Perşembe, Nisan 25, 2024

Sol seçimde ne yapacak?

Siyaset Bilimci Hasan Bülent Kahraman, tarihsel bağlamda solu analiz etti. Kahraman değerlendirmesinde iki noktanın önemine değiniyor; “İlki, solun 2023 yılında, 21. Yüzyılın ilk çeyreği tamamlanırken evrensel ve enternasyonalist planda ne ifade ettiği, darlıkları, olanakları ve siyasal planda getirdiği yeni önermelerdir. İkincisi, solun Türkiye’de yaklaşan seçimlerde ve genel olarak Türkiye siyasal coğrafyasında sahip olduğu potansiyel.”

I

Türkiye’nin 1960’tan hatta 1920’lerden beri çözülmeyen ama hep tartışılan beş sorunu varsa biri ‘sol’dur. Solun ne olduğu dünyanın hiçbir ülkesinde görülmedik ölçüde ve anlamsız şekilde tartışılır Türkiye’de. Yaşanan çıkmazın üç temel nedeni var: 1.Marksist kökenden gelen sol geleneğin çok sınırlı, marjinal olması, geniş kitleler nezdinde karşılık bulmaması, kitlesel harekete dönüşmemesi. 2. O kısıtlamayı yaratan neden olacak şekilde devletin her türden solu şiddetli ve ancak 1930’lardaki Batı Faşist diktatörlüklerinde görülen şekilde kahredici bir baskı altında tutması. 3. Solun ulusallık ve Kemalizmle bitmeyen tükenmeyen ilişkisi, onunla bütünleşme ve ayrışma çabaları.

Bu üç genel nedene iki neden daha ekleyelim.

Birincisi, solun 1970’lerde yarattığı özünde yanlış olan terör izlenimi ve hassasiyeti. Sadece Türkiye’de değil Batı Avrupa’da hatta Amerika’da bile 1970’lerin hazırladığı o yanlış birikim ve onun miras olarak devredilmesi solun toplumsal yaygınlık kazanması önündeki ciddi engellerden biridir.

Nihayet son ve bu yazıda ayrıca ele almak istediğim dinamik: solun Kürtler ve belki bugün değil ama geçmişte Ermenilerle yaşadığı ilişkiler. Mete Tunçay’ın geliştirdiği Türk solunun tarihinde görüldüğü gibi Ermeniler, Osmanlıdaki sol açılımda başı çeken unsurdur. Bugün böyle bir ilişkiden söz edilemez. Ama azınlıkların bulunduğu her yerde onların hakkını korumak solun bir numaralı önceliğidir. 1990’lardan sonra gelişen yeni mikro politik söylemin ve kabullerin daha da önem kazandırdığı bu koşul çerçevesinde sol toplumda herhangi bir kesime atfedilen ‘öteki’ kisvesini çıkaracak, çeşitliliğin, çoğulculuğun toplumda yerleştirilmesinde ön alacak ideolojidir. Bugünkü Türkiye’de Kürtlerle toplum arasındaki ilişkide solun özellikle üstlenmesi gereken bir işlev var ve sol tutucu çevrelerin bu gerçekten hareket ederek onları kendi zihin dünyalarında oturttuğu yeri bozmalıdır.

Geçmişin getirdiği bu kısıtlamalar ve koşullar bugün de birkaç yeni problem oluşturuyor.

İlki, solun 2023 yılında, 21. Yüzyılın ilk çeyreği tamamlanırken evrensel ve enternasyonalist planda ne ifade ettiği, darlıkları, olanakları ve siyasal planda getirdiği yeni önermelerdir. İkincisi, solun Türkiye’de yaklaşan seçimlerde ve genel olarak Türkiye siyasal coğrafyasında sahip olduğu potansiyel.

İlk elde söylenecek olan şu: dünyada 1979 sonrasında önceki gücünü önemli ölçüde yitirmiş bir evrensel sol söz konusu. Neo-liberalizmin ve Yeni Sağ politikaların 40 küsuruncu yılındayız ve bazı çatlaklarına rağmen momentum devam ediyor 

II

Sondan başlarsak, TİP genel Başkanı geçenlerde gözüme çarpan bir açıklamasında dürüst davrandıklarını, halka yalan söylemediklerini ve ana politikalarını Türkiye’de ana muhalefet olmak üstüne kurduklarını söylüyordu. Çok önemli bir tespit olmakla birlikte bazı noktalara değinmek gerek şu küçük saptamada. Öncelikle sol neden iktidar olmayı hedeflemiyor da muhalefet olmayı güdüyor? Gerçekçilik ve dürüstlük kavramları doğrudur ve önemlidir, bir o kadar da mevcut siyaset ortamında açıklayıcıdır fakat solun kendisine iktidar değil muhalefeti hedeflemesinin daha derinde yatan nedenleri var ki, onları irdelemek gerek.

İlk elde söylenecek olan şu: dünyada 1979 sonrasında önceki gücünü önemli ölçüde yitirmiş bir evrensel sol söz konusu. Neo-liberalizmin ve Yeni Sağ politikaların 40 küsuruncu yılındayız ve bazı çatlaklarına rağmen momentum devam ediyor. Neo-liberal politikalar 1990’larda bilhassa Berlin Duvarının yıkılmasından ve Doğu Blokunun dağılmasından genel ve evrensel bir demokrasiyle bütünleşti ve o yoldan gelişti. Küreselleşme piyasa ekonomisini neredeyse tek iktisadi gerçeklik haline getirirken solun bir türlü tanım bulamadığı devletçilik/kamuculuk kitleler nezdinde inandırıcılık kazanmadı. Tek başına kapitalizm eleştirisi de etkili olmadı.

Kitleler nezdinde gerçekten etkili olan ve solu dar bir kulvara sıkıştıran ana konu yeni teknolojiler ve kapitalizmin onunla birlikte elde ettiği büyük ivmedir. Bir alanın genişlemeci politikalarla güç kazandığı bir dönemde onu eleştiren politikaların da aynı güce sahip olması beklenemez. Solun 1980’lerdeki ana kısıtlaması modernlik kuramlarında ve uygulamalarında izlenen tartışmalardı. Solun üç gerileme hattı ortaya çıktı.

  1. Sert modernleşmenin bir uzantısı olan Sovyetler Birliği, Çin ve Türkiye modelleri yeni sağ ve liberal politikalar karşısında geriledi.
  2. Küreselleşmenin getirdiği çoğulculuğa, çok-kültürlülüğe, evrensel demokratik ilkelere atfedilen önem çerçevesinde küreselleşme karşısında sol fazlasıyla zayıfladı ve geriledi.
  3. 2000’lerde kapitalizmin, kelimenin gerçek anlamında yenilediği teknoloji ve yerleşik olanı tanımlanamaz hale getirdiği teknolojik dönüşüm karşısında sol geriledi. Bu üç kayıp, zihinsel ve varlıksal büzüşme ertesinde solun söyleyeceği nedir?

Teknolojik bir üstünlükten söz ediyorsak teknoloji sermaye demektir. Teknolojik ilerlemenin öne sürdüğü koşullar doğrudan kapital temerküzüyle ilgilidir ki, bu çözülmesi gereken başlı başına bir probleme işaret eder

 

III

Sol için üretilen yeni kuramların gelip dayandığı nokta aşağı yukarı belli. Uzun yıllar boyunca devam eden bir gerçek vardı: zaman Bernstein-Kautsky çizgisinde gelişen sosyal demokrasiyi Stalinist-bürokratik sol çizgiye nazaran haklı çıkarmıştı. 1990 sonrasında biçimlenen yeni solun bu doğrultuda geliştirilmesi akla yatkındı. Öyle de oldu. Fakat sosyal demokrasinin kapitalizmle daha 20. Yüzyıl başında öngörülen uzlaşmacılığı doğru olsa bile çeşitli açmazlara sahipti. Her şeye rağmen sosyal demokrasinin tutumu neredeyse kaçınılmazdı. Çünkü teknolojik bir üstünlükten söz ediyorsak teknoloji sermaye demektir. Teknolojik ilerlemenin öne sürdüğü koşullar doğrudan kapital temerküzüyle ilgilidir ki, bu çözülmesi gereken başlı başına bir probleme işaret eder. Pikkety’nin kitabının bunca etkili olmasının nedeni bu gerçeği görüp kapitalizm-teknoloji ilişkisi içinde, çağın gerisine düşmeden yani teknolojik ilerlemeyi ihmal etmeden bir sol politikanın nasıl üretileceği hakkında kafa yormasındaydı.

Bugün kuramlar bu yönde gelişiyor. Kaçınılmaz. Teknolojinin özellikle yapay zeka ile geliştirdiği yeni toplumsal yapılanmalar söz konusu. Birincisi eskisi kadar çalışılmayacak. İşçi sınıfı anlamını dönüştüreli çok zaman oldu. Beyaz yakalılar gri/mavi yakalıların yerini aldı. Tüketim kültürü bir zehir gibi toplumlara zerk edildi. Yapay zekanın daha etkili kullanılmasıyla insanların boş zamanı örgütlü ve işlevsel toplum tarihinde görülmedik boyutlara erişecek. Tıbbi teknoloji ömrü daha doğrusu yaşlılığı uzattı. Erken emeklilik yaşıyla ortaya çıkan ve devletin üstlenmesi gereken muazzam bir zaman söz konusu. Söz konusu koşullar bunlarsa yeni sol kuramın sadece sermaye-sömürü ilişkisinden söz etmesi gerekir mi?

Sosyal devlet bir sol projeydi ve 1945 sonrasında Avrupa’da sosyalist, sosyal demokrat partiler, işçi partileri eliyle kurulmuştu. Ağrıyan kolu kesip atmaktaki beceriksizlik bugün o kesik kolun suratımıza attığı şamar olarak canımızı acıtmakla kalmıyor, utanç da veriyor.

IV

Gerekir mi sorusunun cevabı büyük bir evettir. Çünkü sömürü dünyanın hiçbir döneminde bugünkü kadar yüksek oranlara erişmemiştir. Ama yeterli midir sorusunun cevabı da aynı büyüklükte bir hayırdır. Sömürü bu düzeye çıkarken yapı ve nitelik değiştiriyor. Elit eğitimin önemi bugün çok yüksek, onu beslemek için ayrılan kaynak, kimse akıl etmese bile, bambaşka bir sömürü parametresi teşkil ediyor. Kısacası mağdurlar, madunlar toplumlarda muazzam hacimlere ulaşmışken ve kazanç dediğimiz unsur herkesi akıl almaz bir yoksulluğa itiyor. Solun değil, OECD’nin ve AB’nin raporları bu ürkütücü gerçeği işaret ediyor.

Öte yanda göçmenler var. Sadece uluslararası sularda canını yitiren göçmenler değil, Türkiye gibi kırsal alan nüfusunu hala büyük kente çok yakın tarihlerde aktaran ve göçün sürdüğü ülkelerin büyük popülasyonlara yetiştiremediği sosyal devlet imkanları o kitlelerin zaman içinde derin bir yoksulluğa ve çaresizliğe düşmesine yol açıyor ki, bu da birkaç kuşak sürecek bir tükeniş demek. Egemen sınıf ikamesinin en etkili aracı olan elit eğitime ulaşamayan kitlelerin gelecekleri şimdiden bir mahkumiyet kararı olarak boyunlarına asılmış durumda. Ayrıca 10-15 gün tatil için 355 gün çalışmak zorunda olan kitleler de var değil mi?

Son nokta: sosyal devlet bugün ne ifade ediyor? Herhalde son otuz yılda bu ölçüde yıpranmış ve işlevini yitirmiş ikinci bir kavram bulunamaz. Özelleştirmelerin kurduğu büyük yapı içinde sağlığın en pahalı hizmet olarak satın alınması, eğitime erişimin güçlükleri, bırakın onları, teknolojiye ulaşamamaktan dolayı yitirilen gelecek sosyal devlet kaybının ne ölçüde imkansızlıklar yarattığını olanca çıplaklığıyla saptıyor. Sosyal devlet bir sol projeydi ve 1945 sonrasında Avrupa’da sosyalist, sosyal demokrat partiler, işçi partileri eliyle kurulmuştu. Ağrıyan kolu kesip atmaktaki beceriksizlik bugün o kesik kolun suratımıza attığı şamar olarak canımızı acıtmakla kalmıyor, utanç da veriyor.

Kürt sorunundan yoksulluğa, eğitim sorunundan kentleşmeye kadar her alana yayılan bu sorunlar daha fazla mevcut modellerle çözülemez. Bir yüzyılın dörtte biri tamamlanmışken aranan çözüm koşullara uygun olmalı, toplumu çağıyla, günüyle bütünleştirmelidir. Solun müdahalesi olmaksızın bir adım daha atılamaz.

 

V

Türkiye’deki sol bugün böyle bir vizyonu ortaya koyuyor mu? Başta belirttiğim on yıllar boyunca devam etmiş devlet baskısı, iç bölünmeler, Marksist gelenek ve birikim eksiği (hatta ‘kültür’ eksiği) bugün solun ancak başını kaldırmasına ve külünden doğmasına olanak veriyor. Kaba, iyice yontulup perdahlanmış bir sol söylem söz konusu değil. Şimdilik kalın bir duygusallık üstünden gelişiyor sol. Dönüp bahsettiğim koşulları irdeleyecek ve onlarla ilgili görüşler, çözümler üretecek bir evrede değil henüz sol birikim. 1990’ların çabaları, birikimleri, ÖDP hareketi maalesef çok hızlı harcandı ve sonuçsuz kaldı.

Türkiye solu daima çok kalın çizgiler çekti ve temel zıtlaşma odaklarını dile getirirse yeterli olacağını sandı. Olmadı. Solun ideoloji ve çözüm önerisi olarak incelmesi şarttı. Hatta çok aykırı bir noktaya daha değinmek gerek: bugün yepyeni bir kuşak var ortada ve o kuşak kazanılmadan yani gençlik dışlanarak sol ilerleyemez. Tarihin hiçbir döneminde bu gerçek tersinlenmedi. Söz konusu nüfus ancak o güne ait kavramlarla bütünleşen bir sol söylemle kazanılır. Yeni kuşağın önermeleri solun evrensel ve ilkesel önermelerine birçok noktada ters düşüyor. Sol onları baştan reddetmemeli, onları işleyerek nasıl dönüştüreceğini düşünmeli. Bundan sonrasını kurgulayacak meseleler örneğin iklim sorunlarıdır. Herkesin ‘meteoroloji’ sorunu olarak gördüğü o problemin altında tarımın çökmesi, kırsal alan göçleri, yoksulluk ve elbette sömürü yatıyor. Standart, bürokratik işlere sırtını dönen genç kuşağın yaklaşımını da iyi okumak ve o tutumun nasıl daha geniş bir modele dönüştürüleceğini iyi görmek gerek.

Türkiye bugün çok sıkışmış bir topluma sahip. Toplumun iç çelişkileri akıl almaz boyutlara erişmiş durumda. Bununla birlikte büyük dönüşümler yaşıyor toplum ve sürekli olarak yeni sosyolojiler üretiyor. Kürt sorunundan yoksulluğa, eğitim sorunundan kentleşmeye kadar her alana yayılan bu sorunlar daha fazla mevcut modellerle çözülemez. Bir yüzyılın dörtte biri tamamlanmışken aranan çözüm koşullara uygun olmalı, toplumu çağıyla, günüyle bütünleştirmelidir. Solun müdahalesi olmaksızın bir adım daha atılamaz.

Neden mevcut modellerin işe yaramadığını bir örnekle açıklayayım.

Amerika’da 2021’de Gallup’un yaptığı bir araştırma var. Her şeyden önce o ülkede solu ‘Demokrat Parti’nin temsil ettiğini belirtelim. Kimse kendisini doğrudan sosyalist olarak tanımlamıyor fakat Amerikan Demokratik Sosyalizmi kavramı zaman zaman çeşitli örgütler ve girişimler aracılığıyla ve bazı tartışmalarda öne çıkıyor. Son seçimlerde daha sonra eldivenleriyle insanları etkileyen Bernie Sanders ve maalesef aday olmak için zorlayan ve başaramayan Elizabeth Warren her ne kadar sosyalist sayılabilecek fikirler öne sürdüyse de kendilerini ‘ilerici’ (progressive) diye tanımlıyor ki, Amerika’da ‘demokratik, liberal ve ilerici’ kavramları aynı kapıya çıkar. (Sanders ‘sosyalizm’ kavramının Amerikan toplumunda yarattığı tarihsel alerjiden ürkmüyor ve sıfatı kullanıyor.)

Kendisini o kampa yakın hisseden senatörlerden birine sosyalizm nedir diye sorulduğunda verilen cevap ilginç: ‘mesken, enerji, sağlık sistemi, eğitim, maliye ve ulaştırmanın kamu denetiminde olması ve bunların kâr amacı gütmeyen alanlar olması.’ Bugün sağ partiler de benzeri şeyleri söyleyebilir. Oysa sol sağ partilerle üslup benzerliği yaşadığı ölçüde yitirmeye muhtaçtır. Araştırmanın diğer soruları genel kamuoyunun yaklaşımını daha netleştiriyor. Amerika’da 70 bin üyesi olan Amerikan Demokratik Sosyalistleri örgütü (ki, ABD Sosyalist Partisi ülke genelinde hiçbir resmi kurumda herhangi bir temsilciye sahip değil) serbest girişimcilikle sosyalizmden esinlenen reformları birleştirmeyi temel ereği olarak seçiyor. Mevcut ekonomik sistemi herhangi bir sosyalist uygulama bağlamında reddetmeyen hareket, sendikaların daha güçlenmesinden ve şirketlerin daha şeffaf olmasından halka daha çok hesap vermesinden yana. Gene herhangi bir sağ parti de bu ilkelere karşı çıkmayacaktır.

Sorun yeni bir sosyalizm tanımıdır. Ne yazık ki, şimdi TİP bize onu getirmiyor. Arkasında harıl harıl işleyen bir teori makinası yok. Vakti de yok TİP’in o işe girişmeye. Ansızın gelişmiş bir durum karşısında TİP genel kabuller etrafında bir sosyalizm önermesinde bulunuyor.

 VI

Sosyalist bir dönüşüm için bu kadarı yeter mi sorusunun yanıtı açık. Türkiye’ye dönecek olursa işaret edilecek ve bu seçim döneminde etkili olması gereken bazı noktalar var.

Birincisi, Türkiye’de 1970’ten beri üstünde düşünülen ama çözülemeyen problem İdris Küçükömer’in getirdiği sol sağdır sağ da sol tezidir. Bu görüşün hala etkili olduğu besbelli ama benim baştan beri teze itirazım kültürel ve siyasal anlayışın ekonomik ve politik anlayışı ikame etmesidir. ‘Halk’ kavramının çerçevelediği bu model, halkın ‘değerleriyle’ bütünleşmeyi öngören bu model, maalesef ‘halkın’ bulunduğu yeri sol olarak görmekle yetinmiştir. Halka karşı sol yapacak hali yok kimsenin ama halkın değerlerini a priori benimseyen bir sol da kendi yanlışını içinde barındırır.

Türkiye’de solun batağını da hazırlayan sorun bir modernleşme anlayışından kaynaklanıyor. Hızlı ve yatırımcı bir modernleşme (buna diğer yazı ve kitaplarımda geliştirdiğim kavramla aktif modernleşme dedim) anlayışının ve toplumsal dönüşümün tutucu değerlerle özdeşleştirilmesi üstüne oturan, DP’den beri devam eden model kuşkusuz CHP’nin üstten ve geleneği bütün kapasitesiyle reddeden yaklaşımına (buna da pasif modernleşme demiştim) tercih edilebilir ki, edilmelidir de. CHP’nin 1930’lardaki devletçiliğini ise ne sol ne de ebedi bir model olarak görmek mümkün. 1929 ekonomik bunalımına karşı bulunmuş çözümün kısa sürede en sert otoriter yönetim anlayışıyla bütünleşmesi ancak dönemle ilgilidir. Daha sonraları devletçiliğin savunulmasıysa başka bir çözüm bulamamanın zavallılığını yansıtmıştır. Halkçılık adına halkı kendisine yasaklamış o otoriter zihniyet kendisini 1965’ten itibaren CHP içinde reddetmeye başladı ama hareket sosyalizm açılımı gösterince engellendi. Küçükömer’i değil bu dönüşümü esas almak gerekir ve bugünün solu ancak yeni bir sosyalizm tanımıyla bütünleşerek kendisine çıkış bulabilir.

Evet, sorun yeni bir sosyalizm tanımıdır. Ne yazık ki, şimdi TİP bize onu getirmiyor. Arkasında harıl harıl işleyen bir teori makinası yok. Vakti de yok TİP’in o işe girişmeye. Ansızın gelişmiş bir durum karşısında TİP genel kabuller etrafında bir sosyalizm önermesinde bulunuyor. Genel kabullerin sosyalizmin geleneksel evrensel ilkelerinden türediği muhakkak da onların hiç mi yenilenmeye ihtiyacı yok, yenilenmenin parametreleri neler olacak sorularını şimdilik bir kenara bırakıyoruz. Erteleme ihtiyacı ortadan kaldırmaz. Sol kendisini net şekilde tanımlamalıdır. Kaldı ki, hem genel politik pratik hem sosyalizmin tarihi, teorinin önceden çizdiği güzergahta yürümemenin ne türden ürkütücü yenilgi sonuçları getirdiğini bize Lenin’den beri gösteriyor.

Nihayet Türkiye’nin eşitsizlik sorunu en genel çizgilerinde şimdi açık ve kripto ulusalcıların yeri göğü yıkarak savunduğu ulus devlet bağlamında biçimlenmiş etnik kimlik politikasıdır.

Solun temel fikri kapitalizmle mücadeleye dayanır. Herkes o mücadeleyi zikrediyor ama nasıl olacağını bilmiyoruz çünkü kapitalizmin genel ve yeryüzü durdukça devam edecek var oluş nedeni olan ‘sömürü’ her gün şekil değiştiriyor. İlerlemenin büyüsü nasıl aşılacak ve sömürü nasıl engellenecek? Sosyalistler sömürüyü engelleyeceklerini, ortadan kaldıracaklarını somutlaştırmak zorundadır. Yani sosyalistler sosyalistçe konuşmalıdır. Öyle konuşmalıdırlar çünkü dünyada kimse karşısındakine ‘seni sömüreceğim’ demiyor. O gizli mekanizmanın çözülmesidir maksat. O meyanda sosyalistler Türkiye’de çok farklı düzlemlerde sistemin doğasından kaynaklanan sömürüyü, eşitsizliği hedeflemelidir. O da bir model konusudur.

Ve nihayet Türkiye’nin eşitsizlik sorunu en genel çizgilerinde şimdi açık ve kripto ulusalcıların yeri göğü yıkarak savunduğu ulus devlet bağlamında biçimlenmiş etnik kimlik politikasıdır. Daha 1990’larda gündeme gelmiş ve ne yazık ki sürekli şekilde gerilemiş çoğulcu toplum anlayışı sosyalistlerin öncelikli hedefi olmalıdır. Göç, mesken, sosyal güvenlik, eğitim sorunlarının temelinde de aynı eşitsizlik problemi yatıyor. Devam eden kırsal alan göçüyle ve daha uzun yıllar etkili olacak nüfus artışıyla sorun daha da büyüyecektir.

Sosyalistler sosyalizmin diliyle konuşmalıdır derken özellikle bu gerçeğe işaret ediyorum ve sol, ulusal sol, Kemalizm kavramlarıyla hesaplaşmasını tamamlamalıdır. Tarihsel ilericilik kapasitesi bazı kavramlarla özdeşleşmeyi gerektirmez, onlarla hısımlık yeterlidir. Solun ulusallığı her şeyin sahip olduğu ‘doğal ulusallıktan (?)’ niçin daha fazla olsun, niye sol, ulusal olduğunu sürekli şekilde kanıtlamak zorundadır ve niye o yükümlülüğünü yerine getirdiği ölçüde meşruiyet kazansın? O anlamıyla bakarsanız sol tüm siyasetlerden çok daha fazla ulusaldır ontolojisi gereği. Bu bakımdan sosyalistlerle Yeşil Sol Parti arasındaki etkileşim kaçınılmazdır.

Buradan hareketle bir belirlemede bulunmam gerekirse bugünkü Türkiye’de hayati derecede önemli iki sorunun demokrasi, ama en geniş anlamıyla demokrasi ve etnik meseleler olduğunu söylemeliyim. Sol da bu iki büyük gergefi işleyerek ilerleyecektir. Erkan Baş’ın etnik kimliği ve geçmişi hakkında söylenenleri hatırlamak dahi problemin boyutlarını ortaya koymaya yeter. Doğrudur, yangın varken lir çalınmaz. Ama onlarla meşgul olması solun daha büyük bir kanava oluşturmasına engel değildir. O kanavayı bu yazının işlediği tüm problemler hazırlıyor. Sol çok güçlü ve hızlı şekilde kendisini ‘modernleştirmeli’, geleneksel söylemini güncellemeli ve bugünün gerçekleriyle Türkiye ve dünya ölçeğinde yüzleşmelidir. CHP’nin pratiğini bu seçimde aşması olanaksızsa da bundan sonrası için bambaşka bir ufuk geliştirmelidir. Kaldı ki, CHP sosyalist veya sosyal demokrat olduğunu söylemese bile geleneksel ikonografisini de şimdi terk etmiş görünüyor. Hele Kılıçdaroğlu’nun din kimliğini açıklaması o partinin de artık başka bir platforma taşındığını açıklıkla gösteriyor. Sosyalistlerin tam da oradan hareket etmesi tüm bu olanakları kuşatması ve kuşanması ama ötesine geçmesi şarttır ve CHP gerçekten bir mihenk taşıdır.

Seçimlerin kapısında duruyoruz. Büyük, genel, modeller üstüne oturmuş, inandırıcı bir liderlikle bütünleşmiş sosyalizm de kapıda duruyor ve sosyalistçe konuşan sosyalizm, ütopyayla melankoli arasına sıkışmaya mahkum değildir.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI