Cuma, Mart 29, 2024

Alman aşırı sağı, AfD kongresi ve yeni siyaset dili

Almanya Federal Meclisi’nde şu anda ana muhalefet koltuğunda oturan Almanya için Alternatif (AfD) adlı neonazi partisinin bir süre önce olağan kongresi düzenlendi. Bu kongre, partinin aslında sadece faşistliklerini ve ırkçılıklarını koro halinde zehirli dilleriyle dışarı vuranlardan oluştuğunu, başka bir amaca hizmet etmediğini göstermesi açısından oldukça anlamlıydı.

Kongrede, geleneksel faşist matrise atfen “Alman” kadınları bol bol çocuk doğurmaya teşvik edecek öneriler üzerinde uzun uzun konuşuldu. Ekonomi, eğitim, sağlık vb. diğer önemli konularda öneri tabii ki olmadı, zaten hiç yoktu. Parlamentodaki milletvekillerinden tutun da en küçük yerleşim birimindeki üyesi bizim oraların tabiriyle “bidon kafalı” ya da “göbeğini kaşıyan adam” tipine oldukça uygun olan partide, kongre sırasında büyük bir keyifle nasıl anti-feminist ve anti-eşcinsel olduklarını ballandıra ballandıra anlattılar.

Aslına bakarsanız adamların durumu bir yandan da acınacak halde. Bir üye çıkıp diyor ki örneğin, “Emeklilere 1000 Avro ikramiye vadedelim” Herkes alkışlıyor, beğeniliyor ancak emeklilerin hepsi “biyolojik Alman” değil ki nasıl olacak bu? Neonazilerin tabiriyle bir sürü “pasaport Alman” da var. “Bize bazı islamofobik Yahudiler falan da oy veriyor hatta parti teşkilatlarında bile görev alıyorlar. Neyse bundan vazgeçelim”. “O zaman doğum yapan Alman vatandaşı kadınlara 20 bin Avro çocuk parası verelim”. “O da olmaz bir sürü Türk, Portekizli, Bulgar falan halihazırda Alman vatandaşı. Ne yapacağız o zaman? Göçmenlerden yürümeye devam”. “Almanya İslamlaşıyor, her tarafı müslüman örümcekler bastı” falan diye bağırmaya devam. Nasıl olsa bir şekilde alıcısı oluyor bunun. Kongreden çıkan bu. Bir de “önce sosyalizm ile mi yoksa liberalizm ile mi savaşalım” mevzusu var tabii. Buna sanırım ısrarla dile getirdikleri, “Biz ne sağız ne de soluz” söylemini ete kemiğe bürümek için ihtiyaç duyuyorlar.

Gelelim genel tabloya. Sandık haricinde, bu partileri sistem dışına itmenin bir yolu bulunmuyor maalesef. Almanya’da partilerin bir araya gelip -Belçika örneğinde olduğu gibi- faşist partiyi dışlama becerisi göstermesi de pek olası görülmüyor. Çünkü hemen hemen her partide yeni faşist ideolojiye sempatiyle bakan insanlar var. Hristiyan Birlik’in bu konuda durumu çok daha zor. Çünkü neonazi partisiyle oldukça benzer tabanlara sahipler ve bu iki siyasi odak arasında kitlesel oy geçişleri yaşanıyor.

Bir de ülkeden ülkeye kültürden kültüre politik yapıları değişiklik arz eden neofaşist partiler arasında -görünüşte de olsa- eşcinsel haklarını savunanlar dahi bulunuyor. Aydınlanma değerlerine -güya- sahip çıkarak demokratik batı toplumlarında oyun içerisinde kalmayı başardılar yalnız aydınlanma değerlerinin evrensel değil de sadece Avrupalılara ait olduğunu öne sürerek.

FAŞİZMİN BİR YÖNETİM MODELİ OLARAK DÖNMESİ İMKÂNSIZ MI?

Yazımıza konu olan neonazi partisi AfD’nin kongresinde yaşananlar bir şeyi daha gösterdi. Neofaşistler, Avrupa siyasetine hakaret, küfür ve aşağılama jargonunu yerleştirdiler. Söz konusu kongrede faşistlerin birbirlerine ve “ötekilere” yönelik kullandıkları ifadelerden anlıyoruz bunu. Belki şu aşamada günümüz neofaşist hareketlerinin iki dünya savaşı arasında olduğu gibi demokrasiyi tehdit edebilecek bir olgunluğa ya da itibara eriştiğini söyleyemeyiz ancak parametreler bunun yani faşizmin bir yönetim modeli olarak dönmesinin imkânsız olmadığını gösteriyor. Sonuçta ellerinde oldukça verimli bir şekilde yağmaladıkları islamofobi kartı var. Siyaset Bilimci Nicolas Lebourg’un ifadesiyle islamofobi Avrupalı siyasetçiler tarafından uzunca bir uğraşın ardından “çok farklı siyasi müşterileri olan geniş bir mitolojiye” dönüştürüldü. Ama zaten kimse binbir parçaya bölünmüş, kendi aralarında homojen bir yapı oluşturamamış, yaşadıkları ülkelerin kültürlerine uyum sağlayamamış, bir kısmı püriten İslam anlayışını savunan tarikat ve örgütlerin kadrosuna dahil olmuş Müslümanların bulundukları yerlerde temel toplumsal katmanlardan biri olmasını beklemiyor.

Bu noktada Alman düşünür Jurgen Habermas’ın artan ırkçılık üzerine tespitleri çok önemli. Habermas, şöyle diyor: “Toplumda göçmenlere karşı düşmanlık yeni bir olay değil ama artıyor. Yine de bu eğilimler yeni ortaya çıkmış gibi sunuluyor. Aslında barlarda konuşulan klişeler televizyonlarda talk-showlara yerleşti ve sağa kayma potansiyeline sahip seçmeni cezbetmeye çalışan medyatik kadın ve erkek siyasetçilerin söylemine malzeme oldu”. Mesele açık. Avrupa’da “bir kısım medya” ne yazık ki neofaşizmin taşıyıcı kolonları arasında yer alıyor.

Yazar Zeynep Atikkan’ın deyişiyle de “Avrupa’daki olay esasında nefretin normalleşmesi”  Göç ya da göçmenlik gibi karmaşık sorunlara, “göçü durdurun”, “göçmenleri ülkelerine gönderin” tarzı basit çözümler öneren neofaşist partiler, siyasette medeni tartışma kültürünün erozyona uğramasına da neden oldu. Çünkü bu söylemlerin geniş halk kitleleri arasında alıcısı olduğunu gören merkez siyasetin sağ ve sol unsurları da faşizmin bulanık sularına yelken açtı. “Doğru” tekleşmeye, tartışma reddedilmeye başlandı. Bunun üzerine yukarıdaki satırlarda bahsettiğim saygı noksanı ve kaba faşist siyasi konuşma tarzını koyarsak sanırım yeni siyaset dili biraz daha zihinlerde netleşecektir.

Tüm bu tabloda neoliberalizmin darbelerini yemiş, Ortadoğu tandanslı ve arkaik İslamı önceleyenlerin ağırlıklı olarak kıtaya geldiği göçle birlikte kültür şokuna girmiş Avrupalı’nın neofaşist hareketlere bel bağlaması kimseyi şaşırtmamalı. Unutmamak gerekiyor ki Avrupa Birliği projesi merkez siyaset partilerinin konsensü üzerine bina edildi. Şimdi merkez siyaset, neofaşist politikalara yaklaştıkça AB’nin geleceği hakkındaki endişeler de artıyor doğal olarak.

Neoliberalizmin ağır şartlarıyla hüküm sürdüğü, ayrıcalıklı sınıfların olduğu, emekçilerin burjuva tarafından sömürüldüğü bir Avrupa’da demokrasinin de giderek zayıflaması kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkacaktır. Hele ki merkez siyasetin sol ayağı sosyal demokrasi, Siyaset Bilimci Ödül Celep’in ifadesiyle “burjuva demokrasisine temas ettiğinden” çoktan “gerçek sol” olma niteliğini yitirmiş haliyle antifaşist cephenin ana temalarından biri olma özelliğini de günden güne kaybediyor. Almanya’da sosyal demokrat cephede öyle şeyler yaşanıyor ki… Örneğin, Alman neofaşizminin kalesi Dresden kentinde İslam ve göç karşıtı PEGİDA’nın gösterisine katılan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) üyeleri olduğu söyleniyor. Bunun yanı sıra bünyesinden yeni Alman faşizmi doktrini yazarlarından olan Thilo Sarrazin gibi bir adam çıkaran SPD’nin bu konu üzerine yoğun şekilde kafa yorması gerekiyor.

NEONAZİ PARTİSİ AfD OY PATLAMASI YAPABİLİR Mİ?

Gelecek yıl sonbahar aylarında Almanya’da genel seçimler yapılması planlanıyor. Medya tarafından bu seçimlerde oy patlaması yapacağı iddia edilen AfD’nin gelen son anketlere göre bu patlamayı tersine yaşadığı görülüyor. İnsanlar, en tepedekinden en diptekine kadar tamamının, sadece kaygıları ve korkuları köpürtmeye çalışan, ülkenin genel sorunlarına ilişkin hiçbir somut önerisi olmayan faşist birer provokatör olduklarını gördükçe oyları neonazilerden çekiyor.

Aylardır düzenlenen koronavirüs önlemleri karşı protesto gösterilerine sızan AfD’li neonaziler, gösterilere katılanları, önlemleri kararlaştıran ve uygulayan merkezi hükümete karşı kışkırtarak puan toplamaya çalıştı ama bunun da bir faydası olmadığı görülüyor. Genel seçimlere ilişkin son anketlerin sonuçları, AfD’li neonazilerin yoğun siyasi çalışmalarının partilerinin oy oranları açısından faydalı sonuçlar üretemediğini ortaya koyuyor.

Allensbach, Kantar/Emnid ve Forsa gibi şirketlerden gelen sonuçlar, Neonazi partisi AfD’nin salgın öncesi bulunduğu yüzde 12-13 oy bandından yüzde 7-8 bandına kadar gerildiğini gösteriyor. Demek ki, “göçmenler varımızı yoğumuzu yiyecek, ülkeyi batıracaklar” tarzı söylemler şu aşamada pek alıcı bulamıyor.

Bununla birlikte yakın bir zaman içerisinde belki de bu ayın sonunda ülkeler onay alan aşıları vatandaşlara uygulamaya başlayacak. İşler umulduğu gibi giderse uzmanlar, gelecek sonbaharda yaşamın normal ritmini yeniden yakalayabileceğini ifade ediyor. Bu nedenle mesele şimdi, salgın sonrasında yaşanması muhtemel ekonomik krizi en hafif şekilde atlatacak mekanizmaları oluşturabilmek ve bu neofaşitlerin manevra alanını daraltmak. Alman Hükümeti, olası ekonomik krize yönelik refleksleri, zamanında ve yerinde sergileyemezse Neonaziler için yağmalanmaya ve çarpıtılmaya elverişli yeni bir politik zemin ortaya çıkacak.

Unutmamak gerekiyor ki aşırı sağcıların karakteristik yapılarının en manzum özelliklerinden biri, kurnazca Avrupa toplumlarındaki hoşnutsuzluğu, bedbinliği ve politik boşlukları iyi yakalayabiliyor olmaları. O nedenle bu zararlılara sızabilecekleri bir boşluk bırakmamak gerekiyor.

 

 

 

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER