Perşembe, Nisan 25, 2024

Seküler çağ, Fatih, Bizans ve İsmailağa cemaati

Erdoğan büyük başarısızlığını tam da bu Seküler Çağ’ın farkında olmamasına borçlu ve hala anlamaya direnmekte. Ülkemiz seküler çağla uyumlu akılla yönetildiğinde dünyada hak ettiği yeri almış olacak.

Fatih İstanbul’a muzaffer bir kumandan olarak girdi. Bugün bile izleri devam eden fethin en önemli nişanelerinden biri de adını taşıyan Fatih Camii oldu.

Fatih caminin inşasına dair çok efsaneler anlatılır. Oysa ki Fatih Camiinin efsaneye ihtiyacı yoktur. Orası zaten efsanevi bir mekandır.

Fatih Camii aslında Bizansın kadim Patrikhanesinin bulunduğu Havariler ya da Havariyun kilisesinin yerine yapılmıştır. Havariyun kilisesi yani Patrikhane Bizans’ın uzun ve son dönemlerde yoğunlaşan çileleri ile harabeye dönse de önemini kaybetmemiştir.

Fatih’in İstanbul’u fethettikten sonra, Bizans’ın asıl adı olan Doğu Roma’nın devamını getirdiğine olan inancı eksiksizdi. O artık bir Sezar yani Kayzer idi. Bizans diye bilinen Doğu Roma yıkılırken küllerinden yeni bir dünya gücü doğuyordu.

Fatih’in kendisini Doğu Roma’nın mirasçısı olarak görmesinin kendi adını taşıyan cami için bu yeri seçmesiyle de kanıtlandığı aşikardır.

Bizans’ın 1000 senelik macerasına karşı neden imparator mezarları ortada yoktur?

Bu sorunun cevabı Fatih Camiinde gizlidir. Patrikhanenin yerine inşa edilen Cami İmparator mezarlarını da kendi bünyesine katmıştır.

Modern Akdeniz Caddesi boyunca uzanan Fatih Camii ve külliyesi günümüzde çevresinde dini duyarlığı yüksek bir kesimi barındırmaktadır.

Aralarında İsmailağa Cemaatinin de yer aldığı bu kesimin aslında bu bölgedeki geçmiş dinsel yoğunluğun da mirasçısı olduğunu söylemek gerekir.

Şehirler tarih boyunca dönüşürler. İstanbul’un tarihine geri dönecek olursak, bir zamanlar İstanbul dediğimiz bütünlük biraz Beyoğlu, biraz Eyüp ve ağırlıkla Fatih’ten ibaretti.

Surlar ve Haliç’in koruduğu eski şehir bugünkü İstanbul’un belki 10’da değil 100’de 1’i bile değil aslında. Ama bu yoğun bölge İstanbul’a İstanbul kimliğini kazandırmıştır.

Şehrin Büyük Konstantin tarafından kurulması ile beraber devlet ve din birlikte büyümüş, son nefesinde Hristiyan olan Konstantin’in şehri Hristiyan kimliğe kavuşturmada yeri ve önemi çok fazla olmuştur.

İstanbul’un dünyanın nefesini kesen zenginlikleri ile pek çok medeniyetin başını döndüren kent kültürü, kamusal, sivil ve dini oluşumlar ekseninde gelişmiştir.

Dinin İstanbul’daki serüveni ise ağırlıkla eski Patrikhanenin yani şimdiki Fatih Camiinin olduğu bölgeye adreslenmiştir.

İstanbul fethinden sonra Patrikhane Haliç kıyısına taşınmıştır. Ancak Kırmızı Okul diye bilinen ve Fatih döneminde kurulan Fener Rum Okulu ile birlikte bölgedeki Rum/Ortodoks varlığı da devam etmiştir.

Patrikhanenin yerine kurulan Fatih Camii etrafı ise bu defa Hristiyan ilahileri ile değil, İslam duaları ile yankılanmaya başlar.

Bu duaların sadece lisanı değişmiştir.

Elbette Hristiyan ve Müslüman inançları arasında temel farklar mevcuttur. Ancak bölgenin işlevi değişmemiş birebir korunmaktadır.

Bugün İsmail Ağa cemaatinin konumlandığı semtin tarihi dinle örülmüş ve günümüzde de bu devam etmektedir. Bu nedenle İstanbul gibi bir şehirde tam da tarihsel olarak, hep aynı maksatla kullanılan bir semtte böyle bir cemaatin varlığını sorgulamak yersiz olacaktır.

İstanbul’u İstanbul yapan biraz da kimliğini şekillendiren bu kadim ve değişmez özdür.

Yunan-Ortodoks geleneğin Türk-Sünni Müslüman gelenekle sürdürülmesinden öte, çok da yeni bir şey olmamıştır aslında.

Kutsal kitapların yazdığının çok ötesine geçen bilimsel devrime rağmen din yok olmadıysa bu dinin herhangi bir dünyevi değeri tanımlama kabiliyetine değil, bireydeki inanma eğilimine borçludur.

Sorun dinsel varoluşta değil, Türkiye’de dinin siyasi bir araç olarak kullanılan devletle iç içe girmiş halindedir daha çok.

Bu varoluş devletin tam tepesinin cemaatin başı için kullandığı “önder” tanımıyla kendini gösterir. Devletin başı için bir cemaat lideri önder sıfatını taşıyabilir mi?

Daha düne kadar bir başka cemaat lideri de yere göğe sığdırılamıyor ve gönülleri mayaladığı ifade edilmiyor muydu?

Bu soruya verdiğimiz yanıt, hepimizin demokratik duruşunun turnusolü olacaktır. Dini kullanarak Türkiye’de siyasi sistemin tehdit edilmesi aşamasına kadar varan işbirlikleri zihinlerde tazeliğini koruyor.

Türkiye’de dindar olmak haber değeri taşımaz. Hele ki kadim bir İstanbul köşesinde tarihsel bir mirasın parçası olan bir dindarlık hiç de şaşırtıcı değil.

Burada hem şaşırtıcı hem de endişe verici olan devletin dinle olan ilişkisi.

Charles Taylor’a Templeton ödülü kazandıran ve sıkça alıntıladığım https://www.politikyol.com/erdogan-neyi-yanlis-yapiyor/ “Seküler Çağ’a baktığımızda devlet mi seküler olur, vatandaş mı?” sorusu, anlamını çoktan kaybetmiştir. Seküler olan çağdır. Bu çağ dini ancak bireyin yüreğinde hissettiği oranda var eden bir çağdır.

Kutsal kitapların yazdığının çok ötesine geçen bilimsel devrime rağmen din yok olmadıysa bu dinin herhangi bir dünyevi değeri tanımlama kabiliyetine değil, bireydeki inanma eğilimine borçludur.

Bu basit gerçeği hayatlarıyla birleştiremeyen toplumlar acı içinde kıvranırken, seküler çağla uyumlu toplumlar dinle de barışmakta zorlanmamaktadır.

Bugün İslam’a en yakın sosyal uygulamaları İskandinav ülkelerinde buluruz.

Ceberut şeriat devletlerinden kaçıp hayatlarını batıda sürdüren Müslümanlar hep bu basit gerçeğin sonuçlarıdır.

Türkiye, bir cemaatten yakasını sıyırmak için gösterdiği çabayı unutmuşcasına başka cemaatlerle yakınlaşan iktidar ile en derin sorunların içine düştü.

Erdoğan büyük başarısızlığını tam da bu Seküler Çağ’ın farkında olmamasına borçlu ve hala anlamaya direnmekte. Ülkemiz seküler çağla uyumlu akılla yönetildiğinde dünyada hak ettiği yeri almış olacak.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI