Cumartesi, Nisan 20, 2024

Rusya’nın Taliban dönemi Afganistan’a Bakışı

ABD’nin Afganistan’dan askerlerini müthiş bir iş bilmezlik içerisinde çekmesi ve ülkeyi “kılçıksız” bir şekilde Taliban’a teslim etmesi Afganistan’ın ötesinde bölgesel denklemdeki taşları da yerinden oynatabilecek sarsıntılar doğurmaya aday. Washington liderliğindeki Batılı koalisyon güçlerinin 20 yıllık sürecin sonunda -en hafif tabirle- Afganistan’daki işi başa sarmış olmaları her halükârda detaylıca tartışılmayı hak ediyor. Ancak mevcut ortam, eski Sovyet coğrafyasına komşu Afganistan’dan kaynaklı yeni riskler ve olası fırsatlar bakımından Rusya gibi aktörler açısından da her türlü senaryoyu olanaklı kılıyor.

Yeni dönemde Afgan halkının, özellikle de kadın ve çocukların yaşayacağı zorlukları tahmin etmek zor değil. Bununla beraber, Taliban iktidarındaki Afganistan’ın yükünün ülke sınırlarını aşması da pek olası. Rusya ve Çin gibi güçlerin “Yeni Afganistan”la farklı sınamalarla karşı karşıya kalacak olmaları, ABD’nin bölgedeki ortağı olmakla beraber Taliban’ı da en güçlü şekilde destekleyen ülke olarak Pakistan’ın yeni konumu, İran ve Hindistan gibi aktörlerin kendilerini bir ölçüde çıkmazda hissetmeleri, sert otoriter ve seküler rejimler altında yaşayan Orta Asya ülkelerinin güvenlik tehdidi algılarının alarm seviyelerine çıkması, AB’nin yeni göç dalgasını önlemek için bazen acımasız da olan reçete arayışına girmesi bir yana, Suriye’den Libya’ya birçok coğrafyada cihatçı gruplarla zaten yeterince iç içe siyaset izleyen Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin de Taliban’ın uluslararası alanda meşrulaşmasının kolaylaştırılmasında olağanüstü çaba harcayacağına dair verdiği işaretler yeni dönemin dinamiklerini karmaşıklaştıran hususlardan sadece birkaçı.

Öte yandan, Afganistan’ın Taliban’a bu kadar hızlı ve sorunsuz bir şekilde “transferini” birçoklarının öngörememiş olması da bu ülkelerin yeni konjonktüre adaptasyonları bakımından soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Bu durum, pek tabii Moskova için de geçerli.

2004-2009 döneminde Rusya’nın Kabil Büyükelçisi görevinde bulunan, şu an ise Rus lider Vladimir Putin’in Afganistan Özel Temsilcisi olan Zamir Kabulov daha birkaç hafta öncesine kadar Taliban’ın Afganistan’da ancak birkaç şehir merkezini kontrolüne alabilecek gücünün olduğunu, başkent Kabil’i ise ele geçirme ihtimalinin olmadığı görüşünü dile getiriyordu. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da Rusya’nın Afganistan konusunda en yetkin ismi Kabulov’la benzer görüşleri tekrarlıyordu. Taliban 15 ağustosta “tek kurşunsuz” Kabil’e girince ise aynı Rus yetkililer, “Taliban’ı küçümsemedikleri, ancak ülkeden kaçarak ayrılan Eşref Gani’nin emri altındaki Afgan ordusunun gücünü ve motivasyonunu abarttıkları” yönünde özeleştiri getirmek zorunda kaldılar. Bu bağlamda, ABD’nin eline yüzüne bulaştırdığı Afganistan’dan çekilme şeklinin, eğer bu plansızlık bilinçli bir makroplan dahilinde hayata geçirilmediyse, ki bunu iddia etmek şu aşamada pek mümkün değil, Sovyetlerin Afganistan tecrübesine sahip Moskova’yı bile bir ölçüde hazırlıksız yakaladığı söylenebilir.

RUSYA İÇİN ÜÇ RİSK

Taliban yönetimindeki Afganistan’ın Kremlin’in başını üç temel noktada ağrıtması olumsuz senaryolar arasında yer alıyor. Bunlardan birincisi, terör ve radikalizm tehdidinin Orta Asya’ya ve oradan da Rusya’ya yayılma istidadı göstermesi.

Moskova, Taliban’ı BM Güvenlik Konseyi’nin “terörizme ev sahipliği yapan örgüt” diye tanımladığı 1999 yılının Ekim ayındaki 1267 numaralı kararı ve yine o yıllarda II. Çeçen Savaşı’nda ayrılıkçılara desteği ve Rusya’ya karşı cihat çağrısı çerçevesinde 2003’te resmen terör örgütü olarak tanımıştı. Hatta Kremlin, o dönem, Putin’in ilk devlet başkanlığı görevi sırasında, ABD’nin Afganistan müdahalesine ciddi destek de vermişti. 2000’lerin başında Washington’la iyi ilişkilere önem veren Moskova, Afganistan meselesini Kuzey Kafkasya’daki terör tehdidiyle aynı parantezde değerlendirip işbirliği yapılabilecek başlıklar arasında görmüştü. Bir başka deyişle, ABD’nin Afganistan’ı işgalini müteakip Taliban’ın yer altına inen bir örgüte dönüşmesine o yıllarda Moskova’nın da önemli ölçüde katkı sağladığı söylenebilir.

Başkan Barack Obama yönetimindeki ABD’nin Afganistan’dan çıkma isteğini yüksek sesle dile getirmeye başlaması ise Rusya’nın aslında pek arzu ettiği bir gelişme olmadı. Zira Moskova açısından, rakibi ABD’nin Afganistan’daki varlığı bu ülkeye göreceli de olsa istikrar getirmekle birlikte milyar dolarlarını harcayarak siyasi, askeri ve diplomatik enerjisinin emilmesini ve zamanla güçten düşmesini de netice verecekti. Bu çerçevede, uzun bir süre Moskova, kendisine komşu ve oldukça riskli bir coğrafyada sükuneti, tek bir kuruş bile harcamadan Amerikan askeri ve ekonomisi üzerinden sağladı.

Obama yönetiminin Afganistan’dan çıkma konusunda somut adımlar atmaya başlamasına paralel, Çeçen sorununu çözmüş, “içeriyi toparlamış”, Gürcistan ve Kırım örneklerinde olduğu gibi artık dışarıda da “kas yapmaya başlamış” Rusya da 2014’ten itibaren, yer altına inmiş olsa da buharlaşmayan ve hatta Afganistan’ın bir gerçeği olarak etkinliği her geçen gün yeniden artan bir örgüte dönüşen Taliban’la temaslara başladı. Putin’in Temsilcisi Kabulov, Rus mahkemelerince terör örgütü olarak tanınmasına rağmen söz konusu tanımanın Taliban’la iletişime geçmeye engel oluşturmadığı “gerekçesini” öne sürerek bu temasları hem doğruladı hem de Rusya’nın çıkarlarının bunu gerektirdiğini vurgulamaya başladı. “Buz gibi realizmle” şekillenen Rus dış politikası Taliban’la ilişkisinde pragmatizmi önceliklendirip ilerleyen yıllarda kendisi için de ortaya çıkabilecek faturayı minimize etmeye çalıştı. Zira küresel bir askeri güç olan ABD’nin bir ülkeye müdahalesi nasıl bölgedeki güç dengelerini değiştirebiliyorsa, çıkışı da en az o derece sarsıntılı olabilirdi. Nitekim bu görüşünde Rusya haklı çıktı.

Şimdi ise 7 yıldır yakın temasta olduğu, en son temmuz ayında olmak üzere birçok sefer Moskova’da ağırladığı Taliban temsilcilerinden Kremlin’in en büyük beklentisi, Taliban’ın Afganistan içinde sergilediği radikalizmi ülke içinde tutması, kesinlikle Orta Asya’ya taşırmaması. Malum, Tacikistan, Rus NATO’su Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü üyesi. Yani, dış tehdit söz konusu olduğunda, Moskova’nın birinci derece sorumluluk alanlarından. Afganistan’ın diğer komşusu Özbekistan da Rusya’nın bölgedeki en önemli partneri. Devasa doğalgaz kaynaklarına sahip Türkmenistan ise kendi halinde bir ülke gibi görülse de Moskova’nın çıkarları açısından istikrarsızlığa sürüklenmesinin tahammül edilemeyeceği bir ortak.

Taliban’la görüşmelerde bu konuda çeşitli güvencelerin alındığı Rus yetkililerce son haftalarda sıklıkla söylendi. Hatta Kabil’i ele geçirdikten sonra Taliban yetkililerinin yaptığı ilk basın toplantısında Rusya’nın Pakistan ve Çin’le beraber ilişkilerinin en iyi olduğu üç ülke arasında sayılması da bu anlamda Moskova açısından olumlu bir gelişme.

Öte yandan, pek tabii şu an için sadece söylem düzeyinde olan bu güvenceler, Taliban’ın sadece fiziki ve coğrafi yayılımını engellemeyi amaçlamıyor, aynı zamanda ideolojik yaklaşımlarını ihraç etmemesini de gerektirecek. Ancak Taliban’ın içeride tam anlamıyla kontrol sağladıktan sonra Orta Asya’da “daha aktif” bir politikaya başvurup başvurmayacağını şimdiden kestirmek pek mümkün değil. Ayrıca, bir süredir Rusya’yı “arka bahçesinde” uğraştırma amaçlı politikalar izleyen özellikle İngiltere gibi aktörlerin Karabağ ve Ukrayna örneklerinde olduğu üzere Erdoğan Türkiyesi’ni yine devreye sokup yönlendirmesiyle Taliban’ın ilerleyen dönemde Moskova’ya karşı kamçılanması da ciddi bir olasılık.

Rusya açısından ikinci büyük risk ise Taliban kontrolündeki Afganistan’ın IŞİD, El-Nusra, Hizb ut-Tahrir gibi terör örgütlerine ve radikal gruplara uygun elverişli bir zemin sağlama tehlikesi. Her ne kadar Rusya, Taliban’ın ülkede kontrolü eline geçirene kadar özellikle IŞİD’e karşı savaştığı yönünde görüşler ifade ettiyse de istikrarsızlığa gebe yeni süreçte bu oluşumlar arasında “cihadi dayanışmanın” baş gösterip göstermeyeceği henüz belirsizliğini koruyor.

Uluslararası izolasyonu kırıp meşrulaşma arayışındaki Taliban, Rusya’nın hukuki olarak da “kara listesinden” çıkarılmayı beklerken, Moskova da bahsi geçen örgütlerle kıyaslandığında de facto “daha az terörist” gördüğü Taliban’ı “daha koyu” radikal gruplara karşı mücadele etmesi için teşvikçi bir pozisyon takınıyor. Aslında bu, Kremlin’in aşina olduğu bir durum. İdlib’de de uzun süredir HTŞ konsantresinin seyreltilmesi amacıyla bölgedeki “az daha” cihatçı grupların varlığına tahammül edip bu gruplarla Astana sürecinde müzakere etmeyi “ehven-i” şer olarak görüyor. Bu stratejinin Afganistan’da işleyip işlemeyeceğini ise zaman gösterecek.

Haddizatında Moskova’nın bu yaklaşımı, bir ölçüde Ankara’nın Taliban’la kuracağı ilişkiyle de netlik kazanacağa benziyor. Taliban’ın kendisine oldukça sıcak mesajlar veren Erdoğan Türkiyesi’ni “uluslararası sözcüsü” gibi kullanmasına karşılık, Ankara’nın da türlü türlü cihatçı grupla yürüttüğü yakın işbirliğini ve yine uyuşturucu ticareti konusunda ayyuka çıkan skandalları dikkat alındığında Taliban üzerinden bu tecrübeyi (!) Afganistan’a aktarıp “zenginleş(tir)me” ihtimali Rusya’nın uykularını kaçıracak cinsten bir gelişme olacaktır.

Taliban rejiminin Afganistan içinde oluşturacağı yoğun baskının günün sonunda bu ülkenin kendi içine doğru çöküp yeni bir iç savaşı tetikleme riski de Moskova’nın üçüncü büyük çekincesini oluşturuyor. Afganistan, Rusya’nın askeri varlığıyla nüfuz kazanmaya çalıştığı bir ülke değil. Sovyetlerin kötü deneyimi hala canlı hatıralarda yaşıyor. Afganistan’daki siyasi rejimi çok öncesinden kabullenen Moskova, daha ziyade buradaki istikrarla Avrasya coğrafyasındaki siyasi ve ekonomik etkinliğini artırma peşinde.

Avrasya Ekonomik Birliği’ne Tacikistan’ın yanı sıra ciddi dinamizm kazandırabilecek bölgedeki önemli bir güç olarak Özbekistan’ı da katma arayışındayken Rusya, kendi kısıtlı ekonomik kaynaklarıyla Afganistan’da geleceği belirsiz askeri müdahalelere girişmek istemez. Bu yüzden de Taliban yönetiminde de olsa Afganistan’da düzen ve istikrarın sağlanması en birinci öncelik. Ve yine biraz da bu yüzden, Taliban’ı tanıyacaksa da Rusya’nın bir başka büyük ve önemli talebi Taliban’ın Peştunların yanı sıra Tacik, Özbek, Hazara gibi diğer etnik ve mezhep gruplarını da mümkün olduğunca kapsayıcı bir yönetimle iş başı yapması. Aksi takdirde, kısa bir süre sonra Afganistan’ın yeni bir iç savaşa sürüklenmesi işten bile değil.

FIRSATLAR DA YOK DEĞİL!

Herhalde hiç kimse 11 Eylül’ün yol açtığı şok etkisiyle ABD’nin alelacele görüntü altında Afganistan’da giriştiği işgalin 20 yıl sonra Amerikan askerlerinin adeta ülkeden kaçarcasına Afganistan’ı “anahtar teslim” Taliban’a devretmeleriyle sonuçlanacağını tahmin edemezdi. Ve pek muhtemel ki yine hiç kimse, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıktığı farz edilen ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya düzeninin ve 2000’lerin başında küresel anlamda gücünün zirvesine erişen Washington’ın yine 20 yıl sonra Afganistan’da bu kadar net bir şekilde “duvara toslamış” bir fotoğraf vereceğini kestiremezdi. Ancak Taliban’ın Kabil’e girdiği 15 ağustostan bu yana Afganistan’da yaşananlar küresel siyasette “Pax Americana” devrinin sona erdiğine dair şu ana kadarki en somut resmi ortaya koyarken, gelişmelerin bu hızda cereyan edeceğini öngöremeyen rakip güçler için bile ilginç “fırsatlar” doğurma potansiyeline sahip.

Her şeyden önce ABD liderliğindeki NATO koalisyon güçlerinin Afganistan’da terör örgütü El-Kaide ve başındaki isim Usame bin Ladin’i imha etme hedefini zamanla genişleterek Batılı değerler temelinde ulus devlet inşa etme işine girişmelerinin bu derece bir “başarısızlıkla” sonuçlanması Kremlin yönetimine iç ve dış siyasette ciddi bir avantaj sağlayabilir. Batılı ülkelerin Afganistan örneğindeki bu başarısızlığı, uzun zamandır demokrasi gibi kavramların farklı toplumların kendi tarih, gelenek, sosyal yapı ve siyasal kültürleriyle farklı coğrafyalarda birbirinden farklı kimlik, görüntü, süre ve şartlarda “yeşerebileceğini” savunan Moskova açısından sadece Batı’ya karşı belli bir “ahlaki üstünlük” kazanmasını değil, aynı zamanda ülke içindeki otoriter uygulamaların meşruiyeti için de getiri sağlayabilir. Hatta söz konusu bu tablo, sadece Kremlin için değil, Türkiye’den Brezilya’ya, Çin’den Macaristan’a kadar geniş bir coğrafyadaki otoriter rejimler için de içeride “pedala basma” anlamına gelebilir.

Haddizatında Afganistan, Batılı ülkelerin ulus devlet inşa politikasına başvurdukları ilk ve tek ülke değil(di). Irak’tan Libya’ya, Balkanlardan Afrika’ya bunun örnekleri çok. Afganistan daha ziyade, başarısızlıkla sonuçlanan en çarpıcı örnek. Ve pek tabii bu sonucun en nihayetinde Biden yönetimi altında elde edilmesi de “kaderin cilvesi” olsa gerek. Her ne kadar ABD’nin çekilme kararında Trump yönetiminin önemli bir sorumluluğu bulunsa da Biden ve ekibinin bu derece plansız ve beceriksizce hareket etmesi kendi üzerlerindeki sorumluluğu hafifletmiyor. Neticede, ABD’nin demokrasi, hukuk, insan hakları, yolsuzluklar ve devlet yapısı adına Afganistan’da bıraktığı 20 yıllık miras, bu kavramları söylemlerinde öne çıkaran Biden yönetimi için ciddi bir çelişki olarak karşımızda duruyor. 2021 sonuna doğru “Demokrasi Zirvesi” toplamayı planlayan Washington’ın liberal dünyanın liderliği rolüyle Afganistan’da sahnelediği imaj muhtemel ki bu zirveleri düne göre bugün birçokları için daha da anlamsız kılacaktır.

Kabil havaalanında Taliban korkusuyla bir şekilde kendini ülke dışına atmak için can havliyle Amerikan uçaklarında yer arayanların, hatta çaresizce ve bir umut diyerek uçaklara tutunup havalanan ve sonra da düşüp hayatlarını kaybedenlerin yaşadığı o korkunç anlar pek muhtemel ki uzun yıllar boyunca ABD’nin Afganistan politikası adına hafızalara kazınan fotoğraflardan biri olacak. Bu fotoğrafın siyasi ve jeopolitik bir sonucu ise şu olsa gerek: ABD başta olmak üzere birçok Batılı ülkenin başka coğrafyalarda yerelde işbirliği yaptığı aktörleri kolayca gözden çıkarabilecekleri gerçeği.

Pek tabii, bu durumun Rusya açısından çeşitli kolaylıklar sağlayabileceği de iddia edilebilir. Çıkarları gerektiğinde, ABD’nin başka ülkelerde yereldeki ortaklarını rahatlıkla Taliban gibi adreslere terk edip ölüm tehlikesiyle baş başa bırakabileceği olgusu Afganistan ötesinde de yankı bulabilir.

Geçen aylarda Rusya’yla savaşın eşiğinden dönmüş Ukrayna’da Cumhurbaşkanı Zelensky’nin partisinden ABD’nin Afganistan’dan apar topar ayrılışını bu meyanda eleştiren milletvekillerinin çıkması hiç de şaşırtıcı olmamalı. Gürcistan hakeza. Moskova’yla hep netameli ilişkilere sahip Baltık ülkelerinin de NATO’ya inançlarının Afganistan’da yaşananlarla hiç sarsılmayacağını söylemek de pek doğru olmasa gerek. Yine Suriye gibi kendisine oldukça uzak ve Rusya’yla bir savaşa girmeye değmeyecek bir coğrafyada Kürtlerle belli bir işbirliği modeli geliştiren ABD’nin bir gün aniden bu bölgeden çekilme ihtimalinin de Kürtler için oluşturacağı risk pek muhtemel ki bugün daha belirgin olarak görünüyordur.

Bu çerçevede, Afganistan’da 20 yıldır ABD için veya ABD’yle yakın çalışan on binlerce Afganın durumu da dikkate değer. Muhtemel ki bu Afgan nüfusun dahi ancak bir kısmının ülkeden çık(arıl)ması söz konusu olacak. Bu insanlara bile Taliban sonrası ülkeden çıkarken kendilerine öncelikle Türkiye, Kosova, Arnavutluk gibi ülkelerin adres gösterilmesi ise not edilmeli. Öte yandan, Afgan göçmenlere uzun yıllar Afganistan’da bulunan NATO koalisyon güçlerinin Taliban sonrası ne ölçüde kucak açtıkları veya açacakları da ayrı bir tartışma. Pek tabii tüm bunların Rusya gibi güçler için ABD’nin “ad hoc” ortaklarına vermek istediği “Batılı destekçilerinize o kadar da güvenmeyin!” yollu mesajlar bağlamında fırsatlar sunduğu ileri sürülebilir.

Son olarak, “Yeni Afganistan”da Moskova’nın bölgesel aktörlerle 20 yıl öncesine göre daha elverişli bir ortamda işbirliği geliştirmeye çalışacağı da söylenebilir. Her şeyden önce ne dünya 20 yıl öncesinin dünyası ne de Rusya 20 yıl öncesinin çalkantılı ve iç karışıklıklarla boğuşan Rusya’sı. İkincisi, Moskova’nın Taliban’la ilişkisi de 2000’lerin başındaki gibi değil. Üçüncüsü, Rusya’nın Afganistan’a komşu coğrafyalardaki Çin, Hindistan, Pakistan, İran gibi ülkelerle de işbirliğinin boyutları yine 20 yıl öncesiyle kıyas dahi kabul edilemez.

Rus askerleri artık Çin’de Çin silahlarıyla ortak tatbikatlara katılıyor, ABD baskısına rağmen Hindistan Rus S-400 füzelerini satın almaktan vazgeçmiyor, Rus deniz kuvvetlerinin merkezi Kronstadt’ta Pakistan askerleri geçit töreninde boy gösteriyor, Rusya’nın İran’la başta Suriye’de rekabet içerikli gelişen işbirliği Çin’in de katılımıyla Hürmüz Boğazı’nda üçlü askeri tatbikatlara evrilmiş durumda, tarihinde ilk defa Tacikistan aynı anda hem Rusya hem Çin’le askeri tatbikatlara ev sahipliği yapıyor…

Öte yandan, artık 20 yıl öncesine göre küresel bir ekonomik güce dönüşen Çin’in de yine yakın ilişkilerinin olduğu Pakistan’ı da yanına alarak İslamabad destekli Taliban’ın kontrolündeki Afganistan’ı tanımaya hazırlandığı görülüyor. Eğer Doğu Türkistan kökenli cihatçı ve ayrılıkçı gruplara ev sahipliği yapmama konusunda Taliban’dan aldığı sözlerde bir hayal kırıklığına uğramazsa Pekin’in Afganistan’a yatırımlarını hızlandırabileceği dahi söylenebilir. Pek tabii, bu durumun netleşmesi için biraz daha zaman lazım.

Moskova’nın bu ülkelerle gelişen ikili işbirliklerinin yanı sıra bölgesel yansımaları da söz konusu. 2001’den günümüze gelindiğinde, Türkmenistan hariç Afganistan’ın tüm komşularının Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) artık ya üyesi ya da gözlemcisi olduğu dikkatlerden kaçmamalı. ABD’nin çekilmesi sonrası Taliban yönetimindeki Afganistan artık Batı’dan ziyade ŞİÖ’nün sınav vereceği bir alan. Rusya’nın ŞİÖ’yü uzun süredir askeri güvenlik odaklı bir örgüte dönüştürme çabaları da göz önüne alındığında, Taliban tehdidine karşı 20 yıl öncesine göre o kadar da yalnız olmadığı gerçeği karşımıza çıkıyor.

Afganistan’ın daha uzun yıllar tam anlamıyla huzur bulamayacağını söylemek için ise kâhin olmaya gerek yok. Ancak 20 yıl öncesinin Afganistan’ı, bölgesel ve küresel güç dengeleriyle karşı karşıya olunmadığı da bir gerçek. Eğer Rusya, Afganistan’da bu bölgesel aktörlerle birlikte vereceği sınavda başarılı olursa, küresel güç dengelerinin zaten doğuya doğru kaymakta olan ağırlık merkezinin Transatlantik kuşağından Asya-Pasifik’e hızlı akışı çıplak gözlerle daha billur bir şekilde görülecek. Yok eğer bu işbirliği fırsatları kaçırılırsa, Afganistan’ın ötesinde bölgeyi daha büyük bir kaosun beklediği aşikar.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI