DR. GÜN TAŞ
Hukukun üstünlüğü ifadesi hem medyada hem de siyasette sıkça yer almaktadır. Sık sık atıfta bulunulsa da nadiren iyi açıklanır ve gerçek anlamı genellikle kaybolur. Kavramın temel anayasal önemine rağmen hukukun üstünlüğünün anlamı iyi anlaşılmazsa, ona meydan okunması ve yıkılması riski büyüktür. Aynı zamanda iktidarın doğası ve hukuk ilişkisi de aynı riskin içinde yer almaktadır.
Fouault'nun on içgörüsü
İktidarın doğasına ve hukuk ilişkisi ile ilgili çalışmaları bulunan Michel Foucault’un iktidarın doğasına ve hukuk ilişkisine dair on içgörü ileri sürmüştür. Bunlar: i) İktidar kötü bir şey değildir, ii) İktidar ortadan kaldırılmaz, iii) İktidar güçlülerin tekelinde değildir, iv) İktidar her yerdedir, v) İktidar her zaman direnişi kışkırtır, vi) İktidar bilgiyi şekillendirir, vii) İktidar hakikati belirler, viii) Hukuk bir iktidar stratejisidir, ix) Hukuk birçok iktidar stratejisinden yalnızca biridir, x) İktidar ve söylem öznel değildir.
Foucault, "hakikat" olarak sunulan çoğu iddianın, iddiayı ortaya atan tarafından iddianın ortaya atıldığı kişilerin bilgi ve anlayışlarını şekillendirmek ve rakip iddiaları yıkmak veya zayıflatmak isteyen güç ifadeleri olarak görülebileceğinde ısrar etmektedir. Bu "kötü" bir şey olarak ya da kaçınılması gereken bir şey olarak sunulmamıştır. Rakip hakikat iddialarını kesişen ve etkileşen güç vektörleri olarak görerek ve bu kesişme ve etkileşimleri analiz ederek, doğruyu yanlıştan ve haklıyı haksızdan ayırmaya çalıştığımız daha basit, ikili yaklaşımdan daha bilgilendirici ve gerçeklikle daha uyumlu bir anlayış elde edebiliriz.
Taraf seçmenin cazibesi
Örneğin, toplum içinde kendini ilerici olarak tanımlayanlar ile muhafazakâr olarak tanımlayanlar arasındaki bölünme ile karakterize edilen günümüz siyasi ortamı düşünelim. Her iki taraf da kendi bakış açısını gerçek olarak sunmakta, her iki taraf da diğer tarafın iddia ve argümanlarını yanlış yönlendirilmiş, cahil ya da yalan haber olarak nitelendirmekte ve her iki taraf da diğer taraftakileri taraf değiştirmeye, uymaya veya en azından cehaletlerini kabul etmeye ikna etmeye yönelik stratejiler uygulamaktadır. Bu stratejiler arasında rasyonel argümanlar ve samimi söylemler yer almakla birlikte zorbalık, istismar, acımasızlık, sataşmalar ve isim takmalar da yer almaktadır. Bu kültür savaşlarında bir taraf seçmenin güçlü bir cazibesi vardır, ancak geri adım atıp söylem alanını bir bütün olarak görmek, tartışmalara ve argümanlara güç vektörleri olarak bakmak, her iki tarafın da kullandığı stratejileri ve güç teknolojilerini göz önünde bulundurmak ve bir tarafın her güç uygulamasının diğerinin direnişini ve tepkisini nasıl kışkırttığını görmek, yararlı ve bilgilendirici olabilir. Böyle bir yaklaşım, birinin tercih ettiği söylemdeki zayıflıkları ve kusurları, diğerinin ise güçlü yanlarını ve içgörülerini tespit etmeyi mümkün kılar.
'Temel insan haklarını korumayan yasalar, hukukun üstünlüğüne aykırıdır'
Hukukun üstünlüğü, bir toplumun eşitsizlik ve önyargı gibi sorunları ele alarak değişmesi için düzenli bir yöntem sağlar. Eğer hukukun üstünlüğü kamuoyu nezdinde desteğini kaybeder ise, önemli toplumsal meseleleri ele almak üzere demokratik bir toplumda düzenli bir değişim sağlamanın en etkili yöntemini de kaybetmiş olacaktır. Hukukun üstünlüğü hem basit ve karmaşık hem de epistemoloji ve ontoloji sahaların konusu olan bir kavramdır. Kavram basittir, çünkü hukukun üstünlüğü, herhangi biri veya başka bir şey tarafından değil, kanunlar tarafından eşit ve adil bir şekilde yönetilmesini sağlar. Bu durum, kanun yapıcıların bile başka kanunlar yaparken temel kanunlara uyması gerektiği manasına gelmektedir. Diğer taraftan kavram karmaşıktır, çünkü basit önermesinin ötesine geçtiğimizde kapsamı üzerinde anlaşmaya varılamaz. Bu durum birçok tartışmaya, yazınsala, uygulamaya ve kurguya konu olmuştur. Yani, siyasi amaçlar ve sloganlaştırma için bir silah olarak kullanılmaya çok müsaittir. Ancak, özünde çok açık, anlaşılır ve nettir: Toplumu yöneten yasalar bilinmeli ve şeffaf olmalı, toplumdaki hiç kimse yasa yapıcıları da dahil olmak üzere yasaların dışında kalmamalı veya yasalar önünde kayırılmamalıdır. Thomas Bingham’ın "The Rule of Law" (Hukukun Üstünlüğü) adlı eserinde tanımladığı şekliyle hukukun üstünlüğü; "yasaların temel insan haklarına yeterli koruma sağlaması gerektiği"dir. Sonuç olarak bu temel hakları korumayan yasalar, zaman içerisinde gelişseler bile hukukun üstünlüğüne aykırıdırlar.
Bir kez özel baskı ve şiddeti düzenlemek için pozitif yasalar oluşturulduğunda, iktidarın veya hükümetin kendisi keyfi ve şiddet yanlısı hale gelebilir. Bu durum da, yasaların hükümet eylemlerini düzenleyecek şekilde genişletilmesine yol açabilir. Böylece hukukun üstünlüğü sadece "vatandaşlar arasında bir kural" olmaktan çıkar ve bunun yerine "yöneticiler arasında bir kural" haline gelir. İşte hukukun üstünlüğü bir idea olarak yöneticilerin arasında bir kural olmaması ve kamusal ve özel keyfiliği en aza indirmesi için tasarlanmıştır. Hukukun üstünlüğü, yasallığa saygının sosyolojik bir bağlamının uygun yardımı olmadan varlığını sürdüremeyecek belirli bir sosyo-politik-kültürel ortama bağlıdır. Bu nedenle hukukun üstünlüğünün gerçekleştirilmesinin yasal-kurumsal ve politik bir başarı olduğu kadar kültürel bir başarı olduğunu söylemek de mümkündür.