Çarşamba, Mart 27, 2024

‘Sevmek Zamanı’nda Âlemlerin Çatışması (1)

Filmi bir şekilde izleme fırsatı bulanların filmden çok etkilenmeleri ve Sevmek Zamanını kulaktan kulağa bir başyapıt” diye dolaşıma sokmaları, yapıtı kısa zamanda Türk sinemasında bir kült konumuna taşıdı

Sinemanın gerçekliği taklit eden bir tasarım olmayı aşarak, yeni bir gerçeklik peşine düştüğü örnekler, hali hazırdaki dünyanın yeni betimlemeleri yerine, var olmayan fakat olası dünyaları inşa etmeye girişir. Böylesi çalışmalarda tanıdık, bilindik, alışıldık olana dikkat çekilmesi ya da onun birkaç gelişmeyle sarsılması değil, bu totolojinin bütünüyle dışına çıkılarak, yabancı, bilinmedik, alışılmadık olan başka bir evrenin kurulması söz konusudur. Toplumsal olarak kabul edilmiş normların, dünya görüşlerinin ve ilişki ağlarının dışında bir dünya icat eden bu çalışmalarda, yönetmen olası fakat henüz var olmamış bu hipotetik dünyasını her şeyiyle dokur. Burada düşler, düşünceler, diyaloglar, değerler, öncelikler içinde yaşadığımız tarihsel ve coğrafi yaşamdan farklıdır. Uzay zaman bükülmüş, bu bükülmenin sonucunda ortaya, her şeyiyle başka bir yaşamın olanağı çıkmıştır. Burada bükücü, “auteur”e (yaratıcı yönetmen) denk gelir. Böylesi filmlerdeki atmosfer, temellerini günlük yaşantımızı üreten toplumsal sözleşmeden değil, doğrudan tek bir kişiden alır: yönetmenden. Toplumsal bir konsensüsün uzun yıllar içerisinde ağır ağır inşa ettiği, toplum tarafından oylanmış ve onaylanmış yaşam kuramları ve pratikleri yerlerini, böylesi filmlerde tek bir kişinin, yönetmenin alabildiğine öznel yorumlarına terk ederler.

Fransa’da “Yeni Dalga”, İtalya’da “Yeni Gerçekçilik” olarak akımlaşan bu auteur sineması Metin Erksan’ın auteur’lüğünde Türk sinemasında nadide bir örneğini verir: Sevmek Zamanı.

Başrollerini Müşfik Kenter, Sema Özcan ve Süleyman Saim Tekcan’ın paylaştığı 1965 yapımı Sevmek Zamanı, farklı yapısından ötürü izleyicilerin ilgisini çekmeyeceği düşüncesiyle sinema sektörünün aktörlerini cezbetmedi ve gösterime giremedi. Ancak filmi bir şekilde izleme fırsatı bulanların filmden çok etkilenmeleri ve Sevmek Zamanı’nı kulaktan kulağa “bir başyapıt” diye dolaşıma sokmaları, yapıtı kısa zamanda Türk sinemasında bir kült konumuna taşıdı. Düşük bütçeli bu bağımsız yapımda Metin Erksan bilindik dünyayı takip etmekten çok, kendisine ait bir dünya yaratmış, yaşamın peşine takılmak yerine, yaşamı peşine takmıştı.

Sevmek Zamanı geçtiğimiz hafta bir dijital sinema platformu tarafından ilk kez 4k çözünürlüğünde restore edilmiş versiyonuyla gösterime sokuldu. Ben de bu vesileyle, insanın içine işleyen bu film üzerine, yapıtın bana düşündürdükleri üzerine üç yazıdan oluşan bir yazı dizisi yazmaya karar verdim.

Alımlayanın Öznelliği

Birkaç köşkü boyamak için ustasıyla geçici olarak Büyükada’ya gelmiş olan Halil, bir yıl önce boyadıkları bir ada yalısında gördüğü bir fotoğrafa âşık olur. Gerçek bir insan yüzünün yaklaşık on katı büyüklüğünde basılıp çerçevelenerek duvara asılmış bu portre fotoğrafı, yana taralı düz siyah saçları küt şekilde çenesine kadar gelen, akları irisi bütünüyle çevrelemiş büyük gözleriyle objektife doğrudan bakan, dudaklarında çok belli belirsiz bir gülümseme yerleşmiş, yirmilerinin ortalarında görünen bir kadına aittir. Genç kadın ilk bakışta büyük bir hayranlık tetikleyecek bir güzellik yaymaz; ne güzel, ne çirkin, toplumsal ortalamaya dahil, sıradan birisidir. Fakat Halil, fotoğrafı ilk gördüğü andan büyük bir aşka kapılmıştır. Bu aşkta Halil’in öznelliği, kamusal nesnelliğe ağır basar. Halil, genç kadının suretine, yaşadıkları dönemin kamusal estetik değerleriyle değil, kendi estetik değerleriyle bakmaktadır.

Ben Senin Resmine Aşığım”

Halil, Büyükada’da çalıştığı bir yıl süresince her gün, genç kadının portresinin bulunduğu boş eve gizlice girerek uzun saatler boyunca, dünyayla bütün ilişkisini keserek, büyük bir konsantrasyonla, sanki alem değiştirmişçesine o fotoğrafı izler. Yine fotoğrafın içinde kaybolmak için eve izinsiz şekilde girdiği bir gün, fotoğraftaki kadına, Meral’e yakalanır. Hırsız zannedilmemek adına, evde bulunma nedenini dürüst bir şekilde açıklayan Halil, konuşmalarının ardından evi terk eder. Fakat Meral bu kısacık karşılaşmada Halil’e âşık olmuştur.

Halil’i soruşturarak bulan Meral, Halil’in aşkına karşılık vermek için sorduğu sorularına hiç beklemediği yanıtlar alır:

Meral: Niçin benim resmime bakıyorsun? Cevap vermeyecek misin bana? Yoksa gerçeği söylemekten korkuyor musun?

Halil: Öğrenmek istediğini Mustafa söylemiştir sana.

Meral: Ben, senin söylemeni istiyorum. Herhalde bana ait olan bir şeyi öğrenmek hakkımdır.

Halil: Hayır, sana ait bir mesele değil bu. Resminle benim aramdaki bir durum seni ilgilendirmez. Ben senin resmine aşığım.

Meral: İyi ama âşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım, söyleyeceklerini dinlemeye geldim.

Halil: Resmin sen değilsin ki. Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.

Meral: Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor.

Halil: Evet, bir korkudan ileri geliyor. Bu korku sevdiğim şeye ebediyen sahip olabilmek için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de, sana aşık olsaydım, o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Halbuki resmin bana dostça bakıyor. İyilikle bakıyor. Ve ebediyen bakacak.

Meral: Ben de sana bakmak istiyorum.

Halil: Hayır, benimle resminin arasına girme, istemiyorum seni. Ben senin yalnız resmine aşığım.

Halil, varlıkların mekânı olan fiziksel dünyanın sürekli bir değişim içerisinde olmasından ve bu değişimin zaman olarak algılanmasından rahatsızdır. Baktığı her yerde gördüğü değişim yüzünden, varlıklara ilişkin bilgisinin, ilgisinin ve duygularının sabit kalamadığını fark etmiştir. Oysa tüm fiziksel âlem değişmekteyken, Halil sabitlenmek ve anda kalmak istemektedir. Halil sabitlenmek arzusunda olduğundan, onun için an ve ebediyet, aynı zamana denk düşer: hiçbir şeyin zerre kadar değişmediği, zamanın hiçbir şeye hiçbir etki yapamadığı bir dünya arayışındadır. Halil’in ideal dünyası, değişken fiziksel varlıklar yerine, o varlıkların değişmez özlerine işaret eden mânâlardan oluşan bir idealar dünyasıdır; değişim olmadığı için zamana duyarsız yani zamansız bir anlamlar âlemidir.

Bu yüzden aşk da Halil için, zamanla değişmekte olan bir varlığa yöneltilebilecek bir duygu olmaktan çıkar. Zira aşk duygusunu üreten ideal şartlar, fiziksel dünyada şartlar sürekli olarak değiştiğinden, kısa süre içerisinde ideal şartlar olmaktan çıkacaklar, aşk duygusunu da bu değişimin peşine takarak başka duygulara dönüştüreceklerdir. Bu yüzden Halil, aşk duygusunun ancak değişime direnen bir sabitliğe yöneltilebileceği hissiyatındadır. Duyguları, her an değişmekte olan bir insan yerine, o insanın resim haline getirilmiş bir suretinin değişmezliğine âşık olur.

Devamı yarın.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI