Çarşamba, Nisan 24, 2024

Pazar Çevirisi | Darbe sonrası AB – Türkiye ilişkileri – Luigi Narbone

Kısa bir zaman önceki darbe girişimine karşı demokrasi taraftarı duruş, uzun askeri vesayet ve siyasete müdahale geleneğini önemli bir şekilde sarstı ve Türkiye’nin Suriye tarzı bir iç savaşa giden yola kayışı tehlikesini, en azından şimdilik, uzaklaştırdı. 

Demokrasiyi savunmak için sergilenen bu milli birlik Türkiye’nin tarihinde daha önce görülmemişti ve bütün taraflarca iyi kullanılırsa, Türkiye siyasetini ve toplumunu karakterize eden kutuplaşma ve bölünmenin üstesinden gelmek ve daha kapsayıcı bir demokratik rejim yaratmak için halen bir zemin teşkil edebilir. 

Ancak başarısız darbenin sonuçları farklı bir yöne doğru gidiyor görünmekte. Kısadan orta vadeye sonuçların hissedilebildiği, birbirlerine bağlı en az üç alan mevcut: ulusal alan, AB- Türkiye ilişkisi ve Orta Doğu’daki mevcut durum göz önünde bulundurulduğunda özel önem taşıyan daha geniş jeopolitik bölgesel ortam. 

Girişimden saatler sonra, Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, medya ve eğitim kurumlarını; A.B.D.’de yaşayan ve paralel bir devlet yapılanması oluşturmakla suçlanan İslami muallim Fethullah Gülen’in destekçileri olduğu ileri sürülenlerden kurtarmak için daha önce görülmemiş bir temizlik başlatıldı. 

İnsan hakları ihlalleri, işkence, gözaltındakilere kötü davranılması kadar ifade ve basın özgürlüğünün ve diğer temel hakların daha da kısıtlanması konusunda verilen kaygılandırıcı raporlar mevcut. 

Türkiye’yi başkanlıkla yönetilen bir cumhuriyete dönüştürerek iktidarını pekiştirme peşindeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, darbeyi alt etme üzerinden kazandığı halk desteğini anayasayı değiştirmek için ihtiyaç duyduğu çoğunluğu elde etmek üzere bir baskın seçim çağrısı yaparak kullanabilir. 

Hükümetin tepkisinin atik temposu ve bu önlemlerin etkilediği insanların sayıca çokluğu hükümetin darbeyi gerçekten darbeye dahil olup olmamalarına bakmaksızın muhaliflerini bertaraf etmek için kullandığı şüphelerini besliyor. 

Darbe sonrası hareket çizgisi, Türk demokrasisinin durumunun kötüleşmekte olduğunu ve muhalefet ve uluslararası gözlemciler tarafından 2013’ten bu yana dillendirilen otoriteryanizme kayışı doğruluyor. 

İdam cezasının Erdoğan tarafından geri getirilmesi açık bir şekilde reformların geri çekilmekte olduğunun işaretini verecek ve Türkiye’yi, hali hazırdaki sallantılı adaylık statüsünün altını daha da oyarak AB ile ihtilaflı bir çizgiye yerleştirecek. 

Ancak AB – Türkiye ilişkilerinin kötüleşmesi üyelik sürecinin oldukça ötesinde olumsuz etkilere sebep olabilir. Ekonomik bağlantılar, İslam Devleti tehlikesine verilen tepki ve Suriye’den göç ve mülteci akını ile baş etme halen ilişkinin merkezinde yer alıyor ve iki taraf arasında yüksek düzeyde bir karşılıklı bağımlılık olduğunu gösteriyor. 

AB, kendi üye devletleri arasında büyük gerilimlere neden olan ve Schengen anlaşmasına hayati bir tehdit oluşturan, göçmenlerin ve daha ziyade Suriyeli mültecilerin Balkanlar rotası üzerinden akışını durdurmayı denemek için Türkiye’ye başvurdu. 

AB, Türkiye’nin işbirliğini güvence altına almak için 18 Mart anlaşmasının gösterdiği üzere tavizler vermeye hazırdı. Gerçek, Türkiye’nin bir çeşit işbirliği olmaksızın ya da daha kötüsü güçlenen bir zıtlık atmosferinde AB’nin göçmen ve mülteci krizlerini yönetmesinin – ancak aynı zamanda AB güvenlik kaygılarını etkin bir şekilde gidermesinin – zor olacağıdır. 

Diğer yandan Türkiye’nin AB olmaksızın devam edebileceğini düşünmek hatalı olacaktır. Bölgesel politikasının kaprislerine karşın Türkiye su götürmez bir şekilde, kendisini çevreleyen bölgenin ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek kaosu tarafından tamamen yutulmamak için bir çıpa olarak AB’ye ihtiyaç duymaktadır. 

Ayrıca, hali hazırda bölgedeki durumdan ve ülkede kötüleşen güvenlikten etkilenen Türkiye’nin durağanlaşan ekonomisi üzerinde kötü etkide bulunacak olan güçlü ekonomik bağların daha fazla zedelenmesini engellemesi gereklidir. 

Bu bağlamda, başarısız darbenin yarattığı durum ve bunun yansımaları resmi kesinlikle karmaşıklaştıracaktır ancak ortak çıkarlar ve güçlü karşılıklı bağımlılık devam edecektir. 

AB kurumları ve çoğu üye devlet mevcut gelişmeler üzerine endişelerini dile getirdiler ve Türkiye hükümetini hukuk devleti anlayışına saygı duymaya davet ettiler. 

AB Türkiye’deki gelişmeleri yakından gözlemeyi sürdürmeli, Türkiye’ye demokratik ilkelere bağlılık yükümlülüğünü hatırlatmalı ve herhangi bir otoriteryan kayışı güçlü bir şekilde kınamalı. 

Ancak en fazla çaba, ülke tarihinde tekrar tekrar yeniden ortaya çıkan ve genellikle Türk maceracılığının uvertürü olan Türkiye’nin yalıtılma hissinin güçlenmesini engellemek üzere bütün diyalog kanallarının açık tutulması için harcanmalı. 

Son endişe noktası jeopolitikle ilgili. Türkiye Nato üyesi olarak önemli bir rol oynamaya devam ediyor. 

Ancak Arap ayaklanmaları sonrası bölgesel düzenin çöküşüyle, politikalar ve bölgesel ve küresel oyuncularla ittifaklar jeopolitik hesaplara olduğu kadar gerçek ya da algılanan tehditlere ve fırsatlara tepki olarak da hızlı bir tempoda değişiyor. Suriye’deki vekalet savaşı bu konuda iyi bir örnek. 

Bu arka planda, başarısız darbe girişimi bir diğer belirsizlik etkeni haline gelebilir. 

Türkiye’nin A.B.D. ve diğer ülkelerin darbeye dahil olmuş olabileceğine dair şüphesi ve Erdoğan’a Rusya ve İran tarafından hemen darbe sonrasında verilen hızlı destek Türkiye dış politikasında Suriye sahnesinden başlayarak olası kaymaların önünü açabilir. 

Bu stratejik bölgede dengeyi eğip bükebilecek tehlikeli kaymaları engellemek için Batı’nın süreğen çabalarına ihtiyaç duyulacak.

 

 *Luigi Narbone European University Institute, Robert Schuman Centre for Advanced Studies’de Orta Doğu programı yöneticisidir.

Bu makale orijinalinden Türkçe’ye Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir. 

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER