Pazar çevirisi | Halk için bir Avrupa inşa etmek – Philippe van Parijs

“Halk için, sadece seçkinler için değil!”: Bu, bütün popülizm türlerinin toplanma çağrısı. Popülizmin zaferi bir felaket, ancak popülizm tehlikesi herhangi bir demokrasinin önemli bir niteliği. Bu tehlike demokratik bir rejimi teknokratik, bürokratik ya otokratik bir rejimden daha iyi kılan şey. Bu yöneticilere, sadece ya da esasen kendi ve kendilerine benzer insanların çıkarlarına ve kaygılarına odaklanmamaları gerektiği uyarısında bulunmaya devam eden şey.

Özellikle günümüzde Avrupa Birliği’ne ilişkin olarak, popülizm tehlikesi Avrupalı karar alıcıların kafasına sadece bu odadaki sizler – ya da benim – gibi insanları harekete geçirenlerin çıkarlarına, tek bir pazarın dört özgürlüğünün yarattığı olanakları kullanmaya hevesli ve bunu yapabilecek ve bu fırsatlara ne kadar şey borçlu olduklarının bütünüyle farkına varabilecek insanların çıkarlarına odaklanmamaları gerektiğini yerleştirmiş olmalıdır. Bu tehlike onları; “evden çıkmayanların”, işlerine yönelik tehlikenin bütünüyle artan uluslararası rekabetten geldiğini ve aşina oldukları çevreye yönelik tehlikenin iletişim kurmakta büyük zorluk çektikleri, hatta tanımlamakta daha da zorlandıkları insanların istilasından kaynaklandığını düşünen insanların çıkarlarına ve kaygılarına daha fazla odaklanmaya zorlayacak olan şey.

Bugün evden çıkmayanların –Avrupa halklarının– Avrupa Birliği’ni yüzü olmayan, denetimden çıkmış, halkların alıştığı koruyucu çitleri yerinden etmeye devam eden bir makine; vatandaşlarını korumaya çalıştıklarında ulus devletleri disipline etmeye devam eden isimsiz bir makine olarak görmeleri pek de şaşırtıcı değildir. Avrupa yöneticilerini, esas uğraşları kendileri ve benzerleri için çok sayıdaki imtiyazları korumak olan bir klik olarak görmeleri pek de şaşırtıcı değildir. Artık ülkelerini Brüksel’den geri istemeleri ve tam ulusal egemenlik talep etmeleri şaşırtıcı değildir.

Seçkinlerin bu tarz Avrofobik taleplere verdikleri halinden memnun yanıt şu: “Çırpılmış bir yumurtayı çırpılmamışa çeviremezsin.” Brexit oylaması sonrası bu yanıt ikna ediciliğinin önemlice bir kısmını yitirdi. Kuşkusuz çırpılmış yumurtanın en az çırpılmış kısımlarından birisini eski haline döndürmek çok uğraş ve zaman gereksinir hatta bazen kaçınılmaz bir şekilde çirkinleşir. Ancak eski haline döndürme uğraşı oradadır. Yine de bu yanıtın daha az metaforik, daha az kategorik, sınırları daha belirgin bir çeşidi; sadece Avro Bölgesi’ne uyarlanabilecek olanına –Claus Offe’nin kelimeleriyle– inanıyorum: “Avro, geri alınması daha da büyük hata olacak bir hataydı.”

O zaman ne yapmalıyız? Düşe kalka ilerleyip popülist isyanın seçimden seçime, ülkeden ülkeye, partiden partiye yayılmasını ve kabarmasını mı beklemeliyiz? Hayır. Avrupa Birliği eğer kısılmış olduğu kapandan çıkacaksa, kaosu ve kendine çektirdiği ızdıraptan müteşekkil bir kaderi engelleyecekse müşfik bir Birlik haline gelmiş olması ve öyle görülmesi gerekmektedir. Bunu ulusal hükümetlerin ve parlamentoların özerkliğine müdahalede bulunan direktifleri ve düzenlemeleri çoğaltarak gerçekleştiremez. Bunu insanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir şeyi gerçekleştirerek başarabilir: ulusaşan ve kişiler arasında bir yeniden dağıtım düzeni kurarak.

Bu tarz bir Aktarım Birliği Avronun ayakta kalabilmesi için elzem makroekonomik bir dengeleyici temin etmek üzere gereklidir. Schengen’in siyasal olarak ayakta kalabilmesi için elzem demografik bir dengeleyici temin etmek üzere gereklidir. Ulusal refah devletlerimizin cömertliğini ve çeşitliliğini vergiler ve toplumsal rekabet karşısında korumak için elzem bir sağlam, ortak zemin temin etmek için gereklidir. Evden çıkmayanlara, AB’nin sadece harekete geçirenlere değil onlara da önem verdiğini görünür hale getirmek için gereklidir. Bu radikal bir öneri midir? Elbette öyle. Ancak Bismarck’ın şiddetli gösterilerinin baskısı altında dünyanın ilk ulusal sosyal güvenlik düzenini oluşturduğunda yaptığından daha radikal değildir. AB’nin radikal değişimler olmadan yaşayabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz?

Burası, bu tarz bir düzenin alabileceği çeşitli biçimleri tartışmanın, ki bu tartışmanın bir kısmı üretken olmayacaktır, yeri değil. Ya da mutlak gerekli olanın kurumsal ve siyasal olarak mümkün hale gelmesi için hangi koşulların yerine gelmesi gerektiğini tartışacağımız yer burası değil. Biraz önce söylediklerimin Brexit müzakereleri için yansımalarını kısaca tekrarlayarak sonlandırmak istiyorum.

Brexit ve sonrası

Eğer Avrupa Birliği’nin popülist isyanın kaynağını derinlemesine ele almak için acilen yapması gerekenler doğrultusundaki herhangi bir ciddi girişimi sabote edecek bir şey varsa, o da (1) Avro’nun yaratılmasından beri yaptığı üzere (2001’den bu yana kendi parası yüzde 25 değer kaybetti) komşunun kuyusunu kazma yönlü rekabetçi devalüasyonu sürdürebilecek, ancak ayrıca (2) Alman hakimiyetinin (büyük oranda kendi kendine) kontrol altına alınmasına ya da (oldukça sık görülen) demokrasinin zahmetli pekişmesine ve bazı üye devletler ve aday ülkelerde hukuk devletine olan katkısı gibi Avrupa Birliği’nin bizzat mevcudiyeti nedeniyle yaratılan çeşitli kamusal mallardan bedevaya faydalanabilecek (3) şirketler, finansal işlemler, fikri mülkiyet ve değerli vasıflar üzerindeki efektif vergilerle ilgili bütünüyle rekabete girme tercihinde bulunabilecek ve (4) açlık ve iç savaş tehdidiyle sınırlarına sürülmüş milyonlarca “daha az arzu edilir” göçmeni içine almaya dair kıymeti bilinmeyen uğraşı Avrupa Birliği’ne bırakırken, Avrupa’nın geri kalanı ve ötesinden binlerce beyni kendisine çekebilmek için seçici göçmen kuralları uygulayabilecek bir devlete tek pazara bütünüyle erişim olanağı vermektir.

Nihai Brexit anlaşması, her iki taraftan ihracatçı lobilerin teşvik ettiği cömert yumuşaklığı içinde AB’yi ve üye devletlerini Kanal’ın öte yakasında bir korsanın merhametine bırakırsa Avrupa Birliği halkına – ve nihai olarak Birleşik Krallık halkına – verilecek kalıcı ve geri döndürülemez zararın yanında ayrılma anlaşmasının yirmi, altmış ya da yüz milyar Avro’luk bir ödemeyi barındırıp barındırmayacağı, önemsizdir. Eğer Birleşik Krallık ve AB arasındaki ilişkileri belirleyen anlaşma geri dönülmez biçimde, hem sağdan hem de soldan gelen anlaşılabilir ve aslında genellikle meşru olan popülist isyanların bitmez tükenmez birbirini takibine set çekmek için AB’yi yapması gerekenleri yapma kapasitesinden yoksun bırakırsa bu tarz bir ödeme önemsizdir. Bu tarz bir ödeme, eğer bu anlaşma AB’yi sadece “harekete geçirenlerin” değil ancak “evden çıkmayanların” güvenini ve bağlılığını hak etme ve yeniden kazanma kapasitesinden mahrum bırakırsa, kısaca AB’yi sonunda hakiki bir “halkların Avrupa’sı” inşa etme kapasitesinden mahrum bırakırsa önemsizdir.

Bu metin Floransa’da Palazza Vecchio’da, European University Institute’ın Birliğin Durumu 2017: “Halkın Avrupa’sını İnşa Etmek” konferasında 5 Mayıs 2017’de yapılan konuşmaya dayanmaktadır.

Philippe van Parijs, kuruluşundan beri yönettiği Hoover Chair of Economic and Social Ethics’in bulunduğu Louvain Üniversitesi’nde (UCL), İktisadi, Sosyal ve Siyasal Bilimler Fakültesi’nde Profesördür.

[Social Europe’taki orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]