Cuma, Mart 29, 2024

Referandumun dayanılmaz cazibesi

Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı acı deneyimler sonucunda referandum, halk oylaması, seçim kavramlar siyasal gündemin odak noktasına geldiğinde bunları temel demokrasi araçları olarak sorgulamadan kabullenmenin rizikosunun yüksek olduğuna dikkat çekiyor Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu. 

“Belki merhum Lord Attlee, referandumun diktatörlerin ve demagogların elinde bir alet olduğunu söylediğinde haklıydı,”

Margaret Thatcher

Halkın kendi kendisini yönetmesi düşünüldüğünde siyaset bilimciden siyasetçiye ve seçmene kadar herkesin aklına ilk gelen karar alma süreçlerinden bir tür halkoylaması olan referandum olmaktadır. Bir siyasal sorun veya konu hakkında seçmenin doğrudan doğruya karar vermesini sağlayan bu yöntem halkın kendisini yönetmek için kendisi tarafından oy kullanmasına dayanmaktadır. Söz konusu konu veya sorun bir soru halinde seçmene takdim edilmekte, seçmen de bu sorunun yanıtını “evet” veya “hayır” oyu vermek suretiyle sandıkta vermektedir.

Hem seçmenin doğrudan doğruya siyasal bir kararın alınmasına katılması söz konusu olmakta, hem hiçbir aracıya / temsilciye gerek kalmadan seçmenin oylarıyla sorun veya konunun halli söz konusu olmaktadır.  O zaman halk yönetimi için referandum ideal bir demokratik araç değil midir? Oysa, İsviçre dışında referandumu ulusal siyaset sahnesinde uzun yıllardır, sık ve düzenli olarak kullanan çağdaş pekişmiş (consolidated) demokrasi bulunmamaktadır.

Referandum neden bir yöntem olarak demokrasi uygulamalarında bir kural olmaktan çok istisna görüntüsü vermektedir? Referandum önerileri ortaya atıldığı zaman da pekişmiş demokrasilerde bile her zaman büyük bir kabul görmemekte ve ciddi bir tartışmaya yol açabilmektedir. Buna karşılık referanduma her zaman ve koşulda başvurmaya eğilimli bir siyasal kadro ve destekçileri de mevcuttur. Bu durumda referanduma biraz daha yakından bakmakta yarar olabilir.

ÇAĞDAŞ SİYASETTE REFERANDUM VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ

Referandumun çağdaş demokrasilerin 18. yüzyılda kurulmaya başlamasıyla birlikte ilk kez 1800 yılında Fransa’da uygulanmaya başladığını biliyoruz. Bunu izleyen 1802 ve 1804 referandumlarıysa Napoleoncu referandumlar olarak bilinmektedir. 1802 referandumundan Napoleon Bonaparte Fransız halkından kendisini hayat boyu Konsul olarak atamasını, 1804’te de Bonapart Hanedanının ilk İmparatoru olarak atamasını istemişti.[1]

Napolyon Bonaparte Meclis’e kabul ettiremediği bir öneriyi referandumla doğrudan halkın onayına sunmak suretiyle hem kendi istediği rejim değişikliğini gerçekleştirmenin yolunu açmış, hem halkın gözünde kendi kişisel yönetiminin gücü ve meşruluğunu artırırken Meclis’in itibarını ve meşruluğunu aşındırmayı başarmıştı. Referandumun bu ilk uygulamaları hiç de demokrasinin bir ileri aşamasına giden yol gibi durmuyordu. Bir yüzyıl kadar sonra Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da yükselen etnik veya ırkçı milliyetçi akımlar da benzer bir biçimde referandumu kullanarak iktidara yürüyüp demokrasiyi sonlandırıyorlar.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Britanya’da iktidara gelen İşçi Partisi sosyal refah devletini kurmaya yönelirken birçok endüstriyi de millileştirme kararı alıyor. Britanya Parlamentosu’ndaki görüşmeler sırasında Muhafazakâr Parti temsilcileri İşçi Partisi Başkanı ve Başbakan Clement Atlee’ye millileştirmeler konusunda yasama çoğunluğu ile karar almanız yetmez, bu kararları referanduma götürün diye önerilerde bulunuyor.

Atlee bu önerilere verdiği yanıtta yakın geçmişte acı örneklerini gördüğümüz gibi, anayasada düzgün bir biçimde düzenlenmiş ve tanımlanmış bir süreç olarak referandum yer almadığı sürece, referandumlar diktatörler veya demagogların elinde oyuncak oluyorlar diyerek bu öneriyi reddetmişti.

Otuz yıl kadar sonra Birleşik Krallığın Ortak Pazar’a (Avrupa Birliği, AB) katılması söz konusu olduğunda bu kez yine iktidarda olan İşçi Partisi bu kararı referanduma götürmek istediğinde, Muhafazakâr Parti’nin başına yeni seçilmiş olan lideri Margaret Thatcher yaptığı konuşmada İşçi Partisi’nin 1940’lardaki lideri ve başbakan Atlee’nin yukarıda zikrettiği konuşmasına atfen referanduma gerek olmadığını, zaten Atlee’nin haklı olabileceği gibi referandumların diktatör veya demagoglara alet olduğunu[2] vurgulayarak bu yola girilmemesini önermişti.

Öyle görülüyor ki Avrupa’nın en eski ve pekişmiş demokrasisine sahip olan Britanya’da iki iktidar partisinin de liderlerinin gözünde referandum sadece bir demokrasi aracı değildir. Ancak, Britanya gerek AB’ye girmek gerekse de çıkmak konusunda referandumlarla karar aldı ve 2016’da Brexit diye anılan bir referandum sonrasında 2019’da AB’den ayrıldı. En azından Britanya’daki Westminster Demokrasisi ile referandum arasındaki ilişkiler bir hayli sorunluymuş gibi duruyor.

Buna karşılık İsviçre gayet düzenli ve sık bir biçimde uzun süredir referandumlar yapıyor ve bu uygulamayla pek bir sıkıntı da yaşamıyor. Avrupa ülkeleriyse bu iki örneğin arasında farklı sıklıklarda referanduma başvuruyorlar. O zaman demokrasiyle referandum ilişkisini nasıl değerlendirebiliriz?

Çağdaş pekişmiş demokrasiler iki temel tipte ortaya çıkıyorlar.[3] Bunlardan bir tanesi çoğunluk (majority) esasına göre karar alma ve hükümet etmeyi gerçekleştiriyor. Bunun ilk ve en temel örneği Britanya’daki Westminster Demokrasisi. Bu örnekte seçmenin, tek parlamento sandalyesinin bulunduğu seçim çevrelerinde, en çok oy verdiği aday seçiliyor. Bu durumda bazı seçim çevrelerinde oy siyasal parti veya adaylar arasında çok dağıldığı için %30 veya %20 oy alan bir aday dahi seçilebiliyor. O zaman oyların çoğu Parlamento’ya yansımamış, temsil adaleti ortadan kalkmış oluyor. Ancak, seçim biter bitmez kazanan partinin hangisi olduğu hemen belli oluyor. Kimlerin hangi vaatlere göre yöneteceği, başarılı olma veya olmama durumunda sorumluluğun kimde veya kimlerde olacağı gayet saydam bir biçimde ortaya çıkıyor.

Bu durumda kimden hesap sorulacağı kolayca ortaya çıkıyor, ama temsilde adil olmayan bir sistem uygulamaya geçiyor. Parlamento’da da çoğunluk esasına göre karar alınıyor. Bu çoğunluk her zaman seçmenin bir azınlığına tekabül etmekle birlikte, onun aldığı kararların bir dahaki seçime kadar uygulanması söz konusu.

Bir demokratik seçim süreci olarak referandum çoğulcu demokratik rejimlerde siyasal temsili güçlendiren, bireyin siyasal kararları etkilemesini ve kendisini alınan kararların bir parçası olarak hissetmesine olanak sağlayan, bir araçtır.

Ancak, bir dahaki seçimde çoğunluk diğer partinin eline geçerse, o zaman bu kararlar değişip başka uygulamalar hayata geçirilebiliyor. Uzun dönemde siyasal partiler arasında iktidar koltukları sık aralıklarla değiştiği için seçmenin çoğunluğu hayatının bir aşamasında kendi görüş ve değerlerine hizmet eden bir iktidarla yönetilebiliyor. Bu da bir anlamda siyasal katılma ve temsilde içkinlik (inclusivity) olarak kabul ediliyor.

Westminster demokrasisinde temel karar alma mekanizması Parlamento olarak kabul edilmiştir. Üstelik Britanya’daki demokratik siyasal düşüncede halkın seçimle tescil ettiği temsilcilere verilen yetki halkın yönetim yetkisi olup, temsilciler heyetinin halkın yokluğunda halk olarak, halkın sahip olduğu yetkinin aynısına sahip olarak karar alacağı kabul ediliyor. O zaman bir yazılı anayasaya gerek görülmemiştir. Anayasa Parlamento’nun aldığı kararlardan ibarettir. Anayasa’ya gerek duyulduğunda Parlamento’nun kararlarına başvurulabilir veya Parlamento yeni bir anayasal ilke veya uygulama kararı üretebilir.

Halkın Parlamento ile özdeş olarak kabul edildiği bir durumda yazılı anayasa olmadığı gibi bunun içinde düzenlenmiş bir referandum da söz konusu değildir. Ayrıca, eğer Parlamento ile halk özdeş ise o zaman hangi yasa veya kararlar için halka doğrudan başvurulabilir? Bunların sınırı nerede ve nasıl saptanacaktır? O zaman bu hususta yazılı bir anayasada tedvin edilecek (codified) ve ilkeler belirlenecektir. Onlar olmadan referandum, Atlee ve Thatcher’in ifade ettiği içerikte, demokrasiyle ilişkisi muğlak ve hatta anlamsız uygulamalar olarak kalacaktır.

İkinci demokrasi modeli ise İsviçre’deki çoğulcu, Oydaşmacı (Consociational) Demokrasi uygulamasıdır. Bu durumda seçim nispi temsil esaslı olup, her seçmen blokunun veya topluluğunun temsiline ve siyasal katılma sürecine dahil edilmesine, hiçbir azınlığın dışlanmamasına azami özen gösterilir. Ancak, bu durumda çok sayıda siyasal parti yasama organında temsil edildiğinden seçim sonrasında kimin kazandığı bir süre belli olmayabilir. Parti hükümeti yerine koalisyon hükümetleri esas olacaktır.

Temsilde adalet sağlanırken, kimden veya kimlerden hesap sormak (accountability) gerekeceğini saptamak zorlaşmaktadır. Bu modelde yazılı bir anayasa hem ulusal siyasetin kurum ve yetki alanlarını, hem de yerel siyasetin sınır ve yetkilerini tanımlar. Parlamento seçmeni temsil etmekle birlikte onunla özdeş değildir. Anayasada bir seçim uygulaması olarak referandum yer alır ve düzenli ve sık uygulanır. Üstelik buna sadece hükümet veya yasama organı değil, yeterince imza toplandığında halk da karar verebilir.

Otoriter ve totaliter rejimlerde halk egemenliği olduğu savına dayanan seçimler ve halk oylamaları yapılsa bile, burada iktidardaki bir yücenin halkın lideri olduğunun gösterilmesi esas olduğundan, seçimler ve oy siyasal katılma ve temsil aracı olarak kullanılmaz.

Böylece halkın en azından bir bölümünün duyarlı olduğu sorunlar ulusal seçmen tarafından doğrudan da çözülebilir. Referandumlar bağlayıcı olabilecekleri gibi, yol gösterici, eğilim belirleyici içerikte olup, yasama organına bu konuda ayrıca karar alma olanağı da sağlayabilirler. Bu durumda referandumla seçmen (halk) ile temsilcilerin çatışması, yasama organının es geçilmesi, meşruluğunun sorgulanmasının da önüne geçilerek referandumun işlevsel bir araç olarak kullanılması söz konusu olur.

Sözün kısası, bir demokratik seçim süreci olarak referandum çoğulcu demokratik rejimlerde siyasal temsili güçlendiren, bireyin siyasal kararları etkilemesini ve kendisini alınan kararların bir parçası olarak hissetmesine olanak sağlayan, bir araçtır. Bu yolla Robert Dahl’ın Polyarchy (1971) kitabında önerdiği demokrasi tanımının iki unsurundan birisi olan içkinci (inclusive) katılmayla seçmenin kucaklanması kolaylaşmış olur.

Ancak, çoğunlukçu demokrasilerde temsil adaleti göz ardı edildiği için seçmenin çeşitli ve farklı yöntemlerle siyasal karar süreçlerine katılmasının sağlanmasına duyarlılık pek gösterilmemektedir. Onun için referandum uygulamaları daha çok anayasa değişikliklerinin tescilinde kullanılan seçmen onayı uygulamalarıdır.

Otoriter ve totaliter rejimlerde halk egemenliği olduğu savına dayanan seçimler ve halk oylamaları yapılsa bile, burada iktidardaki bir yücenin halkın lideri olduğunun gösterilmesi esas olduğundan, seçimler ve oy siyasal katılma ve temsil aracı olarak kullanılmaz. Orada zaten değiştirilmesi düşünülemeyecek dahi olan iktidarın seçmenin siyasal kararlarıyla değiştirilebilmesi söz konusu değildir; seçim bu rejimlerde iktidarın tekrar güven tazelemesi, kitlesel destek ve tezahüratla inha ve ihdası anlamındadır.

Referandumlar da bu rejimlerde iktidarın önerdiği bir anayasa değişikliğinin geniş halk kabulüne mazhar olduğu izlenimini vermek için yapılır. Basın ve medyanın denetim altında olduğu, ifade özgürlüğünün ya sınırlı ya da hiç mevcut olmadığı, muhalefetin ya mevcut olmadığı ya yeraltında olduğu ya da pek cılız olduğu bir siyasal ortamda yapılan referandumlarda da halktan tercih yapmak yerine, iktidarın istediği tercihi onaylayacak biçimde davranması beklenir; referandum bir başka tür halk oylaması türü olan ve siyasal tercih içermeyen plebisite dönüşür.

TÜRKİYE’NİN REFERANDUM İLE İMTİHANI

Görüldüğü gibi referandum ile demokrasi ilişkisi tek düze olmadığı gibi, halk oylamasının her yapıldığı rejimin demokrasi olmaması dolayısıyla referandumun işlevi de farklı siyasal rejimlerde demokrasi dışı bir onay mekanizması içeriğinde olabilmektedir. Ülkemizin yine bir referandum tartışmasına sokulmaya çalışıldığı bugünlerde biz ne tür bir referandum ile karşı karşıya olacağız?

Türkiye, 16 Nisan 2017 halk oylamasından ve Temmuz 2018’de kurulan hükümetten sonra, neo-patrimonyal bir sultanizm rejimiyle yönetilmektedir.[4] Bu siyasal rejimde hükümet biçimi demokrasi değildir; onun için uluslararası karşılaştırmalarda Türkiye’nin rejimi “özgür olmayan” (Freedom House, World Freedom Index – 2022) veya melez rejim (Democracy Index- 2022) olarak ölçülmektedir.

Bizim 2022’nin son aylarından itibaren tartıştığımız “başörtüsü anayasa referandumu” fikri demokratik olmayan bir rejimde yapılacak olan seçimlerle birlikte yapılması önerilecek bir referandumla ilgilidir. Dolayısıyla, burada yapılması önerilen referandumun seçmenlerin siyasal karar alma sürecine daha fazla müdahalesine olanak sağlayan bir içkin katılma olgusu olmaktan çok, iktidarın güçlendirilmesi ve kitlesel desteğinin tesâmuhunun (grandeur) gösterilmesi aracı olması hasebiyle önemlidir.

İktidar koalisyonunun referandum önerisine giden süreci yakından incelediğimizde ilginç bir görüntü çıkmaktadır. CHP liderinin yaptığı bir sosyal medya söyleşisinde helâlleşme (reconciliation) olgusu olarak takdim ettiği, türban takan kadınlara yönelik koruyucu bir yasal düzenleme sağlanmasıyla başörtüsü konusunun siyaset gündeminden tamamen çıkartılması önerisiyle bu süreç başlamıştır.

Bu açıklamaya iktidardan verilen ilk yanıt da hayli ilginçtir. Bizzat AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Türkiye’de başörtüsü sorunu diye bir sorun olmadığını ilan etmiştir (https://www.haberturk.com/son-dakika-cumhurbaskani-erdogan-basortusu-cikisi-basortusunu-anayasa-ile-cozelim-3526506 ve https://www.bbc.com/turkce/articles/c145gdx5kdzo).

Ayrıca, bu açıklamayı destekleyecek biçimde başörtüsü konusunu yine bizzat AKP lideri ve Cumhurbaşkanı bir “gollük pas” atılması (https://www.yeniakit.com.tr/haber/erdogandan-kilicdarogluna-basortusu-cevabi-farkinda-olmadan-bize-golluk-pas-atti-1697063.html) olarak betimlemiştir. Bu konuda bir hak veya özgürlük yahut mağduriyet sorunu anlamında yasal veya anayasal sorun olmadığı böylece vurgulanmış bulunuyor.

Ancak, herhangi bir yasal veya anayasal sorun bulunmamakla birlikte başörtüsü anayasal referandumu bir siyasal hesaplaşma ve Türkiye’deki kültürel fay hataları üzerinden mevcut olan ayrışmayı esas alan bir çatışmada (kulturkampf) siyasal iletişim malzemesi olarak kullanılmasına fırsat verecek bir araçmış gibi duruyor. Siyasal iletişimde yaygın olarak kültürel değerler, simgeler ve memlerin kullanıyor olmasından yararlanılarak, anayasal veya yasal sorun olmadığı kabul edilen bir kadın giysisi tekrar temcit pilavı gibi pişirilerek bir referandum konusu olarak gündeme tüm ağırlığıyla oturtulmaya çalışılıyor.

Bizim 2022’nin son aylarından itibaren tartıştığımız “başörtüsü anayasa referandumu” fikri demokratik olmayan bir rejimde yapılacak olan seçimlerle birlikte yapılması önerilecek bir referandumla ilgilidir.

Burada bir mağduriyetin giderilmesi, bir hakkın tesisi veya özgürlüğün sağlanması değil, yaklaşan seçim ortamında, kendisini destekleyen kültürel seçmen bloklarını sağlamlaştırmak ve ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları nedeniyle iktidar için maliyetli olan siyasal gündemi değiştirmek amaçlanıyormuş gibi görünüyor. Hayat pahalılığı ile bozulan gelir dağılımı ve artan yoksullaşma, bozulan gelir dağılımından çeşitli usulsüzlüklerle korunan ekonomik çıkarların oluşturduğu israf ve yolsuzluk görüntüleri, bu görüntüleri seçmenin dikkatinden uzaklaştırmak için uygulanan yasaklar ve sultanizm rejiminin şahsi ve keyfi karar alma uygulamaları yüzünden yozlaşan kurumlar yerine bunlarla hiç alakası olmayan bir başörtüsü anayasa referandumu üzerinden gündem yaratmak iktidarın işine gelmektedir.

Demokratik olmayan rejimlerin tipik referandum uygulaması örneklerinden birisini daha teşkil edebilecek bir biçimde iktidara kitlesel halk desteği izlenimi yaratacak bir girişim olan bu referandum girişimi ile aynı zamanda seçmenin oy verirken hem referandumda iktidar blokuna destek oyu vermesi, hem de ona paralel olarak milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde de iktidar adaylarını desteklemesinin yolları aranmaktadır. Böylece referandum ile bir yandan sultanizmin devamının sağlanmasına çalışılırken, diğer yandan demokrasiye doğru dönüşün de önünün kesilmesi hedefleniyormuş gibi görünmektedir.

Nihayet, AKP – MHP koalisyonu referandumu bir plebisite dönüştürerek 1982 Anayasası’nı bir kez daha kendi istedikleri yönde, özgürlükleri, özellikle kadın haklarını ciddi ölçüde kısıtlayan, laikliği aşındıran, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal eden bir içerikte değişikliğe uğratmayı hedeflemektedirler. Böylece yine başörtüsü üzerinden laiklik, yaşam hakkına müdahale, kadın hakları ve özgürlüğü gibi konuların yaygın tartışması ile dolu bir siyasal gündem söz konusu olabilecektir.

Ülkenin yoksulluk, yasaklar, yozlaşma ve yolsuzluk (4Y) sorunları geri plana atılmış olacak; demokrasi dışına savruluş ve hukuk devletinin seviye kaybetmesi sürebilecektir. Referandum bir kez daha ilk çağdaş uygulaması olan Napolyoncu 1800’ler referendumları gibi demokrasiye karşı hile olarak kullanılmak suretiyle kitlesel destekle otokratik bir sultanizm uygulamasının temel aracı olarak kullanılabilecektir.

Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı acı deneyimler sonucunda referandum, halk oylaması, seçim gibi kavramlar siyasal gündemin odak noktasına geldiğinde bunları temel demokrasi araçları olarak sorgulamadan kabullenmenin rizikosunun yüksek olduğuna dikkat çekmek isteriz. Seçmen olarak seçimdeki partiler, adaylar, propaganda konuları kadar, nasıl bir seçim, halkoylaması, referandum? Hangi seçim mevzuatına, kuralına, güvenliğine, hangi araçlarla?

Bu ve benzeri soruları sormadan ve yanıtlarını anlamadan halkoylamalarını demokratik seçim aracı olarak tanımlamak mümkün de değildir, rizikosuz da değildir. Seçmen olarak katıldığımız bu süreçlerle demokrasi yolundan kolayca çıkıp, başka bir yöne doğru yol almamızın mümkün olduğunu birçok farklı konuyu içeren ve seçmenin tam neye oy verdiği dahi belli olmayan 2007, 2010, 2017 halkoylamalarıyla göremediysek, sorunlarımızı daha uzun yıllar ağırlaşarak yaşamaya da hazır olmalıyız, hem de kendi ellerimizle verdiğimiz oylarla.

[1] Lawrence Morel (2021). “The Referendum Experience in France,” Julie Smith (ed.), The Palgrave Handbook of European Referendums, (Cham, Switzerland: Palgrave – Macmillan): 180

[2] Tam ifade, Financial Times’da zikredildiği biçimiyle, İngilizce olarak şöyleydi: “…Perhaps the late Lord Attlee was right,” she [Thatcher]observed, “when he said that the referendum was a device of dictators and demagogues.” Haberin ayrıntısı için bakınız: (https://www.ft.com/content/d620b8c6-5fc9-11dc-b0fe-0000779fd2ac).

[3] Bu konudaki siyaset bilimi araştırmaları için bakınız Arendt Lijphart (1999) Patterns of Democracy: Government Forms and Performance in Thirty-six Countries (New Haven & London: Yale University Press): 10 – 47. Burada Lijphart’ın anlatımı esas alınarak model tipleri anlatılmıştır.

[4] Bu konudaki siyaset sosyolojisi tanımlaması için bakınız Ersin Kalaycıoğlu, Halk Yönetimi: Demokrasi ve Popülizm Çatışmasında Dünya, (Ankara: Efil Yayınları): 117 – 121.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI