Özer Sencar’ın araştırması ülkede hepimizin muhalefet seçmeni dahil belirleyici bir çoğunluğun iç veya dış düşman tehditti altında olduğumuzu kabul ettiğini bize göstermekte. Bu durum aslında Erdoğan ve Bahçeli sonrası siyaset döneminin belirleyici aktörünün Ak parti değil devletin partisi olarak kabul edilen yönetimini güçlendirmiş bir MHP olabileceğini de bize işaretini vermekte

Etyen Mahçupyan muhalefetin ülkede hala Kemalist altyapı varsayımıyla politika ürettiğini söylemekte. Artık ülkede Kemalist değil Yeni İttihatçı bir yapılanmanın hâkim olduğunu ve alternatif politikanın da buna göre üretilmesini gerekliliğini de ifade etmekte. Benim de katıldığım bir diğer görüş ise muhalif sağ partilerin kitlesel hedeflerinin tamamen Ak partinin mevcut seçmen kitlesine odaklanması yanlışlığına dairdir. Zira dikkat edilirse Ak partiye seçmen kitlesi desteği her seçimde azalmakta. Ancak Sayın Erdoğan’a verilen destek ise göreceli de olsa artarak sürmekte. Bir bakıma devletin beka ideolojisi veya Yeni İttihatçılık, Erdoğanizm adı altında artık tek başına muhalefetsiz hüküm sürmekte. Ayrıca Erdoğan sonrası dönemi siyasetinde de Yeni İttihatçı siyasetin nasıl ilgilileri tarafından devam ettirileceği de tartışılmakta.

Bu durum muvacehesinde Ak partinin % 35 oyu ile göreceli artan Erdoğan’ın % 52,5 oyu arasındaki nitelik farkı ise muhalefet karar vericilerinin ve medyasının gözünden kaçmakta. Hatta kısmen bu % 35’i 2002 Ak parti ruhu ve tabanı ile de doğru orantılı ilişkilendirmek mümkün olabilir. Belki de bu % 35 için hala Avrupa birliği veya hukukun üstünlüğü bir anlam ifade etmekte. Bu %35 AKP tabanınında muhtemelen yüksek sesle seslendirilemeyen bir değişim talebi de bulunmakta. Muhtemelen kopan partiler için sadece işin bu tarafı da ilginç olmakta.

Bilindiği gibi öteki vatandaşlarından umudu kesen İttihatçılar, kaybedilen topraklar karşısında devleti İslam veya Türk dünyası temelli siyaset ile genişleterek eski iddialı durumuna getirmeyi amaçlıyorlardı. Hataları çok olsa da dürüst ve vatanseverlerdi.[1] İttihatçılar açısından artık emperyal kapsayıcı kimlik Osmanlılığı kalmamıştı. Elde kalan unsuru anasır dedikleri kurucu Türk kimliğiydi. İttihatçılar hürriyet vadederek gelmişler ancak otoriter olmuşlardı. Tıpkı Abdülhamit, 1923 II. Meclisi, Adnan Menderes iktidarlarında devletin güvenliği ve bekası gerekçeleriyle otoriter oldukları gibi.
Muhalefetin popülizm arayışlarında değil ilkeler doğrultusunda biraz sabırlı olmaya dişini sıkmaya ihtiyacı gözükmekte.

Kemalizm’in ise dış siyaset için böyle bir ütopyası yoktu. Gerçekçiydi. Yurtta sulh- cihanda sulh düsturuydu. İslamcı ve Türkçü ütopya bu kadar deneyimden sonra Kemalistler için bir beka tehdidiydi. İlk tasfiyelerde bu durum göz önüne alınmaktaydı. Cumhuriyetimizin ilk periyodunda üst İttihatçı kadrolar Kemalistlerce tasfiye edilmiş alt kadrolar ise iş başındaydı.

Gülenist hareketin devlette tehditti, PKK ve 15 Temmuz faktörleri artık Yeni İttihatçılık ve Erdoğanizm bileşkesini gerekli kılıyordu. Bunun taşıyıcısı ise özünde 1914 Osmanlı Türk kimliğini oluşturan kimlik popülizmi oluyordu. Şu bir gerçek ki Yeni İttihatçı kimlik popülizmi, güçlü bir liderin kanatları altında anlam kazanıyordu. Bu rüzgar çoğunluğu seküler olan %52 seçmeni, ülkenin içeride, dışarıda ciddi bir güvenlik tehditti altında olduğuna ve mevcut muhalefetin zaaflarıyla da bunu bertaraf edemeyeceğine ikna edebilmişti.

Özer Sencar’ın araştırması, ülkede hepimizin muhalefet seçmeni dahil belirleyici bir çoğunluğun iç veya dış düşman tehditti altında olduğumuzu kabul ettiğini bize göstermekte. Bu durum aslında Erdoğan ve Bahçeli sonrası siyaset döneminin belirleyici aktörünün Ak parti değil devletin partisi olarak kabul edilen yönetimini güçlendirmiş bir MHP olabileceğini de bize işaretini vermekte.

ABD ve Brezilya’da popülist liderler, önceden sandığa gitmeyen sonra ikna olan seçmen desteğinin küçük farklarıyla yenilebildiler. Türkiye’de %90 a ulaşan seçmen katılımı söz konusu kaygılarla tercihini Yeni İttihatçı kimlik popülizmi doğrultusunda kullandı. Dünyadaki eğilim de seçmenin Hindistan, Macaristan, Polonya veya İtalya derken demokrasiyi değil otoriter kimlik popülizmini tercihini bize göstermekte.

Eski İttihatçıların gerçeklikle ilişkileriyle Yeni İttihatçı ekolün algısal gerçekliğinin mukayesesinin kabulü mümkün değil. Ülkemizdeki Yeni bir İttihatçı rüzgar ancak devlet popülizmiyle başarılabilirdi. Muhalefetin ise ne yazık ki pozisyon itibariyle popülistleri yenebilmek ve bu rüzgardan nemalanmak için karşı popülist çabaları ikna edici olamayacak. Muhalefetin, seçmeni popülist distopyadan uyandırmak için seçmende güven ve samimiyet duygusunu pekiştirmesine ihtiyacı var. Bunun yolu da kendileri için çok zor gözükmekle birlikte geçmişe ve bugüne dair verecekleri özeleştiriden geçmekte.

İncil’de dediği gibi “Gerçek her zaman üstün gelicidir” veya Kur’an’daki tabiriyle “Allah’ın hakikati galip gelicidir”. Muhalefetin popülizm arayışlarında değil ilkeler doğrultusunda biraz sabırlı olmaya dişini sıkmaya ihtiyacı gözükmekte.

---

[1] https://www.indyturk.com/node/370126/türki̇yeden-sesler/atatürkten-bugüne-i̇ttihatçılık-hala-bizle-mi
Editör: Tarik Çelenk