Çarşamba, Nisan 24, 2024

Seçim, net mesaj ve doğrudan temas ile kazanılabilir

Kararsız seçmenlerin seçim sonuçlarını belirleyeceği bir seçime gidiyoruz. Peki muhalefet kararsız seçmeni nasıl kazanabilir. Prof. Dr. Evren Balta, muhalefetin kararsız seçmeni ikna etmesinin yolunun da onlara; “net mesaj vermek ve doğrudan temas kurmak” olduğunu söyledi

Sunuş

Türkiye zor bir seçime gidiyor. Seçim sadece yurt içindeki aktörlerin değil yurt dışındaki aktörlerin de uzaktan da olsa müdahil olmak istedikleri bir seçim. Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Evren Balta ile seçimi, kararsız seçmenleri, muhalefetin nasıl kazanacağını ve Türkiye’nin dış dünyada nasıl göründüğünü konuştuk.

Balta, Türkiye’de Putinizmin temel bileşenlerinin olduğunu ifade ediyor. Türkiye’deki seçim kültürünün her şeye rağmen önemli bir avantaj olduğunu ifade eden Balta; Türkiye’nin normal bir seçim döneminde olmadığını ve iktidarın sürekli kural değiştirdiğini, muhalefetin de bunu kabullenmek durumunda kalıyor.

Kararsız seçmeni kazanmanın önemine de değinen Balta; “İktidara oy verdiğinde kime oy verdiğini biliyor, politikayı kimin nasıl yapacağını biliyor, ama aynı şey muhalefet için gereçli değil. Bu kafa karışıklığını çözmek lazım. Bunu net mesaj ve doğrudan temas ile yapabilirsiniz.” diyor

Türkiye muhtemelen 14 Mayıs’ta bir seçime gidecek. Nasıl görüyorsunuz Türkiye tablosunu? Ali Yaycıoğlu ile kısa bir süre önce yaptığımız bir söyleşide kendisi Türkiye’de bu rejimin kaybedilmesi halinde Putinizm vari bir rejim kurulacağını söylemişti, katılıyor musunuz bu tespite?

Aslında Türkiye’de halihazırda Putinizmin zaten bütün temel bileşenleri var.

Siz nasıl tanımlıyorsunuz Putinizm?

Kişiselleşmiş iktidar, merkezi devletin sermaye ve bölgesel aktörler aleyhine güçlenmesi, yargının ve medyanın doğrudan denetimi, kuvvetler ayrılığı sisteminin fiili olarak ortadan kaldırılması, siyasi informalite, muhafazakâr değerler ve milliyetçiliğin bir arada kullanılması, bir siyasal ideoloji olarak Batı karşıtlığı. Bu listeyi daha da uzatabilirim, ama iktidarın kurumsal ve ideolojik evreninin iki ülkede birbirine çok benzediğini söylemekle yetineyim.

Kullandıkları araçlar, iktidar menüleri zaten halihazırda ortak. Ancak temel farklılık siyasi rekabet ile ilgili. Rusya’da siyasi rekabet, yani Birleşik Rusya dışındaki siyasi partilerin Putin’in iktidarına ciddi bir biçimde rakip olma potansiyeli çok uzun zamandır yok. Türkiye’de tüm bu kuşatıcı iktidara rağmen hala anlamlı bir siyasi rekabet var. Bu otoriter sistemin konsolidasyonuna karşı büyük bir avantaj. Bu seçimler önemli, çünkü bu durumun devam edip etmeyeceğini göreceğiz. Seçim kaybedilirse muhalefet ciddi bir moral bozukluğu ile dağılabilir. Türkiye’de otoriter sistemi değiştirme olasılığı tamamen muhalif kapasiteye bağlı.

TÜRKİYE’DE YERLEŞMİŞ BİR SEÇİM KÜLTÜRÜ VAR

Neden sizce hala Türkiye’de siyasi rekabet bunca kuşatmaya rağmen mümkün? Yani nedir  Türkiye’nin Rusya’dan farkı?

Her şeyden önce Rusya’dan farklı olarak Türkiye’de yerleşmiş bir seçim kültürü var. Bizim tüm aksaklıklarına rağmen siyasi parti kültürümüz, seçim kültürümüz, siyasi rekabet kültürümüz ve hafızamız var. Rusya’da ise siyasi parti rekabeti hem çok yeni hem de siyasal partiler çok konsolide değiller. Ayrıca ülke çok büyük ve kaynaklar çok daha geniş. Rusya’da siyasi partiler merkeze talip olmadan yerel güç ayakları inşa edebiliyor.

Orada da yerel yönetimler hala siyasi rekabete açık, kapalı olan alan merkezi yönetim. Ve pek çok siyasi parti yerel yönetimlerin kontrolü ve kaynaklardan bu dar iktidar alanları üzerinden pay almakla yetiniyor. Zira merkezi devleti kazanmak hem zor hem de rekabet o alanda kapalı. Milliyetçilik ve büyük Rusya ideali de bu partileri aynı ideolojik evrende tutuyor.

Bizde 2019 seçimlerinde yerel yönetimlerde bir siyasi rekabet gördük ve muhalefet İstanbul gibi kritik belediyeleri kazandı. Siz merkezi devlette iktidarın el değiştirmesi farklı bir dinamik mi diyorsunuz?

Hiç kuşkusuz yerel yönetimlerde seçim kazanmış olmak çok önemli. Özellikle Türkiye’nin iktisadi merkezi olan İstanbul’da iktidarın el değiştirmiş olmasının ne kadar kritik olduğunun altını her zaman çizmek gerekiyor. Bu değişim çok da kolay olmadı. Seçimler tekrarlandı, halihazırda İstanbul belediyesine açılan davalar üzerinden kayyum geleceği söylentileri var. Zaten kayyum hedefinin seçimin kazanıldığı ilk günden beri iktidarın gündeminde olduğunu biliyoruz. Ancak bütün bunlara rağmen merkezde bir iktidar değişimi, yerelde rekabet ile asla aynı şey değil. Biri gücün çok kısmi paylaşımıyken, diğeri gücün mutlak devri demek. Bu tarz rejimler ilkine kısmen alan açarken, ikincisine çok daha dar bir alan bıraktığını biliyoruz.

Yine tekrar etmek istiyorum burada muhalefetin stratejisi kritik önemde. Pek çok şeyi bir anda yapması gerekiyor. Kazanabilecek ama aynı zamanda ana siyasal aktörlerin hiçbiri tarafından veto edilmeyen bir aday, partiler arası rekabeti geriye çekebilme becerisi, muhalif umudu ve enerjiyi canlı tutabilme.

NORMAL BİR SEÇİME GİTMİYORUZ

Bu açıdan muhalefetin stratejisini, Altılı Masa ve HDP liderliğindeki blok, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugüne kadar bir dağınıklık gözlemledik. Özellikle aday belirleme süreci epey sancılı geçti. Bu dağınıklığın birden fazla nedeni var. Ama tabii ki ilk neden iktidarın kuşatıcılığı. HDP’nin kapatılması davasından İmamoğlu kararına kadar iktidarın attığı hemen her adım muhalefet içerisindeki bölünmeleri derinleştirmek üzerine kurulu. Muhalefetin karşısında devleti, yargıyı, bilgiyi, kaynakları kontrol eden devasa bir seçim kazanma makinesi var. Bu makine popüler desteğini kaybetmiş durumda ama desteğini iktidardan çeken gruplar bu desteği nereye, nasıl akıtacağından henüz emin değil.

Türkiye normal bir seçim döneminden geçmiyor. İktidar istediğinde seçim kurallarını değiştiriyor, muhalefet uyum sağlamak zorunda kalıyor. Seçim tarihi değişiyor, muhalefet uyum sağlıyor. İmamoğlu hakkında yargı kararı çıkıyor, muhalefet uyum sağlıyor. Burada aslında kendi gündemini önüne koyup, iktidar her adım attığında gündem değişikliğine gitmek yerine, stratejini değiştirerek aynı gündemi takip edebilme kapasitesi önemli. Muhalefetin nerede geri adım atacağını ama nerede bastığı zeminden asla bir adım kımıldamaması gerektiğini bilmesi gerekiyor. Refleks olarak bunu bilmesi gerekiyor. Dışarıdan bakan biri olarak muhalefet bana bir sendeleme görüntüsü verebiliyor.

Neden sendeliyor sizce, sadece iktidarın adımları ile ilgili mi bu sendeleme?

Her şeyden önce bence kazanabilme ihtimalinin olması partiler içinde ve arasındaki siyasi rekabeti arttırdı. Örneğin kimin aday olacağı geçmiş seçimlere göre daha önemli hale geldi. Bu bir aday/lider krizi doğurdu. Seçimi kazanmaktansa seçimden sonra ne olacağı siyasal partilerin zihin dünyasında daha önemli hale geldi. Ben bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Siyasal enerjinin seçim sonrasına akmasına neden oldu kazanma ihtimalinin artması. Kaç tane cumhurbaşkanı yardımcısı olacak, geçiş döneminde yetki nasıl paylaşılacak tartışması mesela hep kazandıktan sonraki güç paylaşımı ile ilgili. Oysa hiçbir önemi yok bunun. Siz bugün ne anlaşma yaparsanız yapın, halkın çoğunluk oyuyla seçtiği bir cumhurbaşkanı bütün bunların hepsini göz ardı edebilir. Bu göz ardı edebilme ihtimali de muhalefeti güçlü, karizmatik bir aday fikrinden iyice uzaklaştırdı. Kısacası ana sorun kazanma odaklı ve kazanma sonrasına dair siyaseti kurgulamak, ama daha yapısal sorunlar da var.

CHP İLE İYİ PARTİ ANLAŞMAK ZORUNDA

Nedir o yapısal sorunlar?

Türkiye’de çok uzun zamandır siyasi bölünme ve siyasi kimliklenmenin ana hattı sağ ve sol değil. İki ana hat üzerinden gidiyoruz. Birisi seküler-muhafazakâr bölünmesi. Diğeri milliyetçilik. Seküler-muhafazakâr ekseninde iktidarın seküler grupları ve onların sembollerini hedef alan siyasi tarzı kanımca bunca kuşatmaya rağmen ülkede siyasi rekabetin devam edebiliyor olmasının da önemli bir boyutu. Buna kutuplaşmanın arzu edilmeyen olumlu sonucu diyebiliriz. Hem ülkenin kurucu kimliği ile kavga eden iktidar, hem Batılı seküler yaşam tarzının iktidar tarafından ötekileştirmesi kemikleşmiş bir seçmen kitlesinin CHP etrafında 20 yıl boyunca muhafaza edilebilmesine yol açtı. Bu grup hala orada ve Altılı Masa’nın eskiden iktidara ortak olan partiler ile anlaşmasına stratejik olarak tamam diyor, ancak bu iş birliğinin derinleşmesini istemiyor. Bu seçmen şu an kararsız.

Kararsızlığı ise iktidar ve muhalefet arasında değil; kararsızlığı CHP ve İYİP arasında. İki partide Türkiye’nin bu ana bölünmesinde seküler, kentli, orta sınıfların oyuna talip. Türkiye’nin son 20 yılının iktidar karşıtı kemik kitlesi bu grup. İYİ Parti için merkez sağ parti olmak bu grupla konuşabilmek anlamına geliyor ve bu CHP ve İYİP arası rekabeti artırıyor kanımca. Bu iki parti anlaşmadıkça da seçimlerin kazanılması çok zor.

Bu bağlamda İyi Parti’nin HDP’yle görüşmem tavrını neye bağlıyorsunuz? Şöyle bir gerçek var; HDP’siz de Altılı Masa’nın seçim kazanması imkânsız. Buna gerçeğe rağmen muhalefetin HDP konusundaki çekimserliğini nasıl okumak gerek?

Türkiye’nin ikinci ana siyasi bölünmesi milliyetçilik demiştim. Ne Cumhur ittifakı ne Millet ittifakı sizin de dediğiniz gibi Kürt seçmenin oyunun almadan, HDP’nin desteği olmadan seçimi kazanamıyor. Ancak Altılı Masa Kürt meselesini de içine alan bir uzlaşma yaratmakta zorlanıyor. Zira hem milliyetçi seçmene hitap etmek hem de aynı anda Kürt seçmene hitap etmek zorunda hissediyor kendini ama bunu yapacak yolu bulamıyor.

Oysa 2019 seçimlerinde muhalefet bu iki grubu yabancılaştırmadan bir araya getirme konusunda başarılıydı. Muhalefet o seçimlerde Türkiye’nin ana siyasi bölünmesini demokrasi ve otoriterlik arasında kurdu. Bu bölünmede demokrasiden yana olan herkesle konuşuruz dedi. Kürt meselesini de bir siyasi haklar, demokrasi sorunu olarak çerçeveledi. En azından böyle bir öncelik sıralaması yaptı. Ama şu an bu konuda da bir sendeleme görüntüsü var. Örneğin Altılı Masa’da Deva Partisi Kürt meselesinin tartışılmasını genişletmek istiyor, İyi Parti daraltmak. Aslında bu iki tutum birbirini tetikliyor.

Farklı seçmen tercihleri ve kimlikleri düşünüldüğünde geniş ama gevşek bir demokrasi uzlaşmasında elbette HDP yer alıyor denebilmeli. Bunu yapmanın yolu HDP’yi Altılı Masa’ya davet etmek, birlikte masada oturmak değil. Bunu yapmanın yolu HDP’nin geniş bir demokrasi bloğundaki aktörlüğünü tanımak. Siyasal tartışmayı dindarlık ve milliyetçilik gibi iki ana bölünme ekseninden devam etmek muhalefeti bölüyor. Muhalefetin çok katı bir biçimde tutunması gereken tek zemin kurumlar ve kurallar. Kendisini demokrasiye geçiş bloğu olarak adlandıran bir muhalif odağın bunu yapması da zor değil aslında. Siyasi bölünme zemini 2019’da olduğu gibi demokrasi ve otoriterlik arasında olmalı.

EKONOMİDE OLAĞANÜSTÜ GERİ ÇEKİLME VAR

Demokrasi zemini yani?

Evet evet. İktidarın oy kaybetmesinin tek nedeni ekonomide olağanüstü geri çekilme, daralma değil. Kuşkusuz onun çok büyük bir önemi var. Özellikle sınıflar arası uzlaşmanın dağılması açısından. Ancak şöyle bir dolaylı etkisi de var. Ekonomik büyüme otoriter iktidarların otoriterleşme pratiklerine halkın onay vermesinin en önemli nedeni. Hizmet meşruiyeti demokratik meşruiyetin yerini aldı çok uzunca bir süre. Şu anki mevcut ekonomik gerileme ise hizmet meşruiyetini sarstı. Tam da bu nedenle içinden geçtiğimiz kriz kurumlara, kurallara duyulan ihtiyacı, bu alandaki geri çekilmeyi yeniden gündeme getirme potansiyeline sahip. Muhalefetin iki ana ekseni var yani. Yeniden bölüşüm/dağıtım ve demokratik meşruiyet. Bu ikisi iç içe. Bölüşüme dair vurucu kesinlikle ayrıntılı olmayan bir söz oluşturmak ve bunu bir demokrasi ittifakı olarak kurgulamak gerekiyor. Asgari müşterek bu olmalı. Bu asgari müşterek çok görünmez hale geldi son 6 ayda, görünmez hale geldikçe de Altılı Masa oy kaybetmeye başladı. Büyük bir belirsizlik hissi oluştu.

Belirsizlik nasıl etkiliyor seçmeni?

Belirsizlik aslında bugün dünyadaki her tür iktidar halinin bel kemiği. Benim çok sevdiğim bir iktidar tanımı var. İktidarı belirsizlik yaratma ve düzenleme kapasitesi ile ilişkilendiriyor. Kurum, kural, anayasa ile yönetmek temelde bir öngörülebilirlik içeriyor. Ama şahsileşmiş otoriter iktidarlar hem sıradan vatandaşların hem siyasal aktörlerin hayatını belirsiz hale getirerek yönetiyor. Belirsizlik keyfiyet demek, enformellik demek. Ne yaparsanız hakkınızda dava açılır bilmiyorsunuz. Ekonomi nasıl yönetilecek bilmiyorsunuz. Seçim tarihini bilmiyorsunuz. Bu kitlesel bir kaygı yaratıyor. Seçmen bu kaygıyı yönetebilecek aktörler ile bu kaygısını azaltıyor. Güçlü lider örneğin bu kaygıyı azaltıyor. Böyle bir iktidardan çıkarken, çıkmaya çalışırken güçlü lider ondan önemli. Çünkü zaten olağanüstü bir kurumsuzlaşma var. Baskılanan çatışma dinamikleri var.

Bu yönetilmesi çok zor bir süreç.  Bu süreç veto aktörlerinin sayısı arttıkça daha da karmaşıklaşıyor. Seçmen bunun zorluğunu siz ona söylemediğinizde de derinden hissediyor. Bozulan zemini korumak ile riske atıp daha da kaybetmek arasında bir seçim olmamalı bu. Seçmen hayat koşullarının iyileşeceğinden, seçim sonrasında yönetimde bir kaos olmayacağından emin olmalı. Bir pusulanın, güven veren bir aktörün olması önemli.

Ama öte yandan bu belirsizlik iktidar aleyhine de işleyen bir süreç. Mesela Andreas Schedler seçimli otoriterliğin temel dinamiğinin seçim sonuçlarının belirsizliği olduğunu iddia ediyor. Bu hükümetler seçimlerde ne kadar güvende olduklarını asla bilemezler, bu belirsizlik olası bir çıkışı da mümkün kılan temel dinamik haline gelir. Yani iktidar muhalefet kazanamaz diye seçime gider ve muhalefet bütün bu olağanüstü belirsizlik ve kuşatma altında kazanır.

MUHALEFET NET MESAJ VE DOĞRUDAN TEMAS İLE KAZANABİLİR

30 Ocak’ta Geçiş Süreci Yol Haritası ve Ortak Seçim Mutabakat Metinleri açıklanıyor. Adayın da 12 ya da 13 Şubat’ta açıklanacağı konuşuluyor. Bunlar kararsız seçmeni karar verme konusunda etkileyebilir mi?

Aslında belki biraz kararsız seçmen meselesini aşan bir yerden bakmak gerekiyor. İki grup var. Gruplardan ilki geçmişte iktidara oy vermiş ve 2018 seçimlerinden beri tercihini iktidar partileri aleyhine değiştirmiş, kararını vermiş gruplar. Sorulardan ilki bu seçmenler iktidar partilerine geri dönebilir mi? Eğer tercihini ekonomik beklenti yüzünden değiştirdiyse ve eğer muhalefet kararlı bir ekonomik program ile çıkamaz ve de yönetimde istikrar görüntüsü veremezse tercihini değiştirebilir. Zira özellikle kırılgan gruplardan olan seçmenler ekonomik duruma değil gelecekteki ekonomik beklentiye göre karar verme eğiliminde. İkinci grup ise henüz kime oy vereceğine karar vermemiş olanlar. Bunların evet bir kısmı Ak Parti seçmeni ama daha çok MHP seçmeni. Bir de tabii sadece iktidara mı yoksa muhalefete mi oy vereyim kararsızlığı yok, muhalefet içindeki hangi partiye ya da hangi adaya oy vereceği konusunda karar verememe durumu da var.  Özellikle bu ikinci tip kararsız seçmen muhalefet partileri arasındaki rekabeti tetikliyor.

Ben seçmende ciddi bir kafa karışıklığı görüyorum. İktidara oy verdiğinde kime oy verdiğini biliyor, politikayı kimin nasıl yapacağını biliyor, ama aynı şey muhalefet için gereçli değil. Bu kafa karışıklığını çözmek lazım. Bunu net mesaj ve doğrudan temas ile yapabilirsiniz.  Pek çok çalışma gösteriyor ki seçmen nasıl oy vereceğini televizyondan, sosyal medyadan ya da parti programından öğrenmiyor. Komşusundan, akrabasından, ailesinden etkileniyor. Bu açıdan doğrudan temas kurmak önemli. O temasta da net bir söz olması lazım. Bu tarz bir doğrudan temas için zaman çok daraldı, ama hala geç değil.

DIŞARIDA MUHALEFETE YÖNELİK BELİRSİLİK VAR

Biz hep içerden bakıyoruz; dışardan baktığımızda Türkiye nasıl okunuyor? Dünya Türkiye’deki seçimi nasıl okuyor?

Dünyada tabii temel eğilim çok uzun bir zamandır Türkiye’de seçimle iktidarın değişmeyeceği yönünde oluşmuş durumda. Yani muhalefet seçim kazansa bile iktidarın yetkiyi devretmeyeceği düşünülüyor. Nitekim otoriter popülist liderlerin böyle bir eğilimi var. ABD’de Trump, Brezilya’da Bolsonaro seçimlerin sonucunu tanımayıp kendi yandaşlarını sokakta hareketlendirdiler. Evet başarılı olamadılar ama bunun temel nedeni iktidarı çok kısa bir süre kullanmış olmaları, iktidarın devletleşmiş olmamasıydı. Ben dışarıdan bakanların bu kaygıyı çok taşıdıklarını görüyorum.  En çok bu tarz bir kaygı dillendiriliyor. Devletleşmiş bir siyasi partinin iktidarı çok kolay bırakmayacağı düşünülüyor.

Bunun yanı sıra muhalefete yönelik bir bilgisizlik var. İktidara ve onun politikalarına yönelik tutum tabii özellikle Batı’da çok olumsuz. Ama muhalefetin hangi politikaları önerdiklerini, Türkiye’yi nasıl yöneteceğini de pek bilmiyorlar. Orada da ciddi bir kaygı var. Yani aslında iç dinamiklere çok benziyor. Mevcuttan memnun olmama ama en azından mevcudun bilgisine sahip olduğunu düşünüp risk almamam. Mesela muhalefet AB ile yapılan mülteci antlaşmasını iptal edeceğim diyor. Peki yerine ne koyacak? Nasıl yeniden müzakere edecek? Etmeyecek mi? Son olarak bence özellikle Batılı hükümetler büyük oranda hareketsiz. Bir bekle ve gör yaklaşımı var. Tüm önemli kararları seçim sonrasına erteliyorlar. Aynı şeyi iktidarda yapıyor. Seçim sonrası yeni bir dönem gibi düşünülüyor ve ne olacağına dair çok büyük bir belirsizlik var.

PUTİN’İN ERDOĞAN’I DESTEKLEDİĞİ ÇOK AÇIK

Putin gibi liderler izledikleri politikalarla Erdoğan’ı destekliyorlar gibi. Buna katılır mısınız?

Tabii ki. Bu çok açık. O ilişkinin dinamiği zaten birbirini desteklemek üzerinden. Bizim uluslararası ilişkilerde çoklu dengeleme (omni-balancing) dediğimiz bir kavram var. Bu kavramın temelde göndermede bulunduğu şey iktidarların sadece ulusal güvenlik üzerinden değil aynı zamanda rejim güvenliği üzerinden uluslararası ittifaklarını inşa etmeleri. Türkiye ve Rusya arasındaki iş birliği, ki ben buna bir ittifak demiyorum, bu iki kaygının bir araya gelmesi ile kuruldu. Yani hem ulusal güvenlik hem de rejim güvenliği. Bu ittifakın oluştuğu dönemde ve halen de ulusal güvenlik Batı karşıtlığı ile iç içe geçmişti.

Ek olarak iki lider arasında çok güçlü bir iletişim var. Birbirilerini anlıyorlar, çünkü liderlik tarzları çok benzer. Örneğin parlamento tarafından kısıtlanan bir yürütme aygıtını zayıf buluyorlar. Liderler birbirine söz verdi mi buna mesela yasama nasıl engel olur diye düşünüyorlar. Başka liderlere masada verdiği sözünü tutabilen bir liderlik modeli bu. Sözünü tutabiliyor çünkü şeffaf değil, halkın katılımına açık değil, denetime açık değil. Burada iki lider tamam dediğinde ilerleyen bir süreç tarif ediliyor.  Bu açıdan çok benzer stiller ve yine siyaset bilimcilerin çok referans verdiği gibi benzerler birbirini anlar, anlamakla kalmaz destekler.

Son olarak eklemeliyim ki NATO’da sorun çıkaran, Finlandiya ve İsveç’in üyeliği gibi süreçlerin ilerlemesini engelleyen, Batı ittifakını bloke eden bir Türkiye Putin için bulunmaz bir fırsat.

SEÇİMLER OTORİTER YÖNETİMLERİN YUMUŞAK KARNI OLMUŞTUR

Türkiye’deki seçim sonucu dünyadaki siyasi gidişi etkisi olabilir mi?

Her dönemin hegemonik bir otoriterlik formu var. Örneğin 70’li-80’li yıllarda bu askeri darbeler. Bu yeni dönemde ise seçimli otoriterlik. Yeni otoriter rejimler muhalefete kısmi ve kontrollü bir alan açan, meşruiyetini seçimlerden alan rejimler. Örneğin benim burada bu mülakatı yapabiliyor olmam, bu rejimi kendi açtığı sınırlar içerisinde kalarak eleştirebiliyor olmam yeni otoriterliğin temel özelliklerinden. Kısmi bir demokrasi görüntüsü ve rejimin karakterinin ne olduğuna dair derin bir belirsizlik ana meşruiyet unsuru. Siyasal partiler ve siyasal rekabet ona bir demokrasi görüntüsü verirken, muhalefete yönelik kısıtlamalar, kaynakların ve kurumların tam denetimi, yargının muhalefeti dizayn için kullanımı onu otoriter yapıyor.

Siyasal rekabetin varlığı ve rejimlerin meşruiyetini seçimlerden alması bu tarz otoriter sistemlerin yumuşak karnı. Ama bu sistemlerden çıkış olağanüstü bir muhalefet koordinasyonu gerektiriyor. Bu rejimlerden çıkış sadece basit bir oy matematiği değil. Aynı zamanda mümkün ve muhtemel tüm hukuksuzluklara karşı dirençli olabilmeyi, iktidarın meşruiyet zeminini kendi söylemi üzerinden bozabilme becerisini gerektiriyor. Bu kadar uzun süren bir iktidar etme halinden sonra ve bunca soruna rağmen muhalefetin bu seçimleri kazanması bütün dünyada olağanüstü bir başarı olarak görülecek. Sadece ülkenin siyasi iklimini değiştirecek bir başarı değil, küresel olarak demokrasi güçlerine ilham verecek bir başarı. Bu anlamda evet dünyadaki gidişatı demokrasi lehine değiştireceğini düşünüyorum böylesi bir başarının. Tersi ise umutsuzluğu attıracak.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI