Perşembe, Nisan 25, 2024

Sevgisiz failler, sevilmeyi bekleyen ülkeler

Her insan sevilmeyi hak eden bir birey olarak doğar. Ve her yurttaş değer verilmeyi hak eder. Zamanında sevilmemiş, bencil, herkes beni sevsin, hep bana diyenlerin eline koca bir ülkeyi teslim ederseniz üzerinde hunharca tepinirler.

Bu satırlar okunurken, meşhur kapitalist tuzak Sevgililer Günü dünde kalmış olacak. Kimi evlenme teklifi almış, kimi ayrılmış, kimi yalnızlığına lanet etmiş, kimi şükretmiş, kimi bugünü aklından dahi geçirmemiş olacak.

Üzerine yazmaya değer olan o gün değil. Üzerine yazmaya değer olan; sevgi. A’dan Z’ye her canlının ihtiyacı olan duygu. Duygunun ötesinde, emeğin birikmiş ve somutlaşmış hali. Dokunduğunu iyileştiren, dokunmadığını kötü birine dönüştüren büyük “magic”. Bugüne dek karşılaştığım tüm şiddet vakalarında, failin nerede sevgisiz kalmış olabileceğini ister istemez düşünürüm. Bazen anne-babaları da gelir duruşma salonuna onlarla. Çok bakarım anne babasına. Nasıl bir evdi acaba? Muhakkak geçer aklımdan. Çünkü bilirim ki kötülüğü kazıyınca altından sevgisizlik çıkar. Bu, suçu meşrulaştırmak değil. Zira, içindeki bu boşluğu iyi olana kanalize edebilenler de vardır. Bu mümkün. Haliyle suç halen suç olarak orada.

Türkiye, bir sevgisizlik çukuru. Bu ülkeyi Orta Doğu’ya bu kadar benzeten etkenlerden biri de bu. Babası tarafından sürekli dövülen bir çocuk gibi bu toplumlar. Sonra o da gidiyor evde eşini, eşi çocuğunu, çocuk kardeşini… Sevginin büyüyen dallanıp budaklanan bir şey olması gibi, sevgisizlik de öyle. Sevgisiz bir yeri hemen hissedersiniz. Kötücül, tehlikeli ve tedirgin edici bir hava vardır etrafta. Bir an evvel işinizi bitirip oradan çıkmak, gitmek istersiniz. Örneğin, adliyede bazı mahkeme kalemleri iyidir, şakalaşır işinizi düzgünce halleder ve hatta oturur çay içersiniz. Bazıları da tam tersi. Sürekli sizi tersleyen memurlar, işinizin yapılmaması için bin takla veya kendiliğinden çıkan aksilikler. Sizi tartışmaya zorlar olanlar. Tartışmamak büyük çaba ister. Bir an evvel kaçmak istersiniz. Bu tarz yerlerde derhal müdürden şüphe ederim. Tıpkı failin nasıl bir ortamda büyüdüğünü düşündüğüm gibi. Genelde de hiç şaşmaz, müdür sorunlu biri çıkar. Memurlarla iletişimi kötüdür. Birbirleriyle olabildiğince az konuşmak için çabaladıklarını görürsünüz. Sevgisiz bir kalemdir orası, işler yürümez, değişmesi gerekir, bilirsiniz.

Türkiye de son 20 yıldır sevgisiz mahkeme kalemleri gibi. İşler yürümüyor. İnsanlar birbirleriyle iletişim kuramaz oldu. En ufak bir şeyde herkes birbirine saldırıyor veya insanlar birbirleriyle iletişim kurmamak için kendi güvenli alanlarına kapanıyorlar. Hoş, güvenli alan diye bir şey de pek kalmadı. Tedirginlik her noktaya sirayet etti. İnsanlar bu ortamdan çıkıp gitmek istiyor. Çoğunlukla gençler ülkelerini terk ediyorlar bu yüzden. Kimisi de bırakmak istemiyor. Hepimizin ülkesi neticede, niçin ben gideyim? Veya gitmek isteyip gidemeyenler de var ve sayıları hiç de az değil. Hepsi olağan, hepsi anlaşılır. Çünkü sevgisizlik…

Değişmesi gerekiyor, biliyoruz.

Peki sevgi olduğunda? Sevgi, insanı derhal kapsama alanına çeken ve o alanı genişleten, dokunduğunu yumuşatan, şifalandıran, iletişimi kolaylaştıran, dolayısıyla başarı getiren bir magic, sihir. Ekrem Başkan’ın seçim kampanyası tam da buraya değiyordu aslında. Sevgiye, sevgili olma haline, her şeyin iyi olacağı güzel olacağı umuduna, her canlının ihtiyacı olan şeye dokunuyordu. Bu yüzden de başarılı oldu. Başarılı olmaması imkansızdı. İstanbul, son yıllarda giderek grileşiyordu. İstiklal Caddesi’nde yürümenin dahi imkansızlaştığı, ışıltıların kaybolduğu, müziklerin bile değiştiği/sustuğu karanlık bir yere gelmişti yıllar içinde. Şimdi ufak ufak atıyor o griliği üzerinden. Tamamen atması için, ülkenin üzerine çöken o büyük, sevgisiz yapının da değişmesi gerekiyor.

İşler o kadar yürümedi ve öyle bir kilitlendi ki; artık insanlar açlıktan sokaklara dökülüyor. Ve korkarım daha da kötüye gidecek. Zira, halen, şu vaziyette dahi, insanların isyanlarını, açlık duygularını polis kuvvetiyle bastırmaya çalışıyorlar.

Her insan sevilmeyi hak eden bir birey olarak doğar. Ve her yurttaş değer verilmeyi hak eder. Zamanında sevilmemiş, bencil, herkes beni sevsin, hep bana, hep bana diyen insanların eline koca bir ülkeyi teslim ederseniz üzerinde hunharca tepinirler, hiçbir şey onlara yetmez, haksızlık ettikçe haklı çıkmak için daha da sertleşirler, sertleştikçe sevilmezler ve sevilmedikçe daha da şiddet uygularlar. Öldürmeye kadar gider iş. Tıpkı o failler gibi. Sevilmeyi hak eden insanlarsa, haksızlığa uğradıkça, her haksızlığa mantıklı bir açıklama bulmaya çalıştıkça ve bulamadıkça ufak ufak delirmeye başlarlar. Sık Sık “delirdik, deliriyoruz, bütün bunlar delilik” dememizin sebebi budur.

Bu deliliğin artık bitmesi gerekiyor. Kendimize bizi sevecek insanlar bulmamız lazım. İsyanımızı polis kuvvetiyle bastıran, her isyanımızda “Siiiz şöylesiniz!” diye suçlayan değil, bizlere kucak açıp “Tamam, anlıyorum, geçti, her şey düzelecek, iyi olacağız” diyen, umut veren ve elbette emek veren insanlar. Çünkü sevgi yalnızca sözlerden ibaret değil. Sözler yalnızca başlangıç. Sevmek bir emek verme hali. Sevgi, biriktirilmiş emeğin somut hali. Sevilmek de emek vereceğine inandıklarımıza şans vermeyle başlayan bir hal. Değişmeli. Bu delilik bitmeli. Kim bilir, belki de bir sonraki Sevgililer Günü’nde ülkeye kadeh kaldırabiliriz. İnanalım, biz de sevilebiliriz.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI