Pazar çevirisi | Almanya’nın seçimi: Uzlaşı siyasetinin arkasında Avrupa’ya dair çatışan fikirler bulunuyor

Annette Bongardt, Lorenzo Codogno ve Francisco Torres

24 Eylül’deki Alman federal seçimleri öncesinde Angela Merkel ve CDU/CSU, kararsız seçmenlerin oranı halen yüksek olsa da, büyük farkla önde. Annette Bongardt, Lorenzo Codogno ve Francisco Torres, Avrupa’da seçim tartışması pek yapılmasa da iki ayrı vizyon arasında bir çatışma olduğunu belirtiyor: Avrupa kurumlarını güçlendirerek daha fazla bütünleşme ile depolitize edilmiş bir Komisyon ve dönüşüme uğramış bir Avrupa İstikrar Mekanizması aracılığıyla Birlik’i daha fazla hükümetler arası hale getirerek aşamalı bütünleşme arasında. Alman seçimlerinin sıkıcı olduğuna dair algının tersine, seçimlerde Avrupa’nın geleceği hakkında çok fazla şey söz konusu.

Çoğu yorumcu Almanya’da 24 Eylül’de gerçekleşecek federal seçimler öncesi olaysız kampanyalar ve ilgi eksikliğine işaret etti, ancak seçimlerin sonucu AB ve Avro Bölgesi için potansiyel olarak önemli değişimler getirebilir. Şansölye Angela Merkel ve CDU/CSU (Hırıstiyan Demokrat Birliği/Hırıstiyan Sosyal Birliği) kamuoyu yoklamalarında uzak ara önde ve Alman Şansölyenin dördüncü dönemine başlaması verili bir sonuç gibi görünüyor.

Politikadaki değişim ne kadar önemli olacak? İzlenmesi gereken iki ana değişken var: (1) seçimden çıkacak koalisyon ve (2) koalisyondaki küçük partinin (ya da partilerin), Avrupa’ya dönük ilerideki politikalar açısından anahtar konumdaki Maliye Bakanı’nın rolü üzerinde nasıl etkide bulunacağı.

Dört muhtemel seçenek

Yakın dönemdeki kamuoyu yoklamaları Merkel’in 13-17 puan önde olduğunu (Merkel’in CDU/CSU’su için % 37-39’a karşın Sosyal Demokratların % 23-24’ü) gösteriyor. FDP (hür Demokratik Parti) % 8-9 civarında (2013’te % 5 barajını geçememişlerdi ve şu an Parlamentoda bulunmuyorlar). Yeşiller % 7-8 civarında ve aşırı sol Die Linke (Sol Parti) % 9-10 civarında. Büyük ihtimalle aşırı sağ AfD (Almanya için Alternatif) “yüzde beş engeli”ni geçecek ve Parlamentoya girecek, ancak herhangi bir ittifakın içinde yer almayacak. Şu anki dört partiye karşın, Parlamentoya bu seçimlerde altı partinin girmesi bekleniyor.

Bazı daha küçük partilerin temsil edilmeyeceği ve oylarının yeniden dağıtılacağını göz önünde bulundurursak, oyların yaklaşık % 48’i, ondalık sayıların nasıl olacağına ve Merkel’in kararına göre dört seçenek ortaya koyarak, Parlamentoda çoğunluk elde etmek için yeterli olabilir.

CDU/CSU ve SPD arasında Büyük Koalisyonun tekrarlanması

Büyük Koalisyon, Avrupa meselelerinde (aynı zamanda göç, enerji ve iklim politikalarında) CSU ve FDP’nin esiri olmamak için Merkel’in tercih edeceği sonuç olabilir. Ancak CDU/CSU, FDP ile birilkte bir çoğunluk çıkarmayı başarırsa, hem CSU’yu hem de kendi partisini ikna etmek çok zor olacağı için SPD’yi (Alman Sosyal Demokrat Partisi) tercih pek mümkün olmaz.

CDU/CSU, bir koalisyon oluşturmak için SPD’ye bağımlı olursa (FDP ve/veya Yeşillerle bir koalisyon oluşturacak sayıya ulaşamazlarsa) SPD (geçen sefer aldığı) Dışişleri Bakanlığı yerine Maliye Bakanlığını isteyebilir. Avrupa Parlamentosu’nun eski başkanı olan ve şu an SPD’nin başındaki Martin Schulz ya da şu anki Şansölye Yardımcısı ve Ekonomik İşler ve Enerji Bakanı olan, eski parti lideri Sigmar Gabriel Maliye Bakanı olabilir (bazıları ayrıca Hamburg belediye başkanı Olaf Scholz’un isminin geçeceğini söylüyor). Bu, Wolfgang Schäuble’nin tasarladığı şimdiki yaklaşıma nazaran daha hızlı ve derin bir Avrupa bütünleşmesine dönük politikaya doğru önemli bir kayışı temsil eder. Yine de Angela Merkel bu taleplere direnebilir ve SPD’yi mevcut dağılıma sadık kalmaya ikna edebilir.

Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’e oldukça yakın olan Martin Schulz’un tutkulu bir AB destekçisi olduğu değerlendiriliyor. Angela Merkel’le o da iyi geçinecektir. Daha önemlisi, Schulz Avrupa’yı ve Avrupa kurumlarını güçlendirmeye kendini adamış birisi. 2016’da AB’yi reforme etmek için 10 maddelik bir plan önerdi. Plan, Avrupa kurumlarını düzene koyma ve Avrupa Parlamentosu tarafından daha sıkı denetlenen güçlü bir Avrupa yönetimi oluşturma çağrısında bulunuyor. Bu ise Angela Merkel ve kendi partisinden hatırı sayılır bir şekilde bağımsız davranan Wolfgang Schäuble’nin şimdiye kadar uyguladığı politikalardan önemli bir ayrım olacak. Maliye Bakanlığı olmadan dahi Schulz, hükümeti daha entegrasyoncu/federalist bir konuma çekmekte, özellikle Fransa’da Macron’la birlikte, güçlü bir etkide bulunur.

Jamaika olarak adlandırılan koalisyon (CDU/CSU, FDP ve Yeşiller)

Bu Almanya için bir yenilik olur. Bu üç parti (aslında CDU ve CSU ayrı olduğundan dört parti) ulusal düzeyde hiçbir zaman birlikte iktidar olmadılar. Ancak politikalar açısından yeterince yakın görünüyorlar. Muhtemelen en zorlu kısım FDP’nin bir ölçüde Avroskeptik görüşlerini Yeşillerin güçlü bir şekilde Avrupa taraftarı olan konumuyla birleştirmek olur. Diğer çok sayıda meselede (göç, enerji ve iklim politikaları) FDP, CSU ile ve CDU’nun Merkel ve Yeşillere karşı olan kesimiyle birlik oluşturmaya meyleder. Bu koalisyon, Länder (Federasyonu oluşturan eyaletlerin) temsilcilerinin oluşturduğu meclis olan Bundesrat’ta sorunlar olsa da, Bundestag’da oldukça geniş bir çoğunluğa sahip olur.

Yerel düzeyde büyük koalisyonlar mevcut ve SPD ulusal düzeydeki politikalarda uzlaşamazsa, Eyalet temsilcisinin Bundesrat’ta çekimser kalması gerekecektir. Alman yasama süreci genellikle, Avrupa konuları dahil, çok sayıda hususta Bundesrat’ta anlaşma gereksiniyor. Aslında federal yasama sıklıkla eyalet kurumları ya da yerel kurumlar tarafından yürütülüyor. Partiler, Bundestag ve Bundesrat arasında bir anlaşmazlık olduğunda  bir anlaşmaya ulaşmak üzere uzlaşı komitesi oluşturmak için kullanılıyor.

Nasıl olursa olsun, siyaseti uzlaşı yoluyla sürdürmenin Almanya’da pek değişme ihtimali yok ve bu Avrupa’ya dönük politikalar için de geçerli. Fakat, çoğu politika alanında, gerçekten bir değişim görülebilir. Eğer gelenek sürerse, ki öyle görünüyor, SPD ile her daim büyük koalisyon olasılığı bulunduğundan, FDP Ekonomi ve/veya Dışişleri Bakanlığı’nı alabilir. Bu yüzden Wolfgang Schäuble maliyede kalır. FDP’nin lideri Christian Lindner (38) normalde (Guido Westerwelle’in 2009-2013 siyasal döneminde yaptığı gibi) Dışişleri Bakanlığı’nı ya da Ekonomi Bakanlığı’nı seçecektir.

Yeşiller, enerji, çevre ve aile konularıyla ilgilenen bakanlıkları istemeye daha eğilimliler. Ancak CDU/CSU ve FDP ile hükümette olacaklarsa, (SPD-Yeşiller koalisyonunda Joschka Fischer’in yaptığı gibi) Dışişlerini almak isteyeceklerinden FDP’nin hem Ekonomi hem de Dışişlerini üstlenmesi pek mümkün olmayacaktır. Jamaika koalisyonu durumunda yine de Wolfgang Schäuble’nin vazifeyi üstlenip Avrupa politikalarına yön vermesine nazaran önemli değişiklikler olacaktır.

CDU/CSU ve FDP (siyah/sarı)

Eğer SPD, 24 Eylül’de CDU/CSU ve FDP’nin Parlamentoda çoğunluk elde etmesini engelleyecek kadar iyi bir performans sergileyemezse bu geleneksel Siyah-Yeşil ittifakına yol açacaktır. Kağıt üzerinde bu en tutunumlu koalisyon, ancak CDU/CSU’daki çoğu kişi, özellikle Angela Merkel, 2009-2013’te önemli sürtüşmeler yaşadığı ve Avrupa, göç ve enerji/iklim meselelerindeki konumu mevcut hükümetle, Merkel’le ve en azından CDU’nun poziyonunun bir kısmıyla farklılaşan FDP gibi küçük bir partiye bağımlı olmayı sevmeyecektir.

Böyle bir senaryoda en olası olan Wolfgang Schäuble’nin Maliye Bakanı kalmasıdır. Siyah-Sarı koalisyonu teknik olarak uygun olursa, her iki siyasal gücün siyasal yakınlığı ve uzun gelenekler nedeniyle, bu yolu tercih etmemek her iki parti için de zor olur. Yine de günümüz FDP’si Genscher’in ya da Lambsdorff’un zamanındaki parti değil ve parti Avrupa, göç, otomobil sanayi ya da enerji ve iklim değişimi üzerine konumu daha az açık ve liberal ve daha fazla korumacı ve Avroskeptik bir hal aldı. Parti aynı zamanda çok daha az programatik (ilke temelli) ve Parlamentoya tek adam gösterisi biçiminde girmek üzere bir kampanya sürdürdü, ki bu partiyi daha az tahmin edilebilir kılıyor.

Bir siyah/yeşil koalisyonu?

Bu pek olası bir senaryo olmasa da, Yeşiller FDP’den daha iyi bir sonuç alırsa halen mümkün. Ancak FDP geleneksel olarak CDU/CSU’nun ilk tercihi ve muhtemelen CSU Yeşillerin tek koalisyon ortağı olmasına itiraz edecektir (muhtemel son döneminde Merkel’in tercihlerine ve planlarına daha yakınlar). Bu nedenle bir Jamaika koalisyonu bu seçenekten daha olası görünüyor.

Alman maliye politikası genişlemeci hale gelecek mi?

Almanya’da iç borç freni kuralına katı bağlılık, başka bir ifadeyle “siyah-sıfır” [dengeli bütçe, ç.n.], genişlemeci politikaların alanını daraltıyor ve Avro Bölgesi’nin geri kalanını dikkate alan bir pozisyona pek olanak tanımıyor. Bay Schäuble’nin Maliye Bakanı olarak kalması durumunda pek bir değişiklik olmayacaktır.

Başka Bakanlar ya da koalisyonlar durumunda nasıl bir değişiklik olur? Kısa cevap pek değişiklik olmayacağı. Ulusal borç freni kuralı seçmenler arasında % 80’e yakın bir destek buluyor ve sonuç olarak Avrupa kuralları da gelecekte bir Alman hükümetinin değiştirmeye kalkamayacağı bir şekilde el üstünde tutuluyor. Ulusal düzeyde mali kuralları değiştirmek için Parlamentoda, erişilmesi neredeyse imkansız olan üçte iki çoğunluk gerekli.

Almanya dış hesaplarını (GSYH’nin yaklaşık % 8,5’u) yeniden dengeleyip daha genişlemeci bir ekonomi politikası uygulaması çağrılarına direndi. Avrupa Komisyonu’nun Şubat 2017’de yürüttüğü derinlemesine inceleme Almanya’nın makroekonomik dengesizlikler yaşadığı sonucuna varmasına neden oldu.

Özellikle sıfıra yakın finansman maliyetiyle kamu yatırımı ihtiyacı değerlendirmesi değişmekte ve daha yüksek bir kamu yatırım düzeyinin, mali disiplin pahasına olmadan, anlamlı olduğuna yönetlik tespitler mevcut. Altyapı harcamalarında halihazırda bir artış var ancak bu yıllar süren kesintilerden geliyor.

Aynı zamanda yerel düzeyde daha fazla kamu harcaması için geniş bir destek var. Schäuble eyaletlerin halihazırda erişilebilir olan fonları dahi harcayamayacağını söylemeye devam ediyor ve Merkel altyapı harcamalarının önündeki en büyük engelin düzgün fonlama eksiği değil planlamadaki engeller ve büyük projeleri ele almada kurumsal kapasite sorunları olduğunu ileri sürdü. CDU/CSU bürokratik engelleri azaltma, planlama kısıtlarını gevşetme ve öncelikli büyük yatırım projelerini hızlandırma vaatlerinde bulundu. Merkel ayrıca savunma için daha fazla harcama yanısıra hanehalkı için vergi kesintileri gibi küçük “sürprizler” vaat etti. Hizmetlerin serbestleştirilmesi konusunda bir vaat söz konusu değil. Schulz kişisel gelir [vergisi, ç.n.] yükünün yeniden dağıtımını vaat etti.

Ancak bu planlara karşın faiz dışı verilen dış fazlaya yaklaşımda ya da iç talep için ikna edici bir canlandırma konusunda önemli bir değişim, hangi koalisyon ya da Bakan olursa olsun ihtimal dahilinde görünmüyor. Kısa vadeli bir talep canlılığı yaratma altta yatan cari dengesizliği – iç tasarruflarla iç yatırımlar arasındaki dengesizlikleri – ele alma konusunda pek yardımcı olmayacaktır, ancak yapısal kısımdan kaynaklı sorunla uğraşmak üzere de bir plan ortada görünmüyor.

Yeni Alman hükümeti Avrupa projesini yeniden mi başlatacak?

Alman seçimleri sonrasında Avrupa bütünleşmesine yönelik yeni bir hamleye dair yüksek beklentiler mevcut ve AB yönetişimi muhtemelen, SPD’nin, özellikle Schulz liderliğindeki SPD’nin çubuğu Avrupa bütünleşmesine doğru bükeceği alanı oluşturuyor. Fransa’da Başkan Macron Avrupa projesi için yepyeni dönem öneriyor. Ancak Dört ve daha sonra da Beş Başkan tarafından önerilen yol haritası Almanya’da doğrudan muhalefete yol açmadıysa da heyecan yaratmadı.

Almanya, Avro Bölgesi tahvilleri ya da hükümet yükümlülüklerinin ortaklaştırılması ve bankacılık birliğini Avrupa mevduat garatisiyle tamamlamaya dönük herhangi bir adım şöyle dursun maliye politikalarının karşılıklı kılınması ya da mali transferlerin ortaklaştırılmasına karşı çıktı. Herhangi bir Avrupa işsizlik sigortasına da güçlü bir muhalefet söz konusuydu. Nihayet, Avrupa kurumlarına dönük artan eleştiri mevcut. Bütün bunlar değişecek mi?

Yakın dönemde Angela Merkel ve Wolfgang Schäuble, Macron’un fikirlerine temkinli bir destek sundular ve Avrupa İstikrar Mekanizması’nın (AİM) rolünün genişlemesi için kaydadeğer peşrevler sergilediler. AİM özünde, karşıçevrimsel yatırımı ve doğal afetlerin yükünü karşılamak için ülkelerin başvurabileceği ve bir miktar borçlanabilecek bir tür Avrupa Para Fonu (APF) haline gelecek. Basınla geleneksel yıllık buluşmalarında Schäuble, seçimlerden sonra açıklanacak bir önerileri olduğunu duyurdu.

FDP de bütünleşmeyi hızlandırma telaşında değil. Mevcut FDP lideri Christian Lindner 2011 Aralık’ında partinin genel sekreterliğinden ayrıldı. Bir grup Avroskeptik FDP parlamenteri AİM’in gelecekteki patikası konusu üzerinden onu istifaya zorladı. Bu nedenle AİM’in güçlendirilmesine ve APF’ye dönüştürülmesine dair herhangi bir plan FDP’de ve CDU/CSU’nın bir kısmında bir tür muhalefetle karşılaşacaktır. Geçmişte Almanya, Avro Bölgesi’nde ülkeler arasında riski azaltma araçları kadar risk paylaşımının herhangi bir türünü de engelleyen yarı otomatik bir devlet borcu yeniden yapılandırması mekanizması taraftarıydı ve bu mekanizmanın, APF önerisini bazı şüphecilere daha kabul edilebilir kılma uğraşının bir parçası olup olmayacağı açık değil.

Schäuble’nin planları nedir?

Bir ayrıntı bulunmasa da Bay Schäuble’nin rehberliğinde Almanya’nın güzergahını tahayyül etmek zor değil. Düşüncesi açıkça, Komisyon gibi Avrupa kurumlarını zayıflatıp, bu sayede Avrupa Parlamentosu’nu da zayıflatarak daha ziyade hükümetler arası bir yaklaşımla Avrupa bütünleşmesine devam etmek. Bu, kamu maliyesine ilişkin gözetim sorumluluğunun Komisyon’dan APF’ye geçmesi anlamına gelecek. APF bu alandaki gücü, tarafsız bir hakem olarak görülmeyen Komisyon’dan, ve çok uzakta duran ve Avrupalıların denetlemediği IMF’den (Uluslararası Para Fonu’ndan) üzerine geçirecek.

APF, Üye Devletlerin maliye politikasını denetlemede ve örneğin borç yapılandırmasında daha geniş bir rol üstlenebilir. Hedef “kuralların daha muteber hale getirilmesi”dir, başka bir deyişle Komisyon bağımsız bir kurum gibi değil ancak politik bir oyuncu olarak (Junker Komisyonu’nun yapmaya ant içtiği ve Yunan krizinin yönetiminde yapmış olduğu algısına göre) davranmak istiyorsa, o zaman Almanya başka bir bağımsız kurum, AİM / APF’yi tercih edecektir. Bunun Sözleşmelere uygun olup olmadığı net değil, ancak uygun da olabilir.

Aslında, fonun finansal desteği mali disiplin için daha güçlü teşvikler karşılığında verilecektir. Bu basitçe, hükümetler arası bir anlaşma olan ve değiştirilmesi daha kolay olan AİM Anlaşması değiştirilerek yapılabilir. Yeni AİM (ya da APF) aynı zamanda Yunanistan gibi zor durumdaki ülkelere destek için müdahale rolü üstlenecek. AİM’in yönetişimi çok sayıda konuda (bir AİM üyesine istikrar desteği sağlama kararları, araçlarının seçimi ve koşullar ve bu desteğin şartları) oybirliği (karşılıklı rıza) gereksiniyor. Bazı alanlarda AİM Yöneticiler Kurulu, AİM Anlaşması’nın tanımladığı üzere kullanılan oyların % 80’iyle (her ülkeye ayrılan pay miktarına eşit bir oy hakkıyla) nitelikli çoğunluk üzerinden karar alıyor. Alman Parlamentosu ve Alman Anayasa Mahkemesi, şu anki Avrupa Komisyonu’nun ortaklaşa ve siyasal yaklaşımının güvence altına almadığı bir biçimde, en önemli kararlar üzerinde de-facto veto yetkisine sahip.

Elbette bu Alman görüşü Fransa’nınkiyle uyumlu hale getirilmeli. Almanya, Macron’un destek arayışında olduğunu ve ülkeyi başarılı bir şekilde reforme etmek için bazı önemli tavizler koparması gerektiğini biliyor. Bu tarz bir taviz, Avrupa Parlamentosu’na karşı sorumlu olacak bir Avrupa Maliye Bakanı yaratmak. Eurogroup da bir Konsey düzenlemesine sonunda kavuşturulabilir. (Birleşik Krallık AB’de olmadığında daha kolay yapılacak olan) Bu kurumsal değişimler Avrupa Parlamentosu’nun dahiliyetini ve Ekonomik ve Parasal Birlik hakkında Komisyonun tartışma metninde öne sürülen şekilde Avro Bölgesi adına ya da onun için alınan kararlarda demokratik olarak hesap verebilirliği arttıracaktır.

Bu nedenle Alman görüşü Fransa’nın ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirilebilir (diğer bütün ülkeler oyunun dışında görünürken, sonunda onların da onayı gerekecektir). Bu arada Britanya parlamenterlerinin boşaltacağı koltukların pan-Avrupa listelerinden girecek adaylarla doldurulması önerisi Fransa’nın desteğini aldı. Dahası Merkel ve Schäuble, Avrupa bütünleşmesine kendi damgalarını vurmak isteyeceklerdir ve bu nedenle son görev dönemlerini sadece Almanya’nın ulusal (ve kısa vadeli) çıkarlarını güvence altına almak için değil ama ayrıca, daha az seçmen baskısıyla, bu çıkarları ortak ve uzun vadeli çıkarlar doğrultusunda genişletmek için kullanabilirler.

Sonuç: 2017 Alman seçimleri hem Almanya hem de Avrupa için önemli

Avrupa açısından, Almanya seçimlerinde ilk bakışta görünenden daha fazla şey söz konusu. Seçim, iki farklı vizyon arasındaki çatışmayla, Avrupa bütünleşmesinin yolunu belirleyecek: Avrupa kurumlarını güçlendirerek daha fazla bütünleşme (Schulz) ya da depolitize edilmiş bir Komisyon ve AİM’nin daha fazla mali denetim sorumluluğuyla dönüştürülmesiyle Birlik’i daha da fazla hükümetler arası hale getirerek aşamalı bir bütünleşme (Merkel- Schäuble). Ancak Merkel/ Schäuble bir miktar finansal yetkiyle muhtemel bir Avro Bölgesi Maliye Bakanı için açık kapı bıraktı.

Her şey rayında giderse Almanya muhtemelen Ekim ayı sonunda yeni bir hükümete kavuşacak ancak çeşitli bakanlıklarda her şeyin yoluna girmesi birkaç hafta daha alacak. Bu nedenle Almanya’nın Ekim ayında düzenlenecek zirvede Avrupa’nın geleceğini Fransa ve diğer ülkelerle tartışmaya hazır olacağını beklemek aşırı iyimser olur. Daha muhtemel olan Avrupa’nın geleceği üzerine kapsamlı bir müzakerenin gelecek yıl başlarında başlaması ve 2018 yazında bazı sonuçlar ortaya koymasıdır. Son onay 2019 baharındaki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde gerçekleşmeyebilir.

Müzakereler, muhtemelen bankacılık birliği ve Avrupa Merkez Bankası’nın başkanının atanmasını da içererek bütün açık konuları kapsayacak. Bu nedenle 24 Eylül’de sandıklardan çıkacak resim hiç de bir natürmorta benzemeyecek.

[İngilizce orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]