Yeni bir uluslararası ilişkiler dönemi başlarken hükümetler kendi çıkarlarının nerede yattığını hesaplamaya çabalıyor.
Donald Trump’la nasıl başa çıkılacağı meselesi dünyanın dört bir tarafındaki hükümetler için büyük bir baş ağrısı yaratıyor ve bunun en iyi nasıl yapılacağı konusunda bir uzlaşı mevcut değil. Uluslararası toplumda yansıyan ortak korku ters gidebilecek her şeyin ters gideceği.
Trump ve Avusturalya başbakanı Malcolm Turnbull arasındaki tahripkar tartışma nasıl işlerin aniden başaşağı gidebileceğinin esas örneği. ABD’nin önemli bir stratejik müttefiki üzerindeki olası negatif etkisini görmezden gelerek Trump, Avusturalya liderine Barack Obama tarafından kotarılan mültecilerin yeniden yerleştirilmesine dair uzlaşının “aptalca bir anlaşma” olduğunu söyledi; sonra, iletildiğine göre telefonu kapattı.
Geçen hafta Beyaz Saray’la yüzleştikten sonra Theresa May yeni ABD başkanına yönelik dalkavuk olduğu iddia edilen davranışı nedeniyle eleştirildi. Ancak Birleşik Krallık hükümeti, pragmatik biçimde Trump’ın işkenceye destek ve nüfusu büyük oranda Müslüman yedi ülkeden gelenlere seyahat yasağı gibi itiraz edilebilir görüş ve eylemlerinin “özel ilişki”nin altını oymasına izin verilmemesi gerektiğine inanıyor.
Trump’ın hedef listesinde olmayan Suudi Arabistan da pratik bir yaklaşım benimsiyor. Kral Selman resmi açıklamalara göre geçen Pazar günü Trump’la konuştuğunda seyahat yasağını gündeme getirmedi. Suudi petrol bakanı Halid El-Falih bunun yerine Trump’ın fosil yakıtlara ilişkin siyasetini hoş karşılayarak olumlu konulardan bahsetti ve geri kalan kısımları görmezden geldi. Yine yasaktan muaf tutulan Pakistan da pek sesini çıkarmıyor.
Boyun eğme ya da eleştirmenlerin taviz verme dedikleri yol, bazı Avrupa başkentlerinde destek bulmadı. Görev başındaki başkan François Hollande’ın simgelediği Fransız yaklaşımı içten ve duygusaldı. Geçen hafta konuştuklarında Hollande, Trump’a demokratik ilkeler ve korumacılığın tehlikeleri konusunda ders verdi. “Birisinin kendi içine kapanması çıkmaz yola sapmaktır” dedi.
Almanya’nın Trump’la ilgili şoklarla geçen bir haftaya resmi tepkisi, bunun tersine, eğer biraz patronize edici değilse sakin ve rasyoneldi. May’in tersine Alman şansölye Angela Merkel Trump’ın Sureiyeli mültecilere getirdiği yasağa karşı olduğunu belirtmekte çabuk davrandı.
Ancak, Merkel’in açık kapı politikasını Trump’ın aşağılayıcı bir şekilde “felaket” olarak tarifine misillemede bulunulmadı. Bunun yerine Merkel geçen hafta konuştuklarında onu küçümsedi. Merkel’in sözcüsü “[1951 BM] mülteci konvansiyonu uluslararası toplumun savaş mültecilerini insani temellerde kabulünü gereksinir. Bütün imzacı devletler bunu yapmaya mecburdur. Alman hükümeti görüşmede bu politikayı açıklamıştır” dedi.
Bazı ülkeler kaybedecekleri bir şey olmadığını düşünebilirler. İran bunlardan biri. Trump’ın seyahat yasağını “utanılası bir eylem” olarak tanımladı. Tahran, yeni yönetimin 2015 nükleer anlaşmasını feshetmek için nedenler aradığından şüpheleniyor. İran dışişleri bakanı Cevad Zarif’e göre, ABD’nin Pazartesi günü hukuksuz olduğu iddia edilen balistik füze denemesini BM’ye şikayeti, gelecekte olacakların “siyasal olarak güdülenmiş” bir işaretiydi.
İran ve haydut devlet olarak anılan Kuzey Kore ya da Sudan gibi devletlerde Trump’ın kasten kendilerini provoke edebileceğine dair şüpheler, görünürde ABD dostu ve müttefiki olan Meksika’ya karşı Trump’ın acımasız davranışıyla güçlendi. Kuzey Kore muhtemelen ne olacağını bekleyerek rahat duruyor. Ancak ABD savunma bakanının bu haftanın ilk deniz aşırı ziyaretini Güney Kore ve Japonya’ya yapıyor olması Pyongyang’da görmezden gelinmedi. Tehlike, Trump’ın gazabının hedefindekilerin kendi misillemelerini önce yapmaya karar verebilecek olmalarında yatıyor.
Trump’la başa çıkmanın başka bir yolu daha var ve bu Batılı müttefikler için en üzücü olanı. Bu, tamamen tek taraflı hesaplamalar ve ulusal avantajlara dayanıyor. Hükümetler, düşüncesiz, deneyimsiz, kendini beğenmiş bir Amerikan başkanının gelişinin kendi yararlarına nasıl kullanılabileceğini kendilerine soruyorlar. Rusya, İsrail ve potansiyel olarak Çin bu yaklaşımın örneklerini teşkil ediyorlar. Geçen hafta konuşmalarında Rusya başkanı Vladimir Putin, Ukrayna ve yaptırımlar üzerine (kendisi için) masrafsız bir anlaşmanın zeminini bilerek oluşturdu. İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu için ödül yerleşimlerin sınırsızca genişlemesini kapsıyor. Trump’ın görevi devralmasından bu yana, İşgal Edilmiş Bölgelerde binlerce evin inşası duyuruldu. Çin’in akılcı başkanı Şi Jinping de zayıflık arayarak bekliyor.
Bu dikbaşlı liderler için Trump’la nasıl başa çıkılacağı sorunu onun en iyi nasıl övüleceği, manipüle edileceği ve kafesleneceğine bağlanıyor. Macaristan’da Viktor Orbán gibi bazı muhafazakar liderler Trump’ın Önce Amerika milliyetçiliğini ve “çok taraflılığın sonu”nu hoş karşılıyor, alkışlıyor. Şüphesiz siyasal ve ekonomik bir karşılık umuyorlar.
Bu yılki seçimlerde iktidar için yarışacak Fransa’nın Ulusal Cephe’si ve Almanya için Alternatif gibi aşırı sağ Avrupa partileri onun örneğinden faydalanmayı umuyorlar. Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen zımni ya da başka türlü bir şekilde Trump’ın desteğini arayacak.
Avrupa Konseyi başkanı Donald Tusk, Trump tehlikesi dediği şey karşısında öyle bir uyarı sinyali aldı ki Cuma günü Malta’da buluşan AB liderlerine acil bir çağrıda bulundu. Avrupalılar – henüz – pek panik durumunda değiller. Ancak Tusk’ın mesajı açık: “Donald hakkında konuşmalıyız.”
[The Guardian’daki orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir]