Salı, Nisan 23, 2024

“Sıvanmış paçalar” ve düşlenen “Sandık deresi”

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.

Bir asırdır çölleşmiş topraklarda, kısıtlı olanaklarla hele, su yolu filan döşenmez. Çölde serap gibi seçim sandığından şırıl şırıl akacak oy suları düşlenmez. Yağmur duasına çıkılmaz.

Kafamı nereye çevirsem gördüğüm “siyaset” tartışmaları üzerine, bir kez daha şunları hatırla(t)mak gereksinimi doğdu.

Siyaset yönetişimi aile içinden geniş topluma kadar, yaşanması beklenen ve öngörülemeyen olaylara ilişkin eylemleri içerir.

Kaldı ki, demokratikleşme sürecinin de kendi anlatısı, ona özgü ilkeleri ve dinamikleri  vardır.

Dolayısıyla, bu noktadan öteye daha fazla ilerlemeden hemen şu üç hususu da vurgulamak gerekir:

  • Böyle bir siyaset anlayışı iktidar/muhalefet gibi ikicil pozisyonlara indirgenip sıkıştırılamaz.
  • Tüm bileşenlerin, elbette farklı tür, derece, bağlam ve zamanlarda olmak kaydıyla, sürece katkısı söz konusudur.
  • Süreç yönetişimi de hem bireysel, hem de kolektif düzlemlerde belirli bazı bilgi ve becerilerde yetkinlik gerektirir.

 Geçtiğimiz yıl üzerinde geniş çaplı oydaşma olan az sayıdaki görüşlerden biri kötü yönetildiğimiz idi. Elbette bundan sorumlu tutulanın salt iktidar olduğu anlayışı bile, bu üç ölçüt açısından başlı başına büyük ve ciddi bir yanlış.

Hal böyleyken, iktidardan anlaşılanın kendisine aşırı güç atfedilen ve teslim edilen tek bir kişinin olması dehşet verici bir gerçek. Tabii kast edilen bu iken eskisi gibi ima bile edilmeyip açıkça söylenmesi, çoğu zaman da halka şikayetlerde öznesiz ve işaret edilen AKP mi, Cumhur İttifakı mı, “parti devleti” mi, “rekabetçi başkanlık sistemi” mi belirsiz ve gelişi güzel kullanılması, değil demokratik toplum (inşası?), nitelikli siyaset açısından tam bir facia.

Açıkçası, Türkiye’deki kolektif demokratikleşme bilincinin ve toplumcu siyaset iç görüsünün yukarıdaki ölçütlere göre son derece ham kalmış olduğu kanısındayım.

Bu da bugün yine taze örneklerini gördüğümüz gibi, ne asgari ücret, ne de asgari muhalefet için yeterli. Zaten demokrasinin de asgarisinin – yani tıpkı hamilelik filan gibi- azı veya çoğunun olamayacağını da bu köşede hep yazdım.

Nitekim yıl boyunca hızlı değişen gündemle birlikte değişmeyen bu süreci adım adım izledim, yorumladım ve gerekli uyarıları da zamanında yaptım. O bakımdan, yılın bu son yazısında Politikyol vitrininde kenarda köşede duran yazılarımı  (tozunu veya örümcek ağını, vs alıp)  sıklıkla “zor”, “ağır”, “uzun”, “yoğun” bulanlar veya “oku(ya)mayanlar için “hap” gibi özetleyeyim dedim.

Fakat baktım ki her haftalık yazı için bir cümle yazsam dahi sığdırmam olanaksız. Bari her ay için birerden, bir düzine ana mesaj derleyerek bir 2022 retrospektifi çıkarayım:

Türkiye’nin asırlık toplumlaşma tarihçesinin 2022 başındaki tablosu, özdüşünümsellik şöyle dursun, kolektif muhakemesinin pek de sağlıklı gelişmemiş olduğunun pek çok göstergesi ile dolu.

Ülkede iktidar, muhalefet ve muhalefete muhalefet açık veya örtük bir ittifak içindeler. Hangi taraf, hangi tarafı ve ne ile suçlarlarsa suçlasın, ülkenin ortaklaşa siyasi yönetişimi için işbirliğindeler. Ne yazık ki, elbirliği ile sözleşmişçesine toplumun sınır kolektif karakterinin tüm sınırlarını adamakıllı zorluyorlar.

İktidarın siyasi manevraları, güç odaklı ve kaba şiddet imalı tehditleri insanları iyice ürkütüyor.

Haksız tutukluluk ve göz altılara, yersiz ve son derece tipik yansıtımsal ithamlı soruşturmaları ekleniyor.

Artık korku ve endişe siyaseti de yetmedi; topluma doğrudan umutsuzluk, damardan uyuşturucu retorikler, sanrısal dehşet ve paranoid kuşku aşılanmaya geçiliyor.

Muhalefetteki partilerin iktidarın iktisadi planlarını veya siyasi niyetlerini ussalcı ve ulusalcı okumaları ya önden, ya da geriden geliyor.

Popülist siyaset alışkanlıkları ile meydan okuyup, yangına körükle giderek “oy toplamak” marifet sanılıyor.

Keza ilkeli şaşkınlıkları, iktidarı şikâyet ve uyarıları veya nazireleri sadece halkın çaresizliğini artırmaya yarıyor.

Toplumun gerek entelektüel, gerekse duygusal salınımları uçlar arasında hızlı ve dramatik gelgitler gibi iniş çıkışlar şeklinde seyrediyor.

Artık gündem her hafta veya her gün değil, saat veya dakika başı değişiyor.

Dikkatler oradan oraya, bir çözümsüz sorundan diğerine, odaksız dağılıyor.

Her köşe bucakta somut maddi sıkıntıların üstüne üstlük, zihinsel konfüzyon, panik havası ve aşırı güvensizlik kol geziyor.

Kurumsal muhalefete ve ittifaklara bölük pörçük muhalefet sergileyenler ise kendi ideolojik inat veya idealist dik başlılıkları ile yarına çapa atmak peşindeler.

Oysa onlar da, yarını çoktan bugüne getirmiş sabırsızların öfkelerini, umutsuzluklarını ve böylece kararsızların, partisizlerin sayısını çoğaltmaktan başka hiç bir iş görmüyorlar.

Açıkçası, her bir siyasi oyuncu bu yüce, yarık ve yaralı melez toplumun tarihsel zafiyetlerini farklı araçsallaştırıyor.

Bazıları bilerek ve isteyerek, bazıları bilmeyerek ve istemeyerek de olsa, popülizmde sonuç hiç fark etmiyor.

Bu geniş tabanlı, gizil ittifak veya örtük işbirliğinden, tüm Türkiye zarar görüyor.

Daha da acı olanı, siyaseti “pragmatik faydalı sebeplerle ve geçici bir süreliğine” araçsallaştırdıkları palavrasını kendi kendilerine veya topluma tekrarlasalar da, ne toplumu ne de zamanı doğru okuyamamaları!

Zira bu öznel ve özel dönem, “farklı yönetişim bilgisi ve becerisi” gerektirir.

Geçtiğimiz sene boyunca Türkiye özne öncülünün “yönetişim becerisi” ve “kolektif entelekti” güçleneceğine daha çok geriledi.

Bütüncül özneleşme yolunda, toplumcu ve eleştirel Sol duyusu bir yana, sağduyusu bile büsbütün parçalandı. Un ufak oldu.

Hakikat-ötesi dijital iletişim teknolojilerinin ve sosyal medyanın da bulaştırıcılığı ile kendine-merkezli bölünmeler hızlandı.

İnsanların topluma ve kendine yabancılaşma duyguları katlanarak arttı.

Hele yeter ki kendi çarkları dönsün diye, her türlü insanlık virüsünü hızla bulaştıran medyada -gelenekseli (a)sosyali, yazılısı sözlüsü farketmeksizin- zerre kadar iş yok.

Zaten “kimlik siyasetlerinin” hiç kimseye hayrı yok.

Kaldı ki, karakter, kimlik, benlik, kendilik, birey, toplum, kültür, ahlak, vb. başta olmak üzere temel sosyal bilimsel kavramlarının ayırdında olmaksızın; bunların iktisadi, toplumsal, siyasi, hukuki, pedagojik, psikolojik ve kültürel yaptırımlarını bilmeksizin veya önemsemeksizin, bilimi de fetişleştirip bilim okur-yazarlığı olmayan topluma pompalayan akademiden de bize fayda yok.

O halde,  birbirimizle etkileşerek öğrenmeye devam.

Eleştirerek düşünmeye devam.

Özür dilerek burada bir “itiraf” için durayım. Söylediğim gibi, 2022’nin ilk yazısından başlamak üzere Ocak başına gittim. Fakat özetleyemedim ne yazık ki. Çünkü buraya kadar olanların hepsini ve devamını ben de şimdi, sanki dün gece yazıp da unuttuğum veya bilgisayarımda yok olup ortaya çıkmış bir yazı imiş gibi okudum ve aynen aldım.

Sabit fikirli veya takıntılı biri filan da değilimdir. Ayrıca önceki sene vermiş olduğum ders bile  olsa, kendini tekrarlamayı seven veya becerebilen bir hoca da sayılmam. Fakat aradan tam bir sene geçmiş, esasen ve usulen, siyasetin mantığında ve zihniyetinde değişen tek şey olmamış. Nitekim son yazımın başlığına bakınca bir de ne göreyim: “Akvaryum ahmaklığı.”

Zaten 2022’nin favori sözcüğü son dakikada yarışa girip kazanan ‘ahmak’ oldu. Yıla damgasını vuran olay ise daha en başından itibaren “sakat” (“portatif”!) ve “dengesiz” (“Sol-Sağ bacaklar ve tekerlekler”!) bulduğum Altılı Masa’nın kurulması idi.

Tabii muhalefet açlığı ve demokrasi eksikliği çeken herkes alkışlarken, algoritma, usul ve esas açılarından asla yeterli bulmadığım, zira “ölü doğum” olarak gördüğüm için de onlara kesinlikle katılamadığım GPS idi.

İktidara yönelmiş öfkenin (tek başına Erdoğan açmış bile olsa), zaten halkın bizzat yaşayarak  ve acı çekerek gayet iyi bildiği yaraların, “Biz nasılsa onları sonra  İYİ-leştireceğiz” diyerek kanata kanata, ne “ortak düşman” iktidarın devrilebileceğini, ne de “demokratik ortak payda” olmaksızın demokrasiye geçilebileceğini, önceki sene de sık sık hatırlatmış idim oysa.

Tersine; böyle bir siyasi yönetişim ile mazlum iktidarın ancak güç toplayacağı, toplumu hem sandıktan, hem muhalefetten adamakıllı soğutacağı ve dahası tüm birikmiş yılgınlığı, çaresizliği ve öfkeyi de kendine/muhalefete döndüreceği konusunda  da zamanında ve yeterince uyardım.

Hala da pek çok yönden ciddi ve gerçek bir “temsiliyet” sorunu olduğu kabul edilmiyor. Düşledikleri sistem ve toplum tasarımının ne (meta)kuramsal ve bilimsel bilgiye dayalı yanlışları, ne de Türkiye toplumunun gerçeklerinde karşılığı olmadığı görülüyor.

Temel siyasî kriz veya “ortak CB adayı” paradoksunu kapalı kapılar ardında bile çözmemekte ısrar ediliyor.

Ülkede hem “yüzsüz” dedikleri iktidarın “adrese teslim, kişiye göre tanımlanmış ve kayyım atadığı makamları”, geçmiş anti-demokratik vesayetler filan kınanıyor. Hem de hak etsin etmesin,  liyakatli olsun olmasın, bal gibi belirli bir kişiye işaret eden bir aday düşünülerek “biçmiş oldukları kaftana” şimdi “yüz-süz” bir kişiyi bulup, giydirip, halka seçtirip, iktidarı ele geçirmek filan  düşleniyor!

Ellerinde de iyi ki bir GPS var. Tıpkı “ezgin ve üvey kız çocuğu” Sindirella’nın pabucu gibi. Bakalım şu bezgin ve gezgin toplumda kimin ayağı kesilip biçilmeden, kurşun sıkılmadan, kana(kı)tılmadan bu pabuca tam uyacak?

Oysa bugün muhalefetin önünde hiç bir spekülatif fanteziye ve hesaba yer bırakmayan, son derece gerçek bir Anayasa değişiklik önerisi var. Üstelik temsili demokrasinin meşru ve sahici arenası olan TBMM’de, demokrasi (inşası?) adına algoritma, usul ve içerik açısından toptan geri çevrilmesi gerekiyor. Öncelikle siyasetin orada yapılarak “muhalefetin vücut bulması” ve “varlığını kanıtlaması” lüks bir siyasî ayrıntı değil; laik ve demokratik, özerk ve özgür Cumhuriyet için hayatî bir zorunluluk arz ediyor!

Buna odaklanmak yerine, ülkede hem siyaseti vıcık vıcık lümpenleştirip, kişiselleştiriyorlar. Hem de, kendi kafaları bulanık bazı siyasiler ve sözde siyaset analizi yapan kişiler, şimdi de yazının başında değindiğim türden “iş-güç-el birliği” ile, aday adayı kişileri itibarsızlaştırmak için her şeyi yapıyorlar.

Kısacası sorun baş namzet Kılıçdaroğlu filan da değil. Onunla (da) pekala olur ve “her şey daha güzele ve iyiye doğru pekala dönüştürülebilir.

Velhasıl , başlıktaki göndermem geçtiğimiz yılın da özeti: “Dereyi görmeden paçalar sıvanmaz”! Zaten çoğunluk bu sözün anlamını bilse bile, bunun en yaygın ve evrensel bir zeka testi maddesinin yerel adaptasyonu olduğunu bilmeyebilir. Yaşamın içindeyken, yani eylemde yapmamak ise apayrı bir “siyaset zekası” türü!

Yani bir asırdır çölleşmiş topraklarda, kısıtlı olanaklarla hele, su yolu filan döşenmez. Çölde serap gibi seçim sandığından şırıl şırıl akacak oy suları düşlenmez. Yağmur duasına çıkılmaz. Hele bir de tropik yağmurlar gibi yağıp geçecek olursa eğer, yüzde yüz o tılsımlı kanaldan akacağına inanılmaz. Totem yapılmaz!

Günün, haftanın, ayın, yılın sonunda, biz yine gelelim haybeye yazılmış ve dijital çöplüğe salınmış bu yazıları sürdürmemin nasıl bir ahmaklık olduğu konusuna! Üzerlerindeki ve anlamları doğru açımlanmadıkça daha çok dikkatimi çeken bazı “simgesel çiplerin” siyasî retoriklerdeki izlerini sürmek kendi perspektifimden ne kadar kolay ise, “kolektif ahmaklığa” katkılarını kestirebilmek o ölçüde zor.

Yazı biter. Yıl biter. Asır biter. Dilde tüy biter. Söz bitmez!

“Kısmet” ise yeni yılda görüşmek üzere…

Mutlu Yıllar!

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI