Cumartesi, Nisan 20, 2024

Sıradan insanların da bir tarihi vardır

Doç. Dr. Hakan Koçak ile Türkiye genelinde ve İstanbul özelinde emek hareketinin tarihini ve bu tarihin gelecek nesillere aktarılmasında öncü olan yazar ve akademisyenleri konuştuk. İstanbul’da neo-liberal emeksizleştirme politikalarının sonuçlarına değindik. Koçak; “Sıradan insanların da bir tarihi vardır o da  Emek tarihidir” diyor

Çiğdem Boz

Emek tarihi çalışmalarının önemi nedir size göre? bu tarihi iyi anlamak ne açıdan önemlidir?

Emek tarihi bize toplumun çoğunluğunun sesini, deneyimini taşır. Tarihin büyük insanlar, kahramanlar tarihi olmadığını, toplumların öteden beri sınıflı toplumlar olduğunu ve farklı sınıflar için yaşananların farklı anlamlar taşıdığını gösterir. Emek tarihi emekçilerin gündelik yaşamından, çalışma mevzuatının oluşumuna, sendikal örgütlenmelerin ve mücadelelerin geçmişinden, sosyalist hareketin katkılarına kadar çok geniş bir alana sahiptir. Dünü bilmek kadar bugünün emek hareketinin gelişimine de katkı sağlayan, emeğin kolektif belleğini oluşumuna hizmet eden bir yönü de vardır.

Bu tarihi anlamak, bizde çok güçlü olan şoven, milliyetçi, devlet eksenli, militarist tarih algısına ve kazananların, güçlülerin tarihine karşı alternatif bir okuma sunar. Tarihe bakışı demokratikleştirir, yeryüzüne indirir, gerçekçi ve nesnel kılar, biz sıradan insanların da bir tarihi olduğunu işaret eder ve emeğin eyleme kapasitesini güçlendirir, onun özneleşmesini sağlar.

Türkiye’de emek tarihi çalışmalarının geçmişini kısaca özetlesek nasıl bir tablo çıkar? Belli dönemlemeler yapmak mümkün mü?

Türkiye emek tarihçiliğinin erken örnekleri olarak Lütfi Erişçi, Kemal Sülker gibi isimleri sayabiliriz. Erişçi’nin 1951 tarihli Türkiye İşçi Sınıfının Tarihi adlı eseri doğrudan emek tarihini konu alan çalışması ve Sülker’in gazeteci, sendika dergileri editörü olarak içinde yer aldığı 50’lerin sendikal deneyimlerini derlediği kitapları alanın öncüleridir.

Belki daha öncesinde Almanya’dan Türkiye’ye gelerek akademide görev alan sosyal politikacı Gerhard Kessler’in yönettiği İçtimai Siyaset/Sosyal Politika Kürsüsü hocalarının yazılarını ve yakın zamanda Türkçeye kazandırılan Arhangelos Gavril‘in ‘Anadolu Osmanlı Demiryolu ve Bağdat Demiryolu Şirket-i Osmaniyesi İdaresinin İçyüzü’ adlı kitabını da bir anlamda emek tarihine katkı sunan çalışmalar olarak zikredebiliriz.

Ama emek tarihimizdeki asıl yükselişin 1960’ların, 70’lerin devrimci atmosferi içinde gerçekleştiğini söylemek doğru olur. Oya Sencer’in 1969’da İstanbul Üniversitesi’nde olay yaratan doktora tezi Türkiye İşçi Sınıfı Doğuşu ve Yapısı kitap olarak basılmış, büyük ölçüde birincil kaynaklara dayalı çok önemli bir araştırmadır. Yanı sıra o yıllarda Şunurov, Rozaliyev gibi Sovyet Türkologlarının kaleme aldığı-nesnellik ve güvenilirlik sorunları da olsa da- çalışmaları da anmak gerekir. Bu yılların sonuna doğru başlayan Zafer Toprak katkıları çok önemlidir.

Sonrası…

80’lerde M. Şehmus Güzel’in yoğun gazete taramalarına dayalı kapsamlı doktora tezi (ki çok geç bir tarihte Tüstav yayınları arasında kitaba dönüşmüştür), Mesut Gülmez’in olağanüstü titizlikte belge ve arşiv taramalarına dayalı geç Osmanlı, erken Cumhuriyet çalışma mevzuatının oluşumuna dair eserleri dikkat çekicidir. 90’lar sonrası alanın üstadı saymamız gereken Ahmet Makal hocamızın ünlü Türkiye Çalışma İlişkileri Tarihi üçlemesi alanın standardını yükselten niteliktedir. Diğer yandan Donald Quataert’in özellikle Osmanlı ekonomik-sosyal tarihine farklı perspektifle bakan eserleri anılmalıdır.

2000’lerde yıllar ise emek tarihçiliğimiz açısından umut verici yıllardı. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü kökenli genç emek tarihçilerinin yeni kaynaklar ve yeni bir bakış açısıyla açtıkları yol ve geliştirdikleri tartışma önemliydi. Diğer yandan Can Şafak, Zafer Aydın gibi sendika uzmanı kökenli araştırmacıların monografik araştırmaları; Süreyya Algül, Aziz Çelik, Yıldırım Koç gibi isimlerin sendika-siyaset ilişkisini merkeze alan titiz yapıtları, Doğan Çetinkaya, Stefo Benlisoy, Can Nacar, Kadir Yıldırım gibi isimlerin Osmanlı emek tarihine, Nurşen Gürboğa’nın erken Cumhuriyet dönemine yeni kaynak ve bakış açılarıyla sağladıkları zengin katkı bir başka mecrayı oluşturdu.

2000’lerde Tüstav’ın gönüllü emekle geliştirdiği ve giderek genişleyen sosyalist harekete ve sendikalara ait arşivler, sosyalist hareketin birikimini ortaya koyan dizi kitaplar, oto biyografik eserler, DİSK’in ve Maden-İş’in tarihlerini özenli çalışmalarla kitaplara dönüşmesi de anılmaya değer gelişmelerdendi.

Kuşkusuz zikrettiğimiz isimlere daha birçokları eklenebilir.  Yalnızca bazı örnekler vermiş olduk. Genel olarak söylersek emek tarihçiliğimizin giderek daha farklı kaynaklardan yararlanan, yöntemsel tartışmalar geliştiren, farklı bakış açılarından beslenen bir süreç içinde genişlediğini söylemek mümkün.

 

Türkiye’de Emek tarihi açısından kritik dönemeçler nelerdir?

Kemal Sülker’in vekayinüvisliği önemli bir aşamadır. Sayesinde içinde etkin biçimde yer aldığı 50’ler, 60’lar emek hareketi hakkında zengin bilgiye kavuştuk. Hollanda’da bulunan Sosyal Tarih Enstitüsü’ndeki hacimli arşivi de bizim hazinemizdir ayrıca. Oya hanımın emek tarihini akademiye sokma çabası kritiktir mesela. Mete Tuncay, Mesut Gülmez, M. Zafer Toprak gibi entelektüel derinliği olan hocalarımızın ortaya koydukları çalışmalardaki titizlik, sistematiklik standartların yükselmesini sağlamıştır. Bu titiz ve sistemli bilgi üretimi geleneği Ahmet Makal’la devam etmiştir. Makal’ın çalışma ilişkileri tarihimizin standardını belirlemiştir.

 

İkibinli yıllar ise emek tarihçiliğimiz açısından umut verici yıllardı. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü kökenli genç emek tarihçilerinin yeni kaynaklar ve yeni bir bakış açısıyla açtıkları yol ve geliştirdikleri tartışma önemliydi.

 

Diğer yandan bir anlamda Kemal Sülker’in öncüsü olduğu sendikalar içinden gelen emek tarihçiliği geleceğini Yıldırım Koç müthiş üretkenliğiyle sürdürmüş, ardından Kristal-İş’in üç değerli uzmanı Aziz Çelik, Can Şafak ve Zafer Aydın bu damarı olağanüstü zenginleştirmişlerdir. Emek hareketimizin altın çağı olan 60-80 kesitinin çoğu kez genel geçer bilgilerle ele alınan öncü eylemlerini, örgütlerini ve aktörlerini ele alan ve art arda yayınlanan monografiler değerli bir kanon oluşturmuştur.

Boğaziçi ATA’da devam eden gelenek ise bir başka kritik mecrayı temsil eder. Uluslararası tartışmalarla, bakış açılarıyla da beslenen bu damar emek tarihini çalışma ilişkileri tarihi ve sendikal hareket tarihinin ötesinde emekçilerin günlük yaşamı, sanayi işçileri dışındaki kesimler, yeniden-üretim alanı ve emeğin gündelik direnişi gibi alanlara taşıyarak genişletmesi bağlamında dikkate değerdir.

Başta DİSK olmak üzere farklı sendikaların tarihlerine ilişkin bilimsel standartlardaki tarih çalışmaları, Tüstav’ın ve Hollanda Sosyal Tarih Enstitüsü’nün sağladığı arşiv olanakları, yine Tüstav’ın oluşturduğu sosyalist hareketin tarihine ilişkin külliyat, Osmanlı emek tarihinde gayrimüslim toplulukların izini süren yeni dönem çalışmalar, kadınların emek tarihindeki yerini sorgulayan girişimler vb. emek tarihçiliğimizin gelişen dinamikleri olarak kayda geçmelidir.

BEN İŞİN EMEK BOYUTUNDAYIM

Camın İşçileri kitabınızda Paşabahçe Şişecam fabrikasını ve orada çalışanları anlatıyorsunuz. Bu fabrikadan yola çıkarak Türkiye iktisat tarihini analiz etmek mümkün galiba. Ne dersiniz?

Kitapta bunu yapmaya çalıştım. Şişe-Cam işçilerinin mücadele tarihini fabrikanın ve şirketin gelişimi üzerinden de okumaya; bu gelişmeyi de ülkedeki genel iktisadi dinamiklere bağlı olarak okumaya gayret ettim. Şişe-Cam kuruluş aşamasından bugüne gerçekten de tam olarak Cumhuriyet’in değişen iktisadi politikalarını, aktörlerini, tartışmalarını billur biçimde görebileceğimiz nadide bir örnek. İş Bankası’nın bir iştiraki olarak yola çıkan, böylelikle de yarı-milli bir imaj edinen Şişe-Cam planlı sanayileşmeden neo-liberal döneme uzanan evrelerde yatırım, üretim, pazarlama, genişleme kararlarıyla, emek rejimiyle, aldığı desteklerle, yöneticilerinin siyasetle ilişkisiyle iktisat tarihimizin tam göbeğinde duran bir örnek vaka. Ben emek boyutuyla baktım ama farklı pek çok tema bağlamında da incelenmeye değer bir örnek kanımca.

Malum KHK süreci ile işinden olan akademisyenlerdensiniz. Üniversite dışında kalmak akademik üretiminizi nasıl etkiledi?

İhraç edildiğimiz ilk zamanlarda söylediğimiz gibi bilimsel faaliyeti salt maaş aldığımız için yapmıyorduk, bilimle, bilgiyle ilişkimizin kamusal yarar, koşulsuz merak ve kendini gerçekleştirme boyutları oldu hep. O yüzden akademik ilgilerim elbette sürüyor. Ancak bir yandan da geçimimi sağlamak için farklı pek çok işte ve çoğu kez eş zamanlı olarak uğraşmak durumundayım. Asıl arzu ettiğim akademik üretime vakit ayırabildiğimi söyleyemem. Yine de ihraç edilenler olarak kurduğumuz Kocaeli Dayanışma Akademisi’nde ve başka kolektiflerde ya da bireysel olarak çalışma sosyolojisi, emek tarihi gibi alanlarda çeşitli araştırmalara katıldım, makaleler, kitap bölümleri yazdım, pek çok sunum yaptım, atölye, seminer verdim. Zaman yaratabilirsem de aklımda birkaç kitap konusu ve bunlara ilişkin biriktirdiğim malzemelerim var.

DUAYEN DEĞİLİM

Grev, sendika ya da kurumların tarihini Türkiye işçi sınıfının oluşumu üzerinden yazarak yaptığınız doktora teziniz de olan cam işçilerini incelediğiniz Paşabahçe kitabı ile emek tarihi çalışmalarına önemli bir katkı yaptınız. Daha sonraki çalışmalarınızla emek tarihi alanının duayenleri arasında yer aldığınızı söyleyebiliriz. Hangi yöntemi kullanıyorsunuz, konularınızı nasıl seçiyorsunuz, sizin çalışmalarınızı farklılaştıran ve öne çıkaran nedir?

Bu sözler beni çok mahcup eder. “Duayen” vb. diye nitelenebilecek biri olduğumu hiç düşünmüyorum. Ancak emek tarihi alanına iştahlı bir ilgim var, evet. Uzun süre emek tarihimizde görece az çalışılan 50’li yılların işçi hareketini inceledim, çeşitli makaleler kaleme aldım. O kesiti “emek tarihimizin sessiz yılları” olarak anmıştım işin başında.

Doğrusu yüzeysel geçmiş, ezberle yaklaşılan olaylar, kesitler ilgimi çekiyor. Yeni şeyler söyleyebilmeye çabalıyorum. Birincil kaynak tarayarak özgün bilgi üretmek en sevdiğim şey. Bu çok zahmetli bir işçilik ama hem sizin ufkunuzu, bilgi alanınızı muazzam geliştiriyor hem de ele aldığınız konu, dönem, vaka hakkında yepyeni katmanlar oluşmasını sağlıyor.

 

İhraç edildiğimiz ilk zamanlarda söylediğimiz gibi bilimsel faaliyeti salt maaş aldığımız için yapmıyorduk, bilimle, bilgiyle ilişkimizin kamusal yarar, koşulsuz merak ve kendini gerçekleştirme boyutları oldu hep.

 

Kendime kazıcı diyorum. Binlerce sayfa gazete sayfası, dergi cildi, kongre raporu, evrak vb. taradım hem doktora tezimde hem diğer çalışmalar için. Devam da ediyorum. Bir konuda “kaynak yok” dendiği zaman motive oluyorum. Kazmaya devam, mutlaka bireyler bulunur mottosuyla hareket ediyorum ve şimdiye kadar da kitabım dahil birçok çalışmada bu yaklaşımın işlediğini gördüm. Sabırla kazdıkça, yorulmadan aradıkça bireyler buluyorsunuz. Günümüzün internet olanaklarıyla bilgiye kolay erişim beklentisi içine girmiş kuşaklar için bu çok öğretici bir deneyim diye düşünüyorum.

Çalışmalarımda sözlü tarihten, istatistiklere; sendika yayınlarından gazete kupürlerine, şirket raporlarından polis evraklarına çok geniş malzeme ve çok çeşitli teknikler kullanıyorum. Bu farklı malzemelerin, araçların ve tekniklerin birlikteliğinin bilgi alanımızı derinleştirdiğini ve genişlettiğini düşünüyorum. Diğer yandan çalışmalarımı işçi sınıfının oluşumu, sınıf kapasitesi, emek sürecinde denetim ve direniş gibi kavram ve tartışmalar bağlamında kuramsal bir zemine de oturtma çabam var. Bunları ne kadar başarabiliyorum bilmiyorum. Öğrenmenin, yeni şeyler bulmanın, duymanın, beslenmenin sonu yok…

Sizi takip edip tanımayanlar da var. Sosyal medyayı çok iyi kullanıyorsunuz ve nezaketinizi hiç bozmuyorsunuz. İstanbul’da emeğin izleri” (@emeginizleri) hesabı ile tam olarak ne yapıyorsunuz? Paylaşımlarınızla herkesin öğrendiği başka bir İstanbul var ve her sokağında sınıf mücadelesinin izleri var. Bu hesapta paylaştığınız bilgiler bir Kızıl İstanbul” kitabına dönüşecek mi?

Teşekkürler, sosyal medyada galiba fazla etkinim. Nasıl oldu ben de çok şaşırıyorum. Nezaketi bozmuyorsam buna çok mutlu olurum. İnsan memleketin siyasi gündemi ve yaşadığımız çürüme içinde hırçın ve öfkeli hale geliyor aslında ama en azından bazı değerleri korumak gerek elbet.

“İstanbul’da emeğin izleri” (@emeginizleri) twitter hesabını yürütüyorum elden geldiğince. Bu hesapta öteden beri emeğin başkenti olan İstanbul’un mekanlarında emeğin, emekçilerin, emek hareketinin izlerini sürmeye çalışıyorum. Kentsel değerlerin savunulması, endüstri mirasının korunması, emek-bellek mekanlarının bilinir olması, emeğin kolektif belleğine katkı yapmak, İstanbul’un yaşadığı çok boyutlu “emeksizleştirme” sürecine karşı bir duruş oluşturmak başlıca hedeflerim.

 

İstanbul’da emeğin izlerine olan ilgi beni çok mutlu ediyor. Bir yanıyla da sendikal, siyasal, entelektüel olarak uzun yıllardır içinde yer aldığım emek hareketine bir bellek katkısı olarak düşünüyorum bu çalışmayı.

 

Bir kez bu gözle baktığınızda İstanbul’un her yerinde emeğin izlerini görebilirsiniz, emekçilerin seslerini duyabilirsiniz. Yaptığım çeşitli araştırmaların, taramaların, kişisel sendikal, politik deneyimlerimin, yoğun İstanbul okumalarımın ve gezilerimin birikimi üzerinden bazen anımsatıcı kısa paylaşımlarla, bazen uzun zincirlerle emeğin izlerini ortaya koymaya çalışıyorum.

Bir kitaba dönüşür mü şu an için bilemiyorum ama hesabımı farklı mecralarla daha geniş bir platforma dönüştürmek, daha geniş kesimlere ulaştırmak gibi hedeflerim var. Tabii bunlar hep zaman ve biraz da finansla ilgili. Arayışlarım devam ediyor. İstanbul’da emeğin izlerine olan ilgi beni çok mutlu ediyor. Bir yanıyla da sendikal, siyasal, entelektüel olarak uzun yıllardır içinde yer aldığım emek hareketine bir bellek katkısı olarak düşünüyorum bu çalışmayı.

KAZICILIĞIN TADINI ALIN

Akademiden ve öğrencilerinizden KHK ile uzakta kaldınız. Emek tarihi alanında çalışma yapmak isteyen öğrencilere, konu seçiminden kaynak kullanımına kadar neler tavsiye edersiniz?

Naçizane tavsiyem öncelikle kazıcılığın tadını almalarıdır. Bizim alanda çokça bulunan genel geçer bilgilerle, efsanelerle, yüzeysel politik değerlendirmelerle, özgünlüğü olmayan, çoğu ikincil kaynakların derlemesiyle oluşmuş ve içlerinde hayli yanlış bilgi bulunan kaynaklarla yetinmeyerek, bunları eleyerek alandaki özgün yapıtlarla bir altyapı oluşturmalarını öneririm.

Altyapı olmadan, genel bir arka plan oluşmadan özgün kaynakların da hakkı verilemez. Şu anda emek tarihi alanına girecek, girmiş olan öğrenciler, akademisyenler şanslı, geçmişe göre çok daha fazla özgün çalışma var. Ayrıca yine birçok emek tarihçisinin önemli yapıtları da çevrildi dilimize. Sosyal tarih, emek tarihi konularında hatırı sayılır bir literatür oluştu. Hakkını vermek lazım.

Geziden ve pandemiden sonra kitlesel eylem yapma gücünü kaybeden Türkiye işçi sınıfına ve üyeleri ile arasındaki sınıfsal bağı kopan geleneksel sendikalara baktığımızda nelerin değiştiğini söylersiniz?

Türkiye işçi hareketi katmanlı bir yapı ve dinamik bir oluşum. Belirttiğiniz hususları aşan ve eylem kapasitesini geliştiren yönü de var, giderek statükoculaşan ana akımı da. Her şeye rağmen direngen geleneği, yaratıcılığı olan bir işçi hareketimiz olduğunu düşünüyorum ve ona güveniyorum. Oradan her zaman sürprizler bekleyebiliriz…

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI