Avrupa Birliği, bugün sayıları artık on milyonlarla ifade edilen Müslümanları ve bunların önemli bölümünün içerisinde yer aldığı grupları kontrol altında tutabilmek için ne yapılması gerektiğini tartışıyor. İslami bağlantılı kontrol dışı yapıların hızla çoğalması, AB ülkelerine Ortadoğu’dan göçün ortaya çıkardığı en önemli sorun olarak görülüyor. Bu gruplara ilişkin Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı tarzı kurumlar oluşturulmasını önerenler de var. Geçtiğimiz birkaç yılda Fransa başta olmak üzere çeşitli AB ülkelerinde art arda meydana gelen terör saldırılarının ardından İslam’ın Avrupa siyasetinde oyun dışı kaldığını söylemek yanlış olmaz. İslam’ın, bu bağlamda aşırı sağcıların siyasi yol haritalarını çizerken kullandıkları araç olması dışında bir fonksiyonu bulunmuyor. İslam’ın şimdiki haliyle modern batı medeniyetiyle doku uyuşmazlığı yaşadığını vurgulayan Avrupalılar, inanç dizgesini de “arkaik” olarak nitelendiriyorlar. Şu anda yaşanan, İslam ile batı değerlerinin net uyuşmazlığının ortaya çıkardığı bir medeniyetler çatışması ve giderek büyüyor. Bu sorunlu alanın terk edilmesi adına çalışmalar da yürütülüyor elbette. Bunların içerisinde fikir öncülüğünü Suriye kökenli Alman Siyaset Bilimci Bassam Tibi’nin yaptığı “Avrupa İslamı” projesi adından en çok söz ettireni. Tibi, konuyu “(Afro İslam) ve ‘Hint İslamı’ var. Neden ‘Euro İslam’ olmasın” düşüncesinden hareketle gündeme getiriyor. Hatta “Avrupa İslamı” adıyla bir de önemli bir çalışmaya imza attı. Nedir bu Avrupa İslamı? Bu kavram ile liberal, demokratik, AB değerleriyle barışık, insan hakları ilkelerini gözeten, dini keskin hatlarla siyasetin dışında konumlandıran yeni bir İslam anlayışından bahsediliyor. Yani bir reform öngörülüyor. Bu yolla İslam’ın, Avrupa’ya entegrasyonun önünde bir engel olduğu kanısı ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Zira AB ülkelerinde yaşayan Müslüman göçmenler, entegre olmaya çalışacaklarına her geçen gün daha fazla gettolara kapanıyor. Bu projenin savunucuları, müslümanların gelecek yıllarda AB ülkelerinde yaşamaya devam etmeleri için mutlaka bir reform hareketi içerisinde olmaları gerektiğini ısrarla vurguluyorlar. Sorunun bu bağlamda ele alınmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Görünen o ki müslümanlar artık kendilerini Avrupalılara daha fazla dayatamayacaklar. Çünkü Avrupalılar, her fırsatta ibadetleri, yaşam şekilleri ve kültürleri için “Burada demokrasi, insan hakları var. Bizi kimse engelleyemez” diye bağıran müslümanlara, sürekli olarak inançlarının ve geldikleri kültürün ne kadar demokratik olduğunu soruyorlar. Avrupa İslamı projesinin bu sorulara yanıt olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. Avrupa İslamı meselesi kaba hatlarıyla böyle. Asimilasyon temalı antitezler Konunun muhatapları açısından ele alınmasının çok daha önemli olduğuna inanıyorum. Söz konusu proje genel çerçevede Müslümanlar, detayda radikal İslamcılar tarafından nasıl algılanıyor buna da bakmak gerekiyor. Bu kesimin bakış açısı “Euro İslam projesinde fazla Euro, az İslam var” cümlesiyle özetlenebilir. Özellikle radikal İslamcılar, projenin özünde “asimilasyon” amaçlı olduğunu iddia ediyor ve antitezlerini bu söylem üzerine inşa ediyorlar. Projeye ilişkin genel kabulün de bu yönde olduğunu söylemek gerekiyor. Aslında meselenin çerçevesini çizen, Avrupa’daki İslamcı örgütlerin göçmenleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya devam etme yönündeki eğilimleridir. O nedenle bilinçlenme ya da aydınlanma yolunu açma riski olan her projenin karşısına dikiliyorlar. Entegrasyon kavramını asimilasyon ile özdeşleştirip cepheden reddeden bu anlayışın tabii olarak kıtadaki varlığını hangi dinamikler üzerinden geleceğe taşıyacağına ilişkin bir proje sunması gerekiyor. Durumunu şimdilik helal-haram ile kâfir-müslüman kısırdöngüsüne sıkıştıran İslamcılar içinden ayakları yere basan ve kolları geleceğe uzanan bir anlayış yeşermesini beklemek büyük bir yanılsama olacaktır. Bununla birlikte Avrupa İslamı anlayışı, radikaller tarafından “yeni bir İslam” ve “yeni bir Müslüman” modeli olarak da lanse ediliyor. Projenin, hükümetler tarafından finanse edildiğine dikkat çekilerek, “Avrupa’da siyaset dine karışmasın, dini din adamları tartışsın” deniliyor. Bu savunu yönüyle sekülerizm alanına giren radikal dinciler, yaşadıkları çelişkileri dinin normatif kalıplarıyla aşmaya çalıştıkça sıkıntı büyüyor. Bu kez de karşılarında “İslam kesinlikle Avrupa kültürüne ait değildir” diyen aşırı sağcıları ve muhafazakârları buluyorlar. Aşırı sağcı parti AfD bunu her fırsatta dile getiriyor. Faşistler, İslam doktrininin liberal demokratik sistemle uyumlu olmadığını vurguluyor ve şiddetin köklerinin Kur’an-ı Kerim’de olduğunu iddia ediyorlar. Bu çerçevede, muhataplarının projeyi kendi bakış açıları dahilinde konsensüs halinde reddettiklerini söyleyebiliriz. Yemek için helal et kullanan bir restoran ararken saatlerini harcayan Müslümanların güçlü retoriklerden beslenen bu sorunsal karşısında, dini kafalarına göre yorumlayan cami vaizlerinin ezberlettiği klişeleri tekrarlamaktan başka bir yol bulmaları gerekiyor sanırım. Bu süreçte, radikalizmden kendini soyutlamış Avrupalı Müslümanların yaşadıkları uyumsuzluğu aşmak için içerisinde bulundukları endoktrinasyonel pozisyondan sıyrılarak, entelektüel otonomilerini destekleyecek açılımlara daha fazla zaman ayırmaları gerekiyor diye düşünüyorum.