Salı, Nisan 23, 2024

Özgür Çoban yazdı | Siyasal İslam ve Hitler’in “SS Hançeri”

Dünyanın birçok ülkesinde İslamcı politikacıların yarattıkları ideolojik kirliliğin sonuçları, bölge halklarına barut, ateş ve kan olarak dönüyor. Söylemek gerekiyor ki bugün yaşananların benzerleri geçmişte de tezahür ediyordu ve İslamcı politikacılar kendi ikballeri uğruna binlerce insanı yok oluşa sürüklerken gözlerini bile kırpmıyorlardı.

Siyasal İslamcılar için politik derinlikleri “din ticareti” ile sınırlı dersek yanlışa düşmüş olmayız sanırım. Öyle şeyler yapıyorlar ki duyanın, görenin nutku tutuluyor. Bir AKP milletvekili tarafından başlatılan, “Bize oy verin, mahşerde kurtuluşa erin” temalı kampanyanın bu bağlamda iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. Din ticaretinde malzeme bol, alıcısı hevesli. Yine de bu modern zamanlar endüljans uygulaması kendi çapında hayli eğlendirici ve dikkat çekiciydi.

Bu mevzu tartışılmaya devam ederken, aynı partiden bir başka milletvekili bu kez partisinin oy pusulasındaki yerine atfen, “İslam inancı gereği, bir şeyi uğursuzluğa yormanın yeri yoktur fakat hayra yormanın önemi vardır. 8 rakamını görünce Ashab-ı Kehfi hatırladım. 8 rakamının hakikaten mukaddes kitabımızda yeri olan bir rakam olduğunu gördüm. Gönlüm de bu anlamda bir ferahlama ile doldu” ifadelerini kullandı. Şimdi sen çık bu adamların karşısına “üretim”, “teknoloji”, “bilim”, “tarım” diye politika yapmaya çalış. Adamlar, dünyevi meseleleri çoktan bitirmiş, öbür dünyada saadet vadediyor. Dünyanın en zor işlerinden biridir dinle siyaset yapanlara, dini siyasete alet edenlere rakip olmak velhasıl. Ne desek, ne söylesek boş.

“Yazmasam olmazdı” silsilesinden bu girişin ardından yazıda, özü itibarıyla faşist bir siyasi akım olan İslamcılık ve Avrupa faşizmi kontaklarının uzun geçmişine atfen tarihsel değeri oldukça yüksek olan bir mevzuyu sizinle paylaşacağım. Bir süre önce yine Politikyol’da yayımlanan, “Kipalı faşistlerin dönüşü” başlıklı makalemde, İslamofobik kaygıların etkisiyle Almanya’da neofaşist partiye katılan günümüz Yahudileri ve bunların Nazi ordusunda görev yapan dedelerinin hikâyesini anlatmıştım sizlere.

Bu hafta ise yine tarihte kısa bir yolculuğa çıkacağız ve bu kez 2. Dünya Savaşı sırasında, anti-semitik duygular ve politik çıkarları doğrultusunda hareket eden, faşist işbirlikçisi siyasal İslamcı politikacılar tarafından örgütlenen birliklerde savaşan, “fesli Naziler”den söz edeceğim. Tarihsel bağlamda önemli olan ve pek de üzerinde konuşulmayan bir fenomendir bu. Bu örnek olayı, faşizm türevi siyasal İslam ile saldırgan Avrupa faşizmin yüksek derecede uyumlu ve maharetli işbirliğini temsil etmesi açısından ayrıca değerli buluyorum. Bu tarz tarihsel fenomenlerin günümüze ışık tutmaları adına çok önemli olduklarını düşünüyorum.

2. Dünya Savaşı patlak verdiğinde, bunun Yahudileri Kudüs’ten çıkarmak ve Arap dünyasının lideri olmak için önemli bir fırsata dönüştürülebileceğini düşünen Kudüs Müftüsü Hacı Emin El-Hüseyni, zaman kaybetmeden Nazi Almanyası ile irtibata geçti. Almanya’da bizzat Adolf Hitler tarafından ağırlanan Hüseyni, propaganda çalışmalarında, Balkanlar’da yaşayan Müslümanları, İngiltere ve müttefiklerine karşı cihada çağırdı. 1. Dünya savaşı sırasında İngiltere ve müttefiklerine teşne olan Hüseyni, bu kez onlara açıkça cephe alıyordu. Siyasal İslam’ın genel karakteristiği de bu “arsız dönüşlerle” zuhur ediyor kanımca.

Propaganda çalışmalarını, “Kudüs Müftüsü” sıfatıyla yapan Hüseyni’nin çağrısı oldukça etkili oldu ve genç Müslümanlar gruplar halinde Nazi ordusuna katıldılar. Balkanlar’dan gelen Müslümanların oluşturduğu, “SS Hançer” adı verilen birlikler, zamanla Nazi ordusu için tüm cephelerde savaştı. Bazı kaynaklarda bu askerlerin sayısının 250 bin civarında olduğuna dair bilgi yer alıyor. Müslümanlar ile tarih boyunca ihtilaflı durumda bulunan Yahudilere karşı yapılması planlanan katliamlar anlatılarak tümene katılım artırıldı. Bu çalışma, her iki taraf açısından da daha çok stratejik hedefler doğrultusunda, pragmatik bir anlayışla yürütülüyordu. Bu arada binlerce Müslüman’ın Balkanlar’da ve Sovyet sınırları içerisinde Nazilere karşı savaştığını da belirtmeden geçmeyelim. Örneğin, Josip Broz Tito’nun Partizan ordusunda yaklaşık 15 bin Müslüman olduğu tahmin ediliyor.

İşbirlikçi, pragmatist ve faşist…

Yaşadığımız çağda diğer bir deyişle modern zamanlarda, İslam’ın Batı Avrupa’da varlık göstermesinin, esasında 2. Dünya Savaşı sonrasında ticari ilişkiler kapsamında yaşanan göçlere dayalı olarak başladığı düşünülüyor. Bu nedenle, siyaset bilimcilerin iki dünya savaşı arasında Müslümanların, özelde ise siyasal İslamcı hareketlerin, Avrupa’da oluşturduğu bu ilişki sistematiğini genellikle göz ardı ettiklerini görüyoruz. Oysaki Doğu Avrupa ve Balkanlar’da binlerce Müslüman, aynı zamanda Nazi işgalini yaşamıştı ve etkileri uzun süre hafızalardan silinmeyecekti.

2. Dünya Savaşı döneminde örgütlü siyasal İslam’ın Nazilerle enteresan ilişkiler içerisinde bulunduğunu kaynaklardan tespit ediyoruz. Bu iki faşist akımı o dönemde bir araya getiren olguları, “Yahudi karşıtlığı” ya da “anti-komünizm” başlıkları altında özetleyebiliriz. Oldukça sert bir ideoloji olduğu düşünülen Nazi faşizminin nasıl da geniş aralıklarla esnediği burada görülüyor. O dönem Nazi faşizmi için oldukça maksimalist sayılabilecek bu bakış açısının, Makyavelist bir düşünce tarzından beslendiğini vurgulamak istiyorum. Tıpkı günümüz Almanyası’nda neofaşitlerin İslamcılara karşı Yahudilerle işbirliği yapmaları gibi.

Peki sonuç? Savaşın ardından, cephelerde Nazilerle birlikte olan bu “SS Hançer” Müslümanları, Balkanların diğer milletleri Sırplar ve Hırvatlar tarafından “vatan haini” ilan edildi. Bu iki millet, uzun yıllar boyunca topraklarında yaşanan Nazi faşizmi kaynaklı korkunç katliamları, tecavüzleri ve yağmaları hiç unutmadılar. Yaşananlara karşı duyulan nefretin kuşaktan kuşağa aktarılması, 90’lı yıllarda yaşanan savaşta binlerce masum Boşnak’ın kanının dökülmesine neden oldu.

Siyasal İslamcılar, yaşadıkları dönemlere içkin şartlar zemininde farklı şekillerde formatlanarak karşımıza çıkıyorlar. Faşist işbirlikçisi, pragmatist, bazen de mezhepçi kıyafetleriyle arz-ı endam ediyorlar. Günümüzde Ortadoğu’nun yaşadığı derin ideolojik, siyasal ve dinsel kırılmaların sorumlusu kim? Arap baharıyla birlikte tasfiye edilen rejimlerin yerine monte edilen siyasal İslamcı anlayış eliyle ülkelerin neoliberalizme pazarlanması süreci sekteye uğrayınca Mısır’da olduğu gibi kanlı darbelerin devreye girdiği bir süreçler dahi yaşandı. Artık Arap milliyetçiliğinin kötürüm kaldığı, solun zaten gelişemediği Ortadoğu’da bugün, taban desteği bulunan siyasal İslam da eriyor ve Ortadoğu, emperyalistlerin dayatması Sykes-Picot anlaşmasının ardından ikinci kez bölge dışı güçler tarafından şekillendirilmeyi bekliyor.

Tüm bu süreçler maalesef neredeyse 1 asırdan bu yana halkının umutlarını, yaşamını, geleceğini, inancını ve hayallerini kendi politik çıkarları için oraya buraya peşkeş çeken siyasal İslamcılar eliyle yaşandı. Ellerinde oyuncak olan ve her dönemin geçer akçesi dini verimli kullanan siyasal İslamcı ideoloji, bugün de emperyalizme ve faşizme koşulsuz fedailik yapan “modern fesli Nazileri”yle yaşamı yok etmeye devam ediyor.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER