Kazanamamak değil, bu kadar yaklaşmışken stratejik hatalar yüzünden can simidine tutunamayıp ıskalamak yıktı seçmeni. Geri kazanmak her zamankinden daha zor olacak. Üstelik batan gemiyi fareler de terk ederken… Kadınların daha iyi bildiği bir konudan örnek vereceğim: estetik cerrahide çok kullanılan bir yöntemdir: Vücutta dolgu yapmak için bir yerde fazla olan yağı alır, olmayan yere yerleştirirsiniz. Yıllar önce bir İtalyan cerrah gelmiş, bir grup gazeteciye bir gösteri yapmıştı. Hastanın karın bölgesinden alınan yağ, belli bir işlemden geçirilerek herhalde, göz altına enjekte ediliyor ve hastanın gözaltlarındaki morluk, önce sarı, sonra latif bir pembeliğe dönüşüyor, hasta birden gençleşiveriyordu. Bu dolguyu, çöken yanaklara, incelen dudaklara da silikon yerine yapmak mümkündü. Ne var ki bu işlem kalıcı olmuyordu. Çünkü şahane bir makine olarak yaratılmış bedenimizde her hücrenin yeri belliydi! Göbekten alınan yağ, bir süre sonra benim burada ne işim var deyip göz altından göbekteki yerine geri gidiyordu! Tıpkı aldırdığım benin yerine, yıllar sonra uğraşıp birkaç milim kaymış da olsa yeni ben yapması gibi! Keşke bunu yitirilmiş uzuvlar için de yapmayı başarsa, ama onu da hayalet ağrı denilen mucize açıklıyor. Beyin onun kaybını bir türlü kabullenemiyor? MUHAFAZAKÂR YERİNE GERİ DÖNER Bu uzun girişin nedeni Abdüllatif Şener vakası. Kendisiyle bir TV programında, Enis Berberoğlu’yla birlikte olmuş, sorularımla o kadar açmaza düşürmüştüm ki Enis program sonrası “Adamın CHP’de başa geçme hayallerini bitirdin!” diye takılmıştı. Abdüllatif Şener, AK Parti’nin dört kurucusundan biridir. Bu dört kurucudan partiden ilk ayrılandır ve ayrılırken de partisini namussuzluk, çıkarcılıkla suçlamış, bu nedenle de muhalif kesimde büyük sempati toplamıştır. Hatta ben o zaman bu “dürüstlüğü” Mülkiyeli olmasına yormuştum. Abdüllatif Şener, o zamanki muhafazakâr dindar kimliğiyle SBF’de dışlanmış, derslere bile pek girememiş, sınavlara dışardan katılmış ama yine de feyz almıştı. Zaten mezunu olduğum o zamanki adıyla BYYO ve doktora çalışmalarımı yürüttüğüm ve daha sonra da YÖK’le tasfiye edilene kadar öğretim üyesi olduğum SBF’de bu sağcı öğrencilerin solcu öğrenciler tarafından derslere sokulmamasına hep çok karşı çıkmıştım! Sınavlarını özel korumalar altında yaparken ben utanırdım da “bizimkiler” “Saksıda faşist yetiştiriyorsunuz!” diye bize kızarlardı. İşte bizim hatalarımızla da yüzleşmemiz lazım, bu yüzden Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme siyasetini çok doğru bulmuştum. MİLLETVEKİLİ OLUNCA İYİ Gelelim Abdüllatif Şener vakasına. Kendisi, ağır suçlamalarla ayrıldığı kendi partisinden CHP’ye geçip Konya’da partiye bir milletvekilliği kazandırdığı zaman baş tacı edilmiş miydi? Edilmişti. Bunun dışında partiye bir yararı olmuş muydu? Gördüğümüz kadarıyla hayır! Fevkalade az sayıda milletvekili çıkarabileceği bir durumda liste yaparken Kılıçdaroğlu kendisini listeye koymamış, olanlar olmuş muydu? Abdüllatif Şener istifa etti. Görev yaptığı partiye oy vermediğini açıkladı. Çağrı gelirse AK Parti’ye de dönüş yapacağını duyurdu. Mehmet Tezkan’ın deyimiyle RTE’ye mektup yazdı. Yani yağlar yerine geri dönüyor, ait olduğu yere. MİLLETVEKİLLİĞİ GÖREVDİR, MESLEK DEĞİL Bir de siyaseti kendi çıkarı için yapanlar var, bunu görünce yüreğimizi parçalayan, midemizi bulandıran. İlk ikiye Teğmen Çelebi ve Metin Feyzioğlu girer. Çelebi’ye geleceğin genel kurmay başkanı, Atatürkçü teğmen diye bakılıyordu. Cezaevinde ziyaretine gitmiş, gözyaşlarımı tutamamıştım. Mahkemedeki savunması bir şaheserdi. Çıkınca CHP’li oldu, listeye giremeyince saptı. AK Parti’ye giriş rozeti takılırken ki biat etmiş görüntüye de midem bulandığı için bakamadım! İkincisi de Barolar Birliği Başkanlığı’ndan  CHP Genel Başkanlığına, oradan cumhurbaşkanlığına yürümeyi bekleyen, tok sesli, yürek yakan konuşmacı Metin Feyzioğlu’dur. Kıbrıs’ta büyükelçilikle yetindi, ülkenin başına geçmeyi beklerken Lefkoşe’nin sıcağında memnun mesut oturuyor!
Ankara’da oturup muhalefetin tatlı uyuşukluğunda seçime kadar çalışmayan milletvekilleri ve desteklenmeyen parti teşkilatlarıyla bu kadar oluyor! Değişimden kastedilen sadece Kılıçdaroğlu değildir, çevresindeki bütün stratejistlerdir
LİSTELER YANLIŞ Bu listeye yedinci kez, altıncı kez havadan inen, yeri garanti milletvekillerini de eklemek lazım. Kılıçdaroğlu’nun en büyük suçu aday listeleridir. Seçmenin taleplerini değil, parti dengelerinin hesabını önde tuttuğu için. Gürsel Tekin yeniden başkan adayı, niye? Çarşaflı kadınlara partiye üye rozeti taktığını unutmadık! Efendim CHP’nin oyu yüzde 25’ti, yüzde 25 kaldı, onun için başka kesimlere açılmamız lazım. Ben de bunu yıllardır yazıp söylüyorum. CHP’nin oyu yüzde 25, çünkü CHP bu siyaseti ve aday listeleriyle, şehirli, tuzu kuru, eğitimli ve siyasetle seçim zamanı dışında ilgilenmeyen kitlelerden oy alıyor. Onların sayısı ve oranı da bu kadar. CHP köylüden oy alamıyor, kırsaldan oy alamıyor, işçiden oy alamıyor, işsizden oy alamıyor, çünkü onların ayağına gidemiyor, bir tek Orhan Sarıbal’la olmuyor? Ankara’da oturup muhalefetin tatlı uyuşukluğunda seçime kadar çalışmayan milletvekilleri ve desteklenmeyen parti teşkilatlarıyla bu kadar oluyor! Değişimden kastedilen sadece Kılıçdaroğlu değildir, çevresindeki bütün stratejistlerdir, demeç verdiği zaman hemen arkasında sıralanan bütün 7 yıllık milletvekilleridir. Başarısızlık bir kişinin değil, en az 40 kişinindir. BAŞARISIZLIK DEĞİL, ISKALAMAK YIKTI Bu eleştirileri yaparken CHP’nin ve altılı masanın aldığı yüzde 48 oyu küçümsediğim sanılmasın. Elbette büyük başarıdır. RTE, bu maçı kendi oyu olduğu varsayılan 60’a 35 alamadı. Bizim tarafın da büyük düş kırıklığı ve depresyona girme nedeni, bu iki puanlık farkı nasıl olup da 4 puana çıkaramayışımız, başarıya bu kadar yaklaşmışken elimizden bu büyük fırsatı kaçırışımızdan. O kadar umut bağlamıştık ki, adalete, hukuka, laikliğe, demokrasiye o kadar yaklaşmıştık ki, tıpkı dalgalı denizde boğulmak üzereyken uzatılan can kurtaran simidine tutunamayıp dalgalara yenik düşmüş gibi hissetmemiz bundan! Doğa katliamına, hukuksuzluğa, yolsuzluğa dibine kadar batıp boğulacağımız, Afgan, Suriyeli göçmen dalgasının istilası altına girip en değerli beyinlerimizi yurt dışına kaçıracağımız korkusuyla ağlamamız bundan! Öfkemiz yenilmiş olmak değil, karanlığa mahkûm edilmiş olmak! Bunun için canhıraş çalışmak gerekirken sandıklara tam hâkim olamadık açıklaması kahrediyor bizi. Yanlışlarımızı bilmek ve raporlamak iyidir. İstanbul’u, Ankara’yı vermemek birinci hedefimiz olmalı. Onlar Fatih Sultan Mehmet'in yeniçerileri ruhuyla saldıracaklar hurçlara. Yağmalamak için! Oysa İBB nihayet ve gerçekten hizmet için yönetiliyor, İBB Miras, İBB Kültür, İBB Metro, İBB Denizcilik, İBB Beltur harika işler yapıyor. Açılan kütüphaneler sabahlara kadar dolup taşıyor. Kreşler, yardımlar öyle. Bunların TÜRGEV ve dini vakıfların arpalığı olmasını istemiyorsak asılmalıyız. Kavgayı bırakıp akılcı olun. Düş kırıklığımızı yenin, hizmetlerinizi doğru düzgün herkese anlatın, bire bir anlatın, çünkü medyayı bitirdiler. Cumhuriyet’in hâli bile ortada ama ayrı bir yazı konusu. İsimlerin değil, stratejilerin değişmesi önemli. Yoksa CHP seçmeni diye bir şey kalmayacak, sala binip açılacak hepsi, bizi alacak ülke bulursak tabii.