Cumartesi, Nisan 20, 2024

Ozan Gündoğdu yazdı | Mülkiyelilerin Dil Tarih’ten öğrenmesi gerekenler…

Yazının başlığı tabii ki bir metafor. Fakat bu metafor Türkiye’de hem makro ölçekli hem de mikro ölçekli mücadelelere dair ipuçları barındırıyor.

Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF), namı diğer Dil Tarih… Ankara adliyesinin karşısında, Ankara taşları ile bina edilmiş, Ankara Üniversitesi’ne ait, tarihi ile kültürü ile Ankara’lı bir fakültedir. Bu fakülteyi şuan politik mücadele ekseninde gündemimize sokan şey ise faşizme karşı verdiği mücadele.

Geçmişte öğrenci hareketi içerisinde bulunanlar daha iyi bilirler. Örneğin Cebeci kampüsünde veya ODTÜ’de öğrenci hareketinin içerisindeyseniz arada sırada Dil Tarih’ten arkadaşlarınızın okul çıkışlarına gider, onların güvenliği için kalabalık toplu çıkışlara katılırsınız. Bu sebeple öğrenci hareketinin en büyük birliktelikleri Dil tarih kapısında ve tarihin bir cilvesi; tam karşısındaki adliye binasında kurulmuştur. Buralarda göz göze gelerek güven tazelenir. Omuz omuza durulur. Zira faşizm birleştirir.

Nadir de olsa Mülkiye’de veya ODTÜ’de de faşist-gerici saldırılar olur elbet. Bu saldırılara karşı da bu sefer DTCF’den öğrenciler bu kampüslere gelirler. En ön safta dururlar, dayanışmanın en büyük örneklerini sergilerler. Bu esnada her iki mekan ve bu mekanların yarattığı politik öğrenci figürleri arasındaki farklılıklar gözlemlenebilir. Mülkiye faşist baskının bir nebze kırıldığı bir mekan olduğundan Mülkiyeliler yaşamak için iş birliği yapmak zorunda kalmamış, bu sebeple Mülkiye’de fikirler daha fazla önem kazanmış. Okulun yapısı gereği Mülkiyeli tartışır, bölünür toplantı yapar. İşin aslı Mülkiye’ye de değer katan bu özelliğidir. Ancak buna karşılık DTCF’liler kendi aralarında daha duygusal birliktelikler kurarlar. Ankara’daki öğrenci hareketleri de, hem Mülkiye hem de DTCF bir arada ise güzeldir. Bu iki okul tarih boyu birbirlerinin geleneklerini kökünden etkilemiştir.

***

Koşullar değiştikçe politik manada bu koşullara uygun hareket etmek yaşamsal önemde olabiliyor. Aksi halde tarih bu koşulların gerektirdiklerini yapmayıp kaybedenlerle dolu. Türkiye’nin mevcut durumunu bir kaç yıl önceki toplumsal muhalefet yapısını aynen koruyarak aşmanın mümkün olmadığı da ortada.

Hatırlayalım, daha bir kaç yıl önce 2010 referandumuna “Hayır” diyenler MHP ile yanyana durmakla suçlanıyor, “Evet” diyenler muteber sayılıyordu. Fakat ilerleyen süreçte “Evet” demenin aptallık olduğunu evetçiler de anladılar. Bu sebeple daha onurlu olanları siyasal pozisyonlarını değiştirdi, birçoğu AKP karşısında pozisyon aldı. Bazıları bunun bedelini bugün maalesef hapishanede ödüyor, bazıları ise yurtdışına çıktılar. Bu acı deneyimler tüm muhalif kesimler için aslında ibretlik ders niteliğinde.

Bazen de dünyaya bakılan yerden doğru gibi duran bir söz politik bir iddia barındırmayabilir. Doğru bir şey söylediğiniz aşikardır ancak evrene seslenirsiniz. Her hangi bir politik iddianız yoktur. “Savaşa” hayır gibi. Burada şu sorular akla gelecektir: “Her savaşa mı hayır, savaşa neden hayır, hangi savaşa hayır, savaş dışındaki çözümler nelerdir?” Bu sorulara yanıt vermeden altı boş bir savaşa hayır bizi apolitik bir tutuma sürükler. Yani doğru sözü söylemek de politik olmayabilir. Bu durumda tarihe not düştüğümüzü zannederken aslında suya yazı yazarsınız.

O halde değişen koşullara uygun doğru politik tutumlar almak hepimiz için en doğrusu. Zira değişen koşullar salt politik ağırlık merkezimizi değil artık gündelik hayatımızı dahi etkiliyor.

Ankara için konuşacak olursak, bir kaç yıl öncesi ile karşılaştırdığımızda mitinglerimizi Sıhhiye’de değil Kızılay’da yapalım isterken şimdi Yüksel Caddesinde basın açıklaması dahi yapamıyoruz.

Bir kaç yıl öncesi için basit bir muhalefet biçimi olan bir metne imza toplama, bugün ağır bedelleri olan bir akademik kıyıma dönüşebiliyor.

Bir kaç yıl öncesinde memleketin dört bir yanından işçiler ile Ankaralılar günlerce Sakarya Caddesinde Tekel grevinde dayanışma gösterebilirken bugün en basit işçi grevleri yasaklanabiliyor.

Gezi süreci ile politik hayatımıza giren sosyal medya araçlarında dahi bugün kendimizi rahatça ifade edemiyoruz. Bir gece attığınız basit bir tweet ertesi gün evinizi polisin basmasına sebep olabiliyor.

Laikliğe karşı planlı programlı işleyen saldırılar ise cabası…

Üzerimize gelen dalga hepimizi silecek süpürecek güçte iken bu dalga ile hiç birimiz tek başımıza mücadele edecek güçte değiliz. Dolayısıyla biz Mülkiyeliler için de “Dil Tarihlileşmek” karşıdan gelen dalgaya karşı en geniş çeperde duygusal ve düşünsel birliktelikler kurmak elzem hale geliyor.

Bu ağır baskı koşulları belirginleşmemişken 2008-2010 yıllarında Mülkiye camiasında derin fay hatları açılmış olabilir. Ancak bu derin fay hatlarında pozisyon alan tüm kardeşlerimiz bugün pozisyonunu bir daha düşünmek zorundadır. Bundan bir kaç yıl önce çekilen kılıçların bugün kınına girme vakti gelmedi mi? Geçmişte Mülkiye camiası içinde onarılmaz kopuşlar yaşanmış olabilir. Ancak özellikle genç Mülkiyelilere düşen bu duygusal kopuşları yeniden üretmemek olmalıdır. Bu bağlamda kurumu yöneten her kim olursa olsun kuruma sahip çıkmak görevdir.

Duygusal kopuşlar üzerinden beslenerek hareket ederek ancak duygusal refleksler geliştiririz. Bu süreçte dostlarımıza “korkak, yolsuz, işbirlikçi” demek bize yakışır mı? Hele hele hocalarımızın atılmasından neredeyse Mülkiyeliler Birliği’ni sorumlu tutmak biraz fazla olmaz mı? Bu ithamlar, kapısında hala “Barış kazanacak” yazan kurumumuzun kimliğini yıpratmaz mı?

Öte yandan seçim rekabetini topyekun mahkum etmek de Mülkiye geleneğine yakışmaz elbette. Mutlaka seçimler ve adaylar olacaktır. Ancak genç mezunların fişleniriz korkusuyla birliğe üye olmadığı günlerden geçerken birliğin içinde duygusal bir kopuş olması biraz lükstür. Buna hakkımız yok.

Elbette duygusal kopuşun tarafları bu saatten sonra bir araya gelemez. Fakat çocukluğundan beri AKP iktidarı altında yetişmiş, adım adım bu sürece gelmiş genç mezunların “abilerinin” duygusal kopuşlarının devamı niteliğinde ayrışmaların parçası olmaması gerektiği kesin. Genç kuşaklar bu kopuşu besleyecek tek bir adım atmamalıdır.

Çünkü bu kopuş siyasi bir kopuş olmadığı gibi, öyle olsa dahi faşizme karşı mücadeleye faydadan çok zararı dokunan bir kopuştur.

Bir Mülkiyeli olarak DTCF’li kardeşlerimden öğrendiğim bunlardır.

 

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER