Salı, Mart 19, 2024

Özgür Çoban yazdı | Almanya’nın yeni dönemde Türkiye perspektifi

Geçen yıl Eylül ayında yapılan seçimlerin ardından Nazi dönemi öncesine benzer çalkantılı bir süreçten geçen Alman siyaseti “dayatma koalisyonuna” nihayet kavuştu. “Dayatma” diyorum çünkü Hristiyan Birlik partileri CDU/CSU ile Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) gönülsüz bir şekilde kurdukları bu hükümetin, büyük Alman sermayesinin ilk tercihi olmadığını herkes biliyor. İlk tercih, Hristiyan Birlik, Yeşiller ve liberaller arasında görüşmeleri tamamlanamayan namıdiğer “Jamaika” koalisyonu projesiydi.

Post-faşist Almanya için Alternatif (AfD) adlı partinin yarattığı korku, sermayeyi ikinci seçenek olan SPD-CDU/CSU alternatifine yöneltti. Önceleri koalisyona “hayır” diyen eski SPD Lideri Martin Schulz, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in bir nevi emriyle “evet” demek zorunda kaldı ve bu durum onun siyasi kariyerine mâl oldu.

Bir süredir, neo-liberalizmin ortaya çıkardığı sosyal yıkımın yanı sıra sermayenin de köpürttüğü endişe ve kaygıdan kaynaklı depresyonun neden olduğu tepkileri azaltma iddiasıyla Avrupa’da aşırı sağcı, faşist ve gayri medeni bir siyaset şekli bütün demokratik kaleleri tek tek fethediyor. Almanya’da ise bu devinim daha yavaş ve sağlam adımlarla vücut buluyor. Merkez siyaset, liberaller, faşist AfD ve Hristiyan Birlik partileri ekseninde aşırı sağ zemine kayıyor. Son seçimlerin ardından büyük miktarda oy kaybeden Merkel’in koltuğu bırakmasını isteyenlerin aday gösterdiği isimlerin tümünün, partinin aşırı sağcı kanadından gelenler olması tesadüf olarak değerlendirilemez.

Alman kapitalizminin, ithalat-ihracat dengesi ya da bütçe parametrelerine bakarak öteki emperyalist ekonomilere göre daha iyi durumda olduğunu söyleyebiliriz ancak bu durum siyasette yaşanan depresyonun etkilerini hissetmediği anlamına gelmiyor. Bütün bunların üzerine bir de faşist AfD’nin, sermayenin düşük ücret ve esnek çalışma saatleri gibi acımasız neo-liberal politikaları altında ezilen işçi sınıfının yoksullaşan kesimini kapmasını koyduğunuzda vaziyet iyice içinden çıkılamaz bir hâl alıyor. Yeni koalisyon bu manzara üzere iş başına geldiğinden çok sayıda ekonomist pek de uzun ömürlü olacağını düşünmediklerini açıkça ifade ediyor. Almanya’da siyasetin içinde bulunduğu tökezleme halini tersine çevirecek bir anahtar figür de bulunmuyor. Bu nedenle süreç her halükârda faşist partinin lehine işliyor maalesef. Bu koalisyonun şimdilik AfD’nin önünü kesme görevini yerine getirdiğini söyleyebiliriz ancak tahminler paralelinde erken dağılırsa faşistler, daha güçlü bir şekilde parlamentoya gelebilirler.

Önceki koalisyon dönemlerinde koltuğa mağrur bir şekilde oturan Merkel’in, bu kez ayağını sürüyerek gitmesi de önemli mesajlar içeriyor kanımca.

“Önemli bir komşu”

Biraz da yeni koalisyonun Türkiye perspektifine bakalım. Türk Hükümeti yetkilileri, yeni dönemde ilişkilerin düzeleceğine dair umut taşıdıklarını her fırsatta dile getiriyorlar ancak Berlin kulislerinden yansıyanlar pek de aynı doğrultuda mesajlar içermiyor. Almanya’da, son dönemde yaşananların ilişkilere ağır hasar verdiği ve bunun düzelmesinin mümkün olmadığı görüşü hâkim.

Diplomasi unutmuyor. Buralarda diplomasi, ilkeler ve normlar üzerinde şekilleniyor. Bizim oralarda olduğu gibi yöneticilerin günlük psikolojik performansları şekillendirmiyor diplomasiyi. Türk siyasi elitleri ya Avrupa’yı iyi okuyamıyor ya da diplomatik incelikten yoksun üsluplarının neden olduğu açmazların büyüklüğünün farkında değiller. Dış politikanın, kişisel statü oluşturmak ve prestij kazanmak ya da günü kurtarma malzemesi olarak kullanılmasından bir an önce vazgeçilmesi gerekiyor. Diplomatik nezaket kaidesi çerçevesinde muhataplarına ağıza alınmayacak sözler edip sonra bunun unutulacağını düşünmek en hafif tabiriyle “iş bilmezlik” olarak açıklanabilir. Diplomatik dil ile günlük sohbetin dili arasında önemli farklar olmalı. Bu diplomatik üslubu bir şekilde sindirebilen, kendini siyasi ilke ve normların üzerinde konumlandıran eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel ile ilişkileri bir seviyede tutabildiniz ancak yeni Bakan Heiko Maas, tam bir Alman disiplini timsali ve ilkeler üzerinden siyaset yapan biri. Maas, her platformda demokrasi, siyasetin hukuku gasp etmesi ve hapisteki gazeteciler konularında Türkiye’yi eleştiriyor.

Bunun yanı sıra Türkiye, son yaşanan gerilimlerle birlikte Almanya’da zeminini iyice kaybetti. 2013 yılındaki koalisyon metninde Türkiye, AB genişleme süreci bağlamında, “Avrupalı bir partner” olarak tanımlanırken yeni koalisyon metninde ancak “ikili ve bölgesel” ilişkiler başlığı altında yer bulabildi. Bununla birlikte aradaki gerilimin siyasi söylemlere de yansıdığını görüyoruz. Merkel dâhil birçok Alman politikacı, Türkiye’den bahsederken artık “AB’nin önemli bir komşusu” ifadesini kullanıyor. “Avrupalı partner”den “önemli bir komşuya” uzanan süreçte yaşananların çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor.

Öte yandan, Almanya’nın siyasi elitleri ve halkında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne karşı kemikleşmiş bir güvensizlik hüküm sürüyor. Dedik ya diplomasi unutmuyor. İç politikayı kotarmak adına yapılan dış politik manevralar, dışarıdan bakıldığında hiçbir ilkesi ya da omurgası olmayan, statü bağımlısı ve pazarlıkçı bir ülke izlenimi yaratıyor. Bu bağlamda, ülkemiz yetkililerinin ilişkilerin düzeleceği yönündeki umutları bir ütopya ya da illüzyon olmaktan öteye gidemiyor maalesef.
Özetle, Almanya’nın yeni koalisyon programı içeriğine dikkatlice bakıldığında açık bir sosyal yıkım içeriyor. Sığınmacılar konusunda getirilen sınırlandırmalar faşist AfD’nin vaatlerini karşılar nitelikte. Program, Türkiye için de bir şey vadetmiyor. Yeni dönemde Almanya’nın farklı sıkıntılarla sınandığına tanıklık edeceğiz.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER