Perşembe, Nisan 25, 2024

Özgür Çoban yazdı | Neoliberal sefalet, kaos ve faşizm

Neonazi terör örgütü Der Nationalsozialistische Untergrund’un (NSU) cinayet davasının gündemin birinci maddesi haline geldiği Almanya’da konuştuğumuz çok sayıda vatandaş, hâlâ aşırı sağ eğilimlerin extrem gruplarda ve toplumun alt tabakasında taraftar bulduğunu savunuyor ya da buna inanmak istiyor. Aşırı sağcı bir partinin parlamentoda ana muhalefet koltuklarında oturuyor olmasından yola çıkarak, böyle bir savununun doğru olduğunu söyleyebilir miyiz? Aksine aşırı sağ eğilimin toplumun merkezinde yani iyi eğitimli, iyi geliri olan orta sınıfta büyümeye devam ettiğini görüyoruz.

Örneğin, Almanya’da Peter Sloterdijk gibi aşırı sağ eğilimli felsefeciler, toplumun merkezinde epeyce sempatizan kazanabiliyor. Sloterdijk toplumu, toplumsal yükümlülüklerini yerine getiren, dar gelirliler ile yoksullara kaynak aktaran “başarılılar” ve yaşamlarını bunların sağladığı imkânlarla idame ettiren “yardım alanlar” olarak kategorize ediyor. İçerisinde bir damla zekâ kırıntısı barındırmayan şu faşist ve insafsız kategorizasyona bakar mısınız? Bu Sloterdijk gibi “sosyal devlet” olgusunu sorgulayan ve sosyal devlet uygulamalarını “başarılıların” sırtında yük olarak gören milyonlarca aşırı sağ eğilimli insan yaşıyor AB coğrafyasında maalesef.

Uzun yıllardır insanlığın kültürel ve sosyal birikimlerini kemiren neoliberal politikaların gelip dayandığı yer burası işte. Ekonomik zeminde “güçlü olan ayakta kalsın” ilkesinden yol alan “pazar despotizmi” ile kendisine yer açan, faşist ideolojinin de ilham kaynağı olan “Sosyal Darwinizm” için belli ki yeni bir altın çağın kapısı aralanıyor.

Kaosu tetikleyen politikacılar…

Dünya otokratik diktatörler eliyle yeniden şekillenirken ekonomik liberalleşme, ekonominin toplumların denetiminden çıkması ve toplumların piyasa kurallarına göre şekillendirilmesine karşı mücadele verenlerin, daha sert koşullar altında direnmeye devam etmek zorunda kalacakları çok net bir şekilde görülüyor.

“Bunca otokratik diktatör nereden dünyanın başına bela oldu” diye soracak olursanız, bir yönüyle aşırı kâr hırsının mobilize ettiği liberalleşme nedeniyle kontrolden çıkan ekonomik ilişkileri yeniden denetim altına alma çabasının ürünü olduklarını söyleyebilirim. Bu, otokrasi vurgusunda olduğu gibi demokratik bir düzen içerisinde vücut bulabilir ya da nazi Almanyası’nda olduğu gibi yeni bir faşist düzen ve diktatör ortaya çıkarabilir.

Ünlü ekonomi tarihçisi Karl Polanyi “Büyük Dönüşüm” adlı eserinde bu meseleyi irdeliyor. Polanyi, “Faşizm, tam da piyasa ekonomisinin işleyiş mantığı çerçevesinde yani ekonomi ve siyasetin ayrıştırılması ekseninde, her sanayi toplumunda hazır bekleyen siyasal bir çözümü ifade eder. Faşizmin rolünü, piyasa sisteminin durumu belirler” diyor.

Piyasa sisteminin, demokrasinin güvenli limanı olarak algılanan Avrupa ülkelerinde bile faşizme meylettiğini hep birlikte görüyoruz. Şu anda Avrupa toplumlarında, kültürel farklılık ekseninde yeşeren faşizme, demokrasiye karşı filizlenen güvensizliği de eklersek büyük bir karmaşa halinin hüküm sürdüğünü söyleyebiliriz. İşte NSU davası gibi her şeyin gün gibi ortada olduğu fenomen olaylar bile bu karmaşa hali nedeniyle vicdanları sızlatır bir şekilde sonuçlanabiliyor.

Şöyle ki kaos yaşanan toplumlarda güç kullanma ve zorlama kaçınılmaz hale geliyor. Neoliberal politikaları dayatarak toplumlarda ekonomik ve kültürel kaosu tetikleyen politikacılar, bir süre sonra bu kaosu bahane ederek zor kullanma yoluyla otokratik diktatörlere dönüşebiliyorlar. Örneklemeye pek de gerek yok sanırım.

NSU cinayetlerinin düşündürdükleri…

Bu bağlamda, neonazi terör örgütü NSU’nun davasının özenle incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Hükmün açıklanmasıyla birlikte bu davayı aşırı sağcı örgütlerin kimyasının ortaya çıkarılması açısından önemli bir aşama olarak görenlerin tümü hayal kırıklığı yaşadı. “Neofaşist çeteler bağımsız mı çalışıyor yoksa devlet içinde örgütlenmiş güçlü bir terör ağı mı” sorusunun yanıtı halen bulunabilmiş değil. Zira Alman kamuoyunda, ülkenin en önemli güvenlik birimi olan Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın neonazi örgütleriyle ilişkileri ve buna paralel yürütülen istihbarat faaliyetleri hakkındaki şüpheler ve iddialar, her geçen gün daha yüksek sesle dile getiriliyor.

Bu türden ırkçı cinayetler Almanya’da ilk kez yaşanmıyor. Geçmiş yıllarda çok sayıda faşist-ırkçı eğilimli ve can kaybıyla sonuçlanan saldırı meydana geldi. Elimden geldiğince Alman devlet yetkililerinin önceki yıllarda terör faaliyetlerine ilişkin yaptıkları açıklamaları bulup okumaya çalışıyorum. Şunu itiraf etmeliyim ki okuduklarım beni çok şaşırtıyor. Açıklamalarda, Anayasayı Koruma Teşkilatı yetkilileri ve siyasi gücü elinde bulunduranların, tehlikenin kaynağı olarak İslami örgütler ile aşırı solu işaret ettiklerini görüyoruz. Bu türden açıklamalar, esasında saldırgan faşist örgütlerin, kamuoyu dikkatinden uzak tutulmaya çalışıldığına dair şüpheleri büyütmekten başka bir işe yaramıyor.

Buradan yola çıkarak, süregiden neoliberal sefalet sürecinin, sermaye tarafından yönlendirilen toplumlarda, yönetim-denetim aracı olarak geriye sadece “saf şiddet” kalana kadar büyümeye devam edeceği tespitini yapabiliriz. Bu şiddet, gelişmiş ülkeler örneğinde olduğu gibi faşist eğilimle birlikte serpilecektir. Güçlü ırkçı kodlar içeren şiddet, her zamanki gibi göçmenler, solcu aktivistler ve emek örgütlerine yönelecektir. NSU cinayetlerinde olduğu gibi.

Bu gelişmeler ışığında, Avrupalıların, “aşırı sağ toplumun merkezine ve devlete sirayet edemez” hülyasından bir an önce uyanmaları gerekiyor. Çünkü faşist-ırkçı eğilimin kat ettiği mesafenin küçümsenmesinin bedeli kesinlikle çok ağır olacaktır.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER