılması anlamına gelmektedir. Üstelik kanun koyucunun bu yöndeki teşebbüsleri, başörtüsü meselesinin çözümünü sağlamadığı gibi sorunu derinleştirerek çözümsüz bir hale getirmiştir.

Başörtüsü problemi, zaman içinde tedricen çözülmüştür. Bugün, yükseköğretim kurumlarında sadece öğrenciler değil, aynı zamanda öğretim üyeleri başörtüsü kullanabilmektedir.

1995 genel seçimlerinin ardından kurulan Refah-Yol hükümetinin laiklik eksenindeki gerilimleri arttırması, 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulunda bir dizi tedbirin alınmasına yol açmıştır. Bu tedbirler, yükseköğretim kurumlarında başörtüsüne uygulanan fiilî yasakları daha da keskinleştirmiştir.

BAŞÖRTÜSÜNÜ SERBEST KILMAK İÇİN YAPILAN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Başörtüsünün yükseköğretim kurumlarında serbest kılınması yönündeki tartışmalar, 2000’li yıllarda da Türkiye siyasetini meşgul eden önemli sorunlar arasında yer almaya devam etmiştir. Bu maksatla Adalet ve Kalkınma Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi’nin de desteğiyle 9 Şubat 2008 tarihli 5735 sayılı Kanunla Anayasanın 10 ve 42. maddelerine eklemelerde bulunmuştur. 10. maddede yapılan değişiklik, “ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında” kavramının eklenmesinden ibarettir. 42. maddeye eklenen hüküm ise şöyledir: “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir.” Bu Anayasa Değişikliği de sorunun çözümüne katkı sağlamamış; çünkü anılan Kanun, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.[8]

Bu açıklamalar, Türkiye’nin 1980’lerden başlayarak, 1990’lı ve 2000’li yıllarını başörtüsü problemine hasrettiğini göstermektedir. Bu tablo, dayatmacı laiklik anlayışının devlet elitleri tarafından benimsenmesinin sonucudur. Yakın bir tarihe kadar laikliğin dayatmacı modeli, ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da benimsenmiş; anayasa değişikliğinin AYM tarafından iptali, bu partinin talebiyle gerçekleşmiştir.

Böyle olmakla beraber başörtüsü problemi, zaman içinde tedricen çözülmüştür. Bugün, yükseköğretim kurumlarında sadece öğrenciler değil, aynı zamanda öğretim üyeleri başörtüsü kullanabilmektedir. Keza yargı personeli, avukatlar ve devlet memurları da başörtüsü kullanabilmektedir. Bundan başka, Türk Silahlı Kuvvetlerinde ve Emniyet Teşkilatında da başörtüsü serbesttir. Kısacası bugün için Türkiye’de başörtüsü, eğitim hürriyetini veya çalışma hakkını ortadan kaldıran veya bu hakları sınırlayan bir problem değildir.

CHP’NİN KANUN TEKLİFİ NE ANLAMA GELİYOR?

Uzun yıllar dayatmacı laiklik anlayışı ile özdeşleşen Cumhuriyet Halk Partisi, son yıllarda özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığında pasif laiklik anlayışını benimseme yönünde bir evrim geçirmiştir. 4 Ekim 2022’de Cumhuriyet Halk Partisi tarafından TBMM’ye sunulan kanun teklifinin gerekçesi, bu yöndeki değişimi göstermektedir.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metninin 28 Şubat 2022’de kamuoyuna açıklanmasıyla kurulan altılı masa, işbirliğini güçlendirmekte; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin otoriter politikalarından yorgun düşen seçmen kitlesi için umut ışığına dönüşmektedir. Her geçen gün daha da derin hissedilen ekonomik kriz, altılı masanın seçmen nezdinde umut yaratma potansiyelini güçlendirmektedir. Bu noktada aşılması gereken önemli engellerden biri, mütedeyyin kitlelerin özellikle başörtüsü bağlamında elde ettikleri kazanımların kaybolabileceği yönündeki endişelerinin giderilmesidir. İşte Sayın Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin 4 Ekim’de TBMM’ye sunduğu kanun teklifi, bu endişenin giderilmesi için mütedeyyin kitlelere yönelik bir taahhüt anlamına gelmektedir.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Meclis’e sunduğu bu kanun teklifi, altı siyasi partinin 28 Şubat 2022’de kamuoyuna açıkladığı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metnindeki taahhüdün bir gereğidir.

Üstelik Cumhuriyet Halk Partisi’nin Meclis’e sunduğu bu kanun teklifi, altı siyasi partinin 28 Şubat 2022’de kamuoyuna açıkladığı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metnindeki taahhüdün bir gereğidir.

Mutabakat Metninin konuya ilişkin ifadeleri şöyledir: “Din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alan demokratik laik hukuk devleti çoğulcu toplum düzeninin temelidir. Herkesin inancına, kanaatine ve yaşam tarzına saygı duyulduğu, kişilerin din, inanç ve yaşam tarzı fark etmeksizin özgürce yaşadığı, herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak eşit şekilde toplumsal, kamusal ve siyasal yaşama katıldığı bir sistem inşa edilecektir.”

SONUÇ

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 5 Ekim konuşmasında açıkça beyan ettiği gibi başörtüsü bağlamında Türkiye’de şu anda herhangi bir yasak yoktur. Bu açıdan Sayın Cumhurbaşkanı doğru bir noktaya işaret etmektedir.

Ancak sorgulanması gereken soru şudur: Başörtüsüne yönelik bir yasak olmadığına göre Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sürdürmekte olduğu anayasa değişikliği çalışmaları neyi amaçlamaktadır? Bu değişikliğin amacı, başörtüsü ve laiklik eksenindeki tartışmaları canlandırmak; bu yolla Cumhur Blokunun oy kaybını önlemektir. Seçmenlerin Cumhur Blokunun bu popülist hamlelerinden etkilenmeyerek Türkiye’nin içine sürüklendiği ekonomik ve siyasi kötüye gidişi, objektif olarak değerlendirmesi ve tercihlerini bu değerlendirmeye bağlı olarak şekillendirmesi, tek çıkış gibi görünmektedir.

[1] Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan AK Parti Grup Toplantısında Açıklama, habertürk.com, 6 Ekim 2022, erişim tarihi: 7 Ekim 2022, https://www.haberturk.com/cumhurbaskani-erdogan-ne-aciklayacak-ak-parti-grup-toplantisi-saat-kacta-cumhurbaskani-recep-tayyip-erdogan-dan-aciklama-3526508/4

[2] Ahmet T. Kuru, Pasif ve Dışlayıcı Laiklik – ABD, Fransa ve Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011, s. 14.

[3] Ergun Özbudun, “Laiklik ve Din Hürriyeti”, içinde Demokratik Anayasa – Görüşler ve Öneriler, ed. Ece Göztepe ve Aykut Çelebi, Metis Yayınları, İstanbul, 2012, s. 172.

[4] Ayrıntılar için bakınız Özbudun, a.g.e, s. 173.

[5] E. 1989/1, K. 1989/12, K.T.: 07.03.1989, R.G. Tarih-Sayı: 05.07.1989-20216.

[6] E. 1990/36, K. 1991/8, K.T.: 09.04.1991, R.G. Tarih-Sayı: 31.07.1991-20946.

[7] Ayrıntılar için bakınız Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, Cilt II, Ekin Yayınevi, Bursa, 2011, s. 505-506, 523-525.

[8] E. 2008/16, K. 2008/116, K.T.: 05.06.2008, R.G. Tarih-Sayı :22.10.2008-27032.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI