Perşembe, Nisan 18, 2024

Post-Kemalistler Günah Çıkarırken

Kemalizme atfettikleri problemlerin şiddetini arttırarak devam ettiğini görüyorlar. Anlaşılan post-Kemalistler kendilerini bu otoriter rejimden ayrıştırmaya ve Kemalist grupları ciddiye almaya başladılar. Ama bu noktada yapmaları gereken içini dolduramadıkları yazılar yerine…

Berk Esen

Son günlerde Kemalizme uzun süredir çok eleştirel yaklaşmış bazı aydınlarımızdan Mustafa Kemal ve onun öngördüğü seküler toplum ideali hakkında olumlu değerlendirmeler okumaya başladık. Örneğin, T24 için kaleme aldığı yazısında Marksist olduğunu belirten Murat Belge, Atatürkçülerle İslamcılar arasında yapılan kavgada Batılılaşma ideali nedeniyle Atatürkçülere daha yakın olduğunu belirtti. Sanırım Belge’nin önceki yazılarını okuyanlar için onun hâlâ Marksist olduğunu ve kendisini AKP’den ziyade Atatürkçülere daha yakın olarak kendisini gördüğünü öğrenmek sürpriz olmuştur.

Fakat Mustafa Kemal’e yönelik olumlu yaklaşım Belge ile sınırlı kalmadı. Yine T24 sitesinde yayınlanan yazısında Hasan Cemal, Erdoğan’ın 2023’te Atatürk’ten ve Cumhuriyet’ten intikam almasına izin vermeyeceğini belirtti. Eminim ki bu beyan sayesinde yalnız olmadıklarını hisseden Kemalistlerin yüreklerine su serpilmiştir.  Öte yandan, AKP Türkiye’sinde laikliğin baskı altına girmesinden dert yanan ve şu ana kadar “bu ülkede seküler yaşam biçimini çantada keklik olarak” gördüğünü belirten Orhan Kemal Cengiz, “bu bahiste Atatürk’ün hakkını vermeyenlerden” birisi olduğunu itiraf etti.

Kamuoyundaki tartışmalar sadece Mustafa Kemal’in laiklik politikasıyla da sınırlı kalmadı. 12 Eylül darbesi sonrasında birçok post-Kemalisti rahatsız eden Atatürkçülüğün olumlu toplumsal ve siyasi etkileri de gündeme gelmeye başladı. Mesela Nuray Mert, geçtiğimiz hafta Medyascope’ta katıldığı bir yayında Atatürkçülüğün Türkiye’nin en başarılı sivil toplum hareketi olduğunu ve bu yönüyle önemli bir siyasi potansiyele sahip olduğunu öne sürdü. Benzer bir görüşü savunan İhsan Dağı, Diken sitesi için kaleme aldığı yazısında Türkiye’de Atatürkçülüğün temsil ettiği Cumhuriyetçiliğin ve laikliğin artık toplumda ön plana çıkmaya başladığını, devletten dışlanan Atatürkçülüğün sivilleştiğini ve en azından muhalefette demokratlaştığını iddia etti.

Tabii ki, bu isimlerin siyasi çizgilerinin birbirlerine çok benzediğini ve geçtiğimiz yıllar içerisinde beraber hareket ettiklerini iddia etmiyorum. Örneğin, Nuray Mert analizlerinde diğer isimlere nazaran çok daha derinlikli bir bakış açısı sunmuş ve hiçbir zaman Kemalizme yönelik kişisel husumet içeren yorumlar yapmamıştır. Fakat, sanırım bu isimleri benim daha önceki yazılarımda atıf yaptığım post-Kemalist paradigma üzerinden ortak bir noktada görmek yanlış olmayacaktır. İlk defa İlker Aytürk’ün tanımladığı post-Kemalist akım, Türkiye’de siyasi sorunların temelini Kemalizme ve onun kurduğu otoriter rejime atfettiği için Türkiye’nin demokratikleşmesinin de ancak Kemalist etkilerden, fikirlerden ve kurumlardan arınması sonucu gerçekleşebileceğini öne sürer.

AKP Türkiye’sinde post-Kemalist fikirlerin adeta resmi tez haline geldiğini, bir taraftan AKP iktidarı öte yandan da Gülen hareketi tarafından sıklıkla kullanıldığını gördük. Birçok post-Kemalist Türkiye’de siyasi rejimi değiştirmek için İslamcı gruplarla çok yakın siyasi, ekonomik, sosyal ve hatta kültürel ilişki ve hatta iş birliği içine girdiler. Bunun karşılığında birçok post-Kemalist basında, akademide, sivil toplumda ve bürokraside hızla yükseldi.

Yeni Türkiye’de post-Kemalizmin iflası

20 senelik bu post-Kemalist dönem sonrasında Kemalizme atfedilen problemlerin (otoriterlik, kişi kültü, zayıf iktisadi performans ve yolsuzluk, Kürt sorunu, vesayetçi devlet) neredeyse hepsinin aynen ve hatta şiddetini arttırarak devam ettiğini görüyoruz. Öte yandan, laiklik başta olmak üzere Kemalizmin kazanımları olarak görülen politikalar ise baskıcı, otoriter ve İslamcı bir iktidar altında bir bir terkediliyor. Anlaşılan tüm bu yaşananlardan sonra laiklikle sorunu olmayan post-Kemalistler -kimisi için biraz geç de olsa- kendilerini bu otoriter rejimden ayrıştırmaya ve bugüne kadar göz ardı ettikleri Kemalist grupları ciddiye almaya başladılar.

Bir dönem kamuoyunda etki sahibi olan insanların Cumhuriyetin kurucu kadroları ve değerleriyle barışmaya başlaması olumlu bir gelişme olarak kabul edilebilir. Fakat bu tarz çıkışları sadece AKP otoriter rejiminin ülkede yarattığı karanlık tabloya karşı verdikleri anlık bir tepki olarak görmek yetersiz kalacaktır. Bu isimlerin son kertede Mustafa Kemal’in fikirlerinden ve devrimlerinden medet ummaya başlamaları aslında post-Kemalist entelektüel akımının da iflasını gösteriyor.

Post-Kemalist isimler siyasi doğruculuk gereği bir taraftan Cumhuriyetin bütün kazanımlarını kullanırken, öte yandan o politikaların otoriter yöntemlerle uygulanmış olmasını eleştirdiler. Ancak diğer yandan, toplumun iktisadi ve kültürel dönüşümü konularında Kemalistleri daha fazla adım atmadıkları için topa tutmaktan da geri durmadılar. Aynı anda, büyük oranda köylü, fakir ve eğitimsiz bir toplumda yukarıdan demokratik bir rejimin nasıl inşa edilebileceğine ve o rejimin halk desteğiyle bu siyasi, kültürel ve hukuki değişimleri nasıl yapabileceğine dair gerçekçi analizler sunmadılar.

“Son kertede M. Kemal’in devrimlerinden medet ummaya başlamaları aslında post-Kemalist entelektüel akımın iflasını gösteriyor. Günümüzde çöken sadece İslamcı grupların demokratikleşmeye yol açacağı fikri değil, aynı zamanda post-Kemalistlerin çarpık siyasi ve tarihi okumasıdır”

Bugün içine düştükleri sıkıntı işte tam da bu nedenden dolayı ortaya çıkıyor. Kemalistleri yer yer haklı olarak Mustafa Kemal’i nesnel bir değerlendirmeye tutmadıkları için eleştirirken kendileri de aynı hataya bu sefer tam tersi noktadan düştüler. Post-Kemalistler de Mustafa Kemal’i ve tek parti dönemini, o dönemin tarihi koşulları ve muadili olan diğer ülkelerdeki siyasi gelişmeler üzerinden değerlendirmek yerine son derece fevri ve duygusal analizler ortaya koydular. Sadece Kemalizmin anti-tezi olarak kaldılar. Günümüzde çöken sadece İslamcı grupların demokratikleşmeye yol açacağı fikri değil, aynı zamanda post-Kemalistlerin çarpık siyasi ve tarihi okumasıdır. AKP’nin alternatifi kimseye fark ettirmeden çizgisini değiştirmeye çalışan post-Kemalistler olamaz.

Post-Kemalistler ne yapabilir?

Post-Kemalistlerin bu noktada yapmaları gereken içini dolduramadıkları Mustafa Kemal yazıları kaleme almak yerine, son 20 senede Türkiye siyasetine dair yaptıkları analizlerin bir özeleştirisini vermek olmalı. Örneğin, Balyoz ve Ergenekon’da darbeci olarak nitelendirdikleri subaylar tutuklandıkları halde nasıl 2016 gibi geç bir tarihte darbe teşebbüsü gerçekleşebildi? 2010 referandumda Erdoğan’a verdikleri açık çeke rağmen Türkiye’de yargı nasıl önce Gülencilerin, sonra da AKP hükümetine yakın çevrelerin güdümüne girdi? Bürokratik ve askeri vesayetin artık esamesi bile okunmamasına karşın neden Türkiye Avrupa’da Belarus’tan sonra en otoriter rejime sahip oldu? Eğer Kemalizmin aşıldığı bu dönemde Türkiye’nin siyasi sorunları katlanarak büyüyorsa, bu sorunların kaynağı Kemalizmden farklı bir yerde aranamaz mı?

Post-Kemalist akım ilk defa 12 Eylül’e tepki olarak ortaya çıktı. Askeri yönetimin, politikalarını meşrulaştırmak için Atatürkçülük adı altında Mustafa Kemal’in fikirlerini seçici bir şekilde kullanmasına tepki gösteren bir grup aydın 12 Eylül’den 2007 yılındaki e-muhtıraya kadar birçok siyasi gelişmeyi Kemalizmden kaynaklanan askeri ve bürokratik vesayetin yarattığını iddia ettiler. AKP’nin Kemalist rejimin bütün kurumlarını tahrip ettikten sonra yarattığı otoriter rejimden çıkış artık bu kuşağın kavgası olmayacak. Bu isimlerin çoğu AKP’nin yükseliş sürecinde yaptığı hukuksuz ve otoriter politikaları savundukları için günümüzde yaptıkları siyasi analizlerde mütemadiyen bu yanlış hamlelerini savunma, kendilerini siyaseten haklı gösterme ve temize çıkarma hali içindeler. Bu entelektüel suçluluk duygusu altında önümüzdeki döneme dair yeni fikirler çıkarabilmeleri mümkün değil.

Günümüz Türkiye’sinin siyasi enkazını Kemalizmin kaldırabileceğini de iddia etmiyorum. Kemalizm, yüzde 80’i köylerde yaşayan, büyük çoğunluğu fakir ve eğitimsiz topluma sahip ve savaşlarla harap hale gelmiş bir ülkede hızlı bir iktisadi, siyasi ve toplumsal dönüşüm sağlamanın programıydı. Artık bu sorunların hiçbirisinden mustarip olmayan Türkiye toplumunda Kemalizme ihtiyaç yok. Onun yerine Cumhuriyet kazanımlarının bilincinde, Kemalizmle kavga etmeyen ve onu nesnel şekilde değerlendirebilen ve muasır medeniyet seviyesini yakalamayı hedef olarak gören bir siyasi programa ihtiyacımız var. Bu programa dair Politikyol’da iki hafta önce bir yazı kaleme almıştım.

Çoğunun yaşları 65’in üzerinde olan post-Kemalist entelektüellerle yaşı 40’ın altında olan ve nüfusun çok önemli bölümünü temsil eden genç kuşaklar arasında büyük bir düşünsel uçurum var. AKP Türkiye’sini bile tam anlamamış ve son 20 sene gerçekleşen olayları analiz edememiş bu isimlerin artık yabancısı oldukları günümüz Türkiye’sindeki siyasi değişimlerini görmeleri pek olası değil. Artık önümüzdeki döneme dair umudu, beklentileri olan ve yeni fikirler savunan genç kuşakların düşünce dünyamıza katılmasının ve post-Kemalist paradigmayı aşan tartışmalar açmalarının zamanı geldi.

Murat Belge ve Hasan Cemal gibi isimlerin yapması gereken güncele dair tartışmalara kendi isimlerini dahil etmek yerine, son 20 senede Türkiye siyasetine dair yazdıklarının detaylı bir özeleştirisini yapmak ve yaptıkları hataları kamuoyuyla paylaşmak olmalı. Eminim ki, bu isimlerin büyük hatalarından ders alan genç kuşaklar daha demokrat bir Türkiye inşa edecekler.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI