Taner Timur yazdı | Bir 27 Mayıs daha geçirdik…

Sosyolog ve tarihçi Prof. Dr. Taner Timur, sosyal medya platformu Facebook’tan 27 Mayıs’ın yıl dönümüne ilişkin bir paylaşımda bulundu. Timur, yaptığı paylaşımda, ”Evet, 27 Mayıs darbesiyle hukuk çiğnendi; fakat üç buçuk yıl sonra da sivil rejime 1961 Anayasası ile geçildi. Peki, neler getiriyordu bu anayasa? Her şeyden önce bir Anayasa Mahkemesi! Ve de hakim teminatı, bağımsız sendikalar, emekçilere grev hakkı, üniversite özerkliği, özerk TRT…” ifadelerine yer verdi.

Prof. Dr. Taner Timur’un paylaşımı şu şekilde:

Bir 27 Mayıs daha geçirdik. İlk yıllarda kutlanırdı; şimdilerde ise karalamak için neredeyse herkes birbiriyle yarışıyor. Zamanın ruhu diyelim; Taha Akyol da bu konuda en güvenilir tanık olarak Altan Öymen’i göstermiş, Prof. Ali Fuat Başgil’in de önünde! “27 Mayıs Cuntası’na gelince, diyor Akyol, yargıyı tahrip etti, ‘geriye yürüyen kanun’ çıkararak, “ihtilal mahkemesi” kurarak hukukun en temel ilkelerini çiğneyerek idam sehpaları kurdu (…) O günden beri yargı siyasi güce göre el değiştirdi, tarafsız bir ‘erk’ olamadı. Hâlâ en önemli bir sorunumuzdur.”

Bir bakıma yanlış da değil; Yassıada mahkemesinde gerçekten de hukuk çiğnendi ve idamlar da feci bir hata oldu. Ne var ki o günlerde duruşmalarda ağır basan, Milli Birlik Komitesi’nden çok kamuoyuna hâkim olan DP düşmanlığı idi ve bunun da nedenleri vardı. İdamları da gücünü kaybetmiş Komite’cilere TSK’nın -özellikle de Hava Kuvvetleri’nin- üst kademeleri empoze etti. O günleri yaşayanlar İnönü’nün idamları önlemek için ne kadar çok çalıştığını çok iyi bilirler; ben de gelişmeleri Ankara Siyasal’da bir asistan olarak izlemiştim.

Evet, 27 Mayıs darbesiyle hukuk çiğnendi; fakat üç buçuk yıl sonra da sivil rejime 1961 Anayasası ile geçildi. Peki, neler getiriyordu bu Anayasa? Her şeyden önce bir Anayasa Mahkemesi! Ve de hakim teminatı; bağımsız sendikalar; emekçilere grev hakkı; Üniversite özerkliği; özerk TRT.. Bunlara ek olarak da iktisat politikasını “plan değil, pilav” anlayışıyla yürüten ve sonunda enflasyona karşı “Milli Korunma Kanunu” ile savaş açan Menderes’e karşı Devlet Planlama Teşkilatı.. Kısaca, zamanla askeri ve sivil cuntalar tarafından kuşa çevrilen ve son referandumla da bir seraba dönüşen haklar ve sorumluluklar vesikası! Muammer Aksoy’ların, Bahri Savcı’ların, Turan Güneş’lerin, Mümtaz Soysal’ların, Münci Kapani’lerin imzasını taşıyan tarihi bir belge!

27 Mayıs’ın bir özelliği de son 15-20 yılımıza damgasını vuran “İkinci Cumhuriyet” tartışmalarını başlatması olmuştu. O günlerin önemli dergisi AKİS konuyu kapağına taşımış, gözde yazar Çetin Altan da 1965’te bu konuyla ilgili ilginç bir yorum yapmıştı. Altan’a göre Menderes döneminde (yazar tarih de veriyordu: 1957’de) İkinci Cumhuriyet’e geçilmişti. 27 Mayıs Hareketi ile de “ihtilalci, halkçı ve gerçekçi” olarak nitelediği Atatürk Devrimi’ne dönmek şansı doğmuştu. Altan, “Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü içten içe inkâra yeltenenler er geç mutlaka çarpıldılar. Bundan sonrakiler için de akıbet daha başka türlü olamaz” diyordu. (Bkz. Çetin Altan; Atatürk’ün Sosyal Görüşleri, Dönem Yayınları, s. 82, İstanbul, 1965).

Sonra? Sonra köprünün altından çok sular aktı ve “Birinci Cumhuriyet”e bir türlü dönülemedi. Aksine, “İkinci Cumhuriyet” yandaşları zafer üzerine zafer kazandı ve “çarpılan”lar da “inkarcılar” değil, neredeyse her cümleye “Ulu önder Atatürk” diye başlayan generaller oldu. Paradoksal olarak, Altan ailesi, bu yeni dalganın başlamasında da önemli bir mevzi tutmuştu. Baba Altan 2009 Şubat’ında, Aya İrini’de, “2008 Yılı Kültür Sanat Büyük Ödülü”nü törenle alırken Başbakan Erdoğan bu ödülün “Türkiye semasında renkli bir gökkuşağı olan değerli yazar, romancı, siyasetçi, gazeteci Çetin Altan’a” verilmiş olmasından memnun olduğunu söylüyor ve şunları ekliyordu: “Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye artık ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkum eden bir Türkiye’dir, ne de Nazım Hikmet’i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye’dir. İyi ki varsın; iyi ki yazıyorsunuz sayın Çetin Altan!”

Çetin Altan gerçekten de mahkûm olmadı; fakat fazla da yazamadı. Üstelik bu dünyaya düş kırıklığı içinde veda etti. 2015 Ekim’inde son yolculuğuna uğurlanmadan kısa bir süre önce “hayal ettiğimiz Türkiye bu değildi” demişti. Kaldı ki bu tuhaf “AKP demokrasisi”nde sevgili oğullarının hapsini de görmeden gitmişti.. Yine de kimse bu tabloya bakarak “oh oldu!” demesin! Nihayet onların da hayal ettikleri Türkiye kuşkusuz bu değildi. Üstelik hala “hata ettik” diyemeseler bile, bu gidişata karşı yazdıkları –ve nice “demokratım” diyenin kolayca yazamayacağı- yazılardan dolayı şimdi içerde bulunuyorlar. Bugünlerde ise Türkiye seçmenleri, 24 Haziran’da “İkinci Cumhuriyet” senaryosunun son perdesini oylamaya davet edilmiş bulunuyor. Oysa aldanmayalım ve sanmayalım ki muhalefetin zaferi ile “hayal ettiğimiz Türkiye” gerçekleşecek! Yine de “kabus yılları” geride kalacak. Ve de umut kapıları aralanacak!