Cuma, Mart 29, 2024

Özgür Çoban yazdı | Wulff’un suçu neydi?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, partisinin Salı günü gerçekleştirilen grup toplantısında, belgelerle desteklediği yolsuzluk iddiası aklıma, Almanya’da 2010-2012 yılları arasında Angela Merkel’in partisi Hristiyan Demokrat Birliği’nden (CDU) cumhurbaşkanlığı yapan Christian Wulff’un hikâyesini getirdi.

Bu hikâyeyi zaten birçoğunuz biliyordur ama konuya girmeden önce bazı genel tespitler yapmak istiyorum.

Yolsuzluk skandalları esasında ülkelerdeki demokrasilerin nasıl çalıştığının anlaşılması açısından önemli olaylardır. Sağlıklı işleyen demokrasilerde, kamu adına yetki kullanan yani yürütme erkini elinde bulunduranların sorumlu olması ve bağlı bulunması gereken bir takım etik kodlar bulunmaktadır. Demokrasiyi sandıkla koltuk arasında gerçekleştirilmesi gereken bir formaliteden ibaret gören liderlerin yönettiği ülkelerde en temel gösterge yolsuzluğun, liyakatsizliğin ve adam kayırmanın zirve yapmasıdır. Çünkü bu liderler genellikle kendilerini denetleyecek ve yeri geldiğinde cezalandıracak mercileri iğdiş etmiş ya da sorumlulukları açısından rayından çıkarmış olurlar.

İşte Christian Wulff’un hikâyesi buradan irtibatlanıyor bizimle. Wulff’u koltuğundan eden bu hikâyeyi size kısaca hatırlatayım. Wulff, Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı iken birisinden piyasaya göre daha düşük faizle 500 bin Euro borç alıyor. Wulff bir süre sonra, Almanya Cumhurbaşkanı oluyor. Bu arada olay yeniden gündeme geliyor. Bu süreçte, Wulff’un konuyu haberleştirmek isteyen Bild gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni’ni tehdit ettiği iddiaları ortalığa saçılıyor. Skandal, ülke sınırlarını aşınca hakkında yolsuzluk davası açılıyor ve Wulff görevinden istifa etmek zorunda kalıyor. Bu arada Wulff’un, bir festival sırasında yaptığı 700 Euro’luk masrafı başkasına ödetmek suçlamasından beraat ettiğini de ekleyelim.

Burada söz konusu olan düşük faizle alınmış 500 bin Euro’luk borç. Bu parayla Almanya’da orta halli bir ev satın alabilirsiniz. Sonra ne oluyor? Wulff’a yönelik korkunç bir kamuoyu baskısı başlıyor. Durum dokunulmazlığının kaldırılmasına kadar ilerliyor ve adam istifa etmek zorunda kalıyor. Biz de durum ne? Durum şu, siz ortaya ne belge koyarsanız koyun, -imzalı, paraflı ya da noter tasdikli vs.- maalesef hiçbir hükmü bulunmuyor. İnsan ülkesinde bu kadar olayı arka arkaya yaşayınca “Wulff gibilerin suçu neydi” diye sormaktan kendini alamıyor. Wulff’un, sağlıklı işleyen bir demokrasiye kurban gittiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Sadece demokrasiler arasındaki kalite farkını daha net gözlemleyebilmeniz için anlattım Wulff’un hikâyesini.

“Büyük Koalisyona” devam mı?

Biraz da Alman siyasetinin en yakıcı ve güncel sıkıntısına değinelim. Almanya siyasi tarihinde pek de alışık olmadığı bir süreçten geçiyor. Belki de uzun zaman sonra siyaset Almanların yaşamının merkezinde bu derece güçlü yer ediniyor. Bu ülkede vatandaşların önemli bir bölümünün siyasetle ilişkisinin sandıktan ibaret olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. 24 Eylül’de gerçekleştirilen seçimlerin ardından hâlâ bir koalisyon kurulamamış olması ülkede siyasi gündemi belirleyen lokomotif öge durumunda.

Başbakan Angela Merkel’in erken seçim ve azınlık hükümeti seçeneklerine bir süreliğine de olsa kapıyı kapatması üzerine hali hazırda birlikte hükümet ettiği Sosyal Demokrat Parti’ye (SPD) gözler çevrildi. Bu hamle herhangi bir koalisyona girmeyeceğini peşinen açıklayan SPD’yi hazırlıksız yakaladı ve partiyi “istemezükçü” tutumu nedeniyle kamuoyunda tartışmaya açtı. Son tahlilde, SPD yetkililerini partilerini, negatif pozisyona çeken bu tartışma ikliminden uzaklaştırmak için görüşmelere açık olduklarına dair mesajlar verirken gördük. Şimdi “büyük koalisyonun” devam etmesine yönelik umut ışığı giderek daha fazla aydınlatıyor Alman siyasetini.

Buna rağmen, Merkel’in partisinden azınlık hükümeti opsiyonunun en kötü seçenek olmadığına dair mesajlar da geliyor. Bu mesajların, eğer başlanırsa koalisyon görüşmeleri sırasında SPD’ye mahkûm görüntüsünden sıyrılmak amacıyla verildiğini tahmin ediyoruz. Çünkü, “Jamaika” görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının SPD’nin elini güçlendirdiği aşikâr. Yine de CDU’lu politikacılar, SPD’ye karşı sürekli “azınlık hükümeti” konusunu sıcak tutarak bir denge unsuru oluşturmaya çalışıyor.

Peki SPD cephesinde neler oluyor? Geçenlerde SPD’li Adalet Bakanı Heiko Maas bir açıklamasında, mevcut durumun partisine farklı bir sorumluluk yüklediğini söyledi. Maas, “SPD, bu durumda köşesine çekilip, ‘kimseyle görüşmüyorum’ diyemez” dedi. Maas, Almanya’nın aşırı sağcı AfD’nin oylarına mahkûm edilemeyecek kadar büyük bir ülke olduğunu sözlerine ekledi. SPD Lideri Martin Schulz da koalisyon krizine ilişkin her türlü seçeneğin masada olduğunu ifade etti. Schulz, yine de ne olacağına parti üyelerinin karar vereceğini ekleyerek, sanıyorum kendisine bir rahatlama alanı yaratmak istedi.

CDU’da da SPD koalisyonuna sıcak bakanların sayısının bir hayli fazla olduğu belirtiliyor. Bu iki parti arasında görüşmeler başlarsa ve başarıyla sonuçlanırsa Almanya büyük bir badireyi atlatmış olacak. Zira bu görüşmeler, erken seçim otobanından önce son çıkış olma niteliğini de taşıyacak.

Almanya, şimdi taraflar anlaşırsa büyük ihtimalle Aralık ayında başlayacak koalisyon görüşmelerini bekliyor. Erken seçim durumunda aşırı sağcı AfD’nin oylarını yükseltme riskinin oldukça yüksek olduğundan bir önceki yazımızda bahsetmiştik. Merkel ve Schulz’un bu riski ne derece göğüsleyebileceğini hep birlikte göreceğiz. Özellikle Merkel için “paydos” zilleri çalarken.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER