Çarşamba, Nisan 24, 2024

Özgür Çoban yazdı | Lebensborn, Faşizm ve kadınlar

Faşizme ilişkin gerçekleştirilen monografik çalışmaların sayısının bir hayli fazla olmasına karşın, hüküm sürdüğü ülkelerde henüz tam olarak detaylarını bilemediğimiz, üzerinde fazlaca konuşulmayan çok sayıda karanlık uygulama olduğunu biliyoruz. Özellikle, ağırlıklı olarak “kadının” öznesi olduğu uygulamalar, bizi “faşizm ve kadın” teması üzerinde düşünmeye yönlendiriyor. Nitekim faşizm ve kadın ilişkisinin, meselenin karanlık taraflarından biri olduğuna inanıyorum.

Hakkında sıklıkla yazdığım faşizm konusunda sistematik ve bütünsel bir çözümleme yapma amacı taşımıyorum. Bunun yapılamayacağını, üstünde kalın bir sır perdesi bulunan çok sayıda mesele bulunduğunu biliyorum. “Faşizm” konusu ele alınırken yeteri kadar ilgilenilmediğine inandığım konuları incelemeye, araştırmaya ve elde ettiklerimi dilim döndüğünce sizlerle paylaşmaya çalışıyorum.

Bana göre, kadınların “eşit ve özgür bireyler” olma mücadelelerine karşı gösterdikleri refleksler, ideolojileri sınıflandırmada en kullanışlı göstergeler arasında yer alıyor. Bu bakış açısına göre, bir ideoloji için “medeni/insanidir” ya da “medeni/insani” değildir sınıflandırmasını rahatlıkla yapabiliriz. Mesela, “toplumu kadın eliyle dizayn edelim, kadın önde yürüsün” diyen bir ideolojiyle, “kadın evde kalsın, 3 çocuk yapsın, kadının gelebileceği en yüce makam anneliktir/ev kadınlığıdır” cinsiyetçi savunusunu yapan bir diğer ideoloji arasında yukarıdaki kategorizasyonu rahatlıkla yapabiliriz diye düşünüyorum. Mesele budur.

Kadınların, proto-faşizmle yönetilmiş ya da modern faşist sistemlerin hüküm sürdüğü ülkelerde “ötekiler”den sonra en fazla baskıya ve sömürüye maruz kalan toplum kesimi olduğunu biliyoruz. Gerek Hitler Almanyası gerekse Mussolini İtalyasında kadınların faşist rejimlerin selameti açısından “çocuk doğurma” misyonu içerisine hapsedildiğini görüyoruz. Hastalıklı öjenik kaygılardan beslenen bu insanlık dışı misyonun, bir kadın neslinin geleceğini nasıl kararttığı o döneme ait belgelerle sabittir. Bunun farklı yöntemleri olabilir. Örneğin, bahse konu arkaik faşist rejimlerin, kadını eve hapsederek doğum makinesi haline getirmek için ücretlerini düşürmeleri, eğitimli kadınların çalışma alanlarını sınırlamaları ya da işyerlerinde onlara mobbing uygulamalarından bahsedebiliriz. Güncel olarak, ülkemizdeki bir okulda müdür/imam yöneticinin kadın öğretmenlerin topuklu ayakkabı giymelerini yasaklamasına benzer baskılar.

Bugün üzüntüyle müşahede ediyoruz ki, toplumsal cinsiyetçiliğin öğretilmiş kalıpları arasında sıkışıp kalmış kadınların nefes alabilecekleri alan giderek daralmaktadır. “Kadın doğursun, iyi bir anne olsun” tarzı cinsiyetçi savunular, net bir şekilde faşizmi tahkim edici ögeler olarak öne çıkıyor.

Lebensborn ve kadın

Burada, “kadın ve faşizm” bağlamında, yazımızın başlangıcında vurguladığımız “karanlık meseleler” konusuna ilişkin oldukça yaralayıcı, incitici ve insanlık dışı bir Nazi faşizmi projesine değinmek istiyorum. Bunları konuşmazsak proto-faşizmin halen hüküm süren ve günümüz etkileyen karanlığını yırtıp atma imkânımız hiçbir zaman olmayacak.

Projenin adı “Lebensborn” Türkçe’ye çevirirsek “yaşam pınarı” gibi bir şey oluyor. Proje, Nazi Almanyası tarafından 1935 yılında, “ırksal açıdan saf ve genetik olarak sağlıklı nesiller yetiştirmek” amacıyla uygulamaya konuldu. Özünde, Nazi askerler ile genç kızların bolca çocuk yapması ya da işgal edilen ülkelerde “Alman kanına uygun” çocukların kaçırılması süreçlerini içeriyordu. Çocuklar Lebensbornheim denilen yuvalara alınıyor ve oradan Nazilere yakın ailelere evlatlık veriliyordu. Amaç, iyi birer nasyonal sosyalist olarak yetişmelerini sağlamaktı. Kayıtlar, işgal altındaki ülkelerden bu proje kapsamında 500 bine yakın çocuğun kaçırıldığını söylüyor ve bu çocuklar hiçbir zaman biyolojik ailelerini tanıyamadılar.

Ayrıca, işgal altındaki ülkelerde genç kızların Nazi subaylarıyla birlikte olmaları teşvik ediliyor ya da kızlar buna zorlanıyordu. Bu travmayı en ağır yaşayan ülkelerden biri Norveç oldu. Norveç’te, Nazi işgali altında kaldığı 5 yıl boyunca binlerce Lebensborn bebeği doğduğuna dair veriler bulunuyor. Kendisi de bir Lebensborn çocuğu olan Ingrid Von Oelhafen’ın yazdığı, “Hitler’in Unutulan Çocukları” adlı kitap, bu konuda bir başyapıt niteliği taşıyor. Bu çocukların kimlikleri ortaya çıktıktan sonra toplumdan dışlanmaları, Nazilerden öç almak isteyenlerin fiziksel/psikolojik saldırıları ve tüm bunların yaşattığı acılara inanın yürek dayanmıyor.

Esasında, meselenin merkezine baktığımızda yine kadını görüyoruz. Kadınlara, “bolca çocuk doğurun, 3 çocuk yapın” diye seslenen faşist rejimlerin, güya çok kutsadığı ve yücelttiği “annelik” misyonunu bile nasıl paspasa çevirdiğini görüyoruz. Bu, post-faşist algının tüm nüvelerinde siyasal İslam’da da bugün “aşırı sağ” diye yutturulmaya çalışılan Avrupa faşizminde de tam olarak böyle zuhur ediyor. Faşist nüveler içeren ideolojilerin her türlü kutsalı bilerek ve isteyerek siyasete meze yapmasının örnekleriyle doludur geçmiş ve bugün.

Bu noktada, Türkiye’nin 1920’li yıllarda başlattığı devrimlerin kadınlar açısından “aydınlanmacı” karakterinin öneminin bir kez daha ortaya çıktığını görüyoruz.

Yazar Salman Rüşdi’nin, “Korku; etikten, sağduyudan, sorumluluktan ve uygarlıktan her zaman güçlüydü” cümlesi önemli bu noktada. Faşizm, korku yaratmaya dönük uygulamaları itibarıyla direkt olarak insanların yaşamına saldırıyor, yarını, umudu çürütüyor. Bir kadını rejim için insan kaynağı sağlamak adına kuluçka makinesine dönüştürebiliyor ya da ondan bunu talep edebiliyor. Faşizm, erkek kimliğini yükselterek ve yücelterek iktidarı ele geçirmeye çalışıyor. Bu nedenle kadını baskılamak ve aşağılamak tam anlamıyla faşizmin temel karakteristiğini yansıtıyor.

Özetlersek, gerici ve faşist nitelikler taşıyan hareketlerin tamamı kadını sosyal yaşamda yok etmek üzerinde odaklanmıştır. Çünkü dinamik ve eğitimli bir kadın kitlesinin bu türden hareketler için uygun bir zemin olmadığı ortadadır. Birçoğunuz izlemiştir, geçenlerde pazaryerinde karnını doyurmak için tezgâhlarda ucuz meyve-sebze arayan bir kadının, muhalefet partisinin belediye başkanı adayına iktidar partisini övmesi ibretlik bir örnekti. Bu örnek, ülkemizdeki kadınların bir kısmının rejimin bekası için uygun kategoriye gerilediklerini göstermesi açısından önemliydi kanımca.

Kadınların yarıda kalan aydınlanma ve özgürlük yolculuklarının süreceği günlerin yakın olduğuna inanıyorum. Bu önemli, bunun devam etmesi gerekiyor.

Yazımıza İtalyan devrimci Yazar Maria Antoniette Maccioccihi’nin bir sözüyle son verelim. Maccioccihi, “Hiçbir gerici hareket kadınların desteği olmaksızın iktidardaki durumunu sürdürememiştir ama tersine hiçbir diktatörlük de kadınların mücadelesi olmadan devrilmemiştir” diyor. Biz de biliyor ve eminiz ki dünyanın her yerinde faşizmi kadınlar yenecek.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER