Cuma, Nisan 19, 2024

Orhan Sarıbal Türkiye gündemini ve AKP istifalarını değerlendiriyor

CHP PM Üyesi ve Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, AKP’li belediye başkanlarının zorla istifa ettirilmesini ve Türkiye gündemini değerlendirdi.

Erdoğan’ın “İstifa etmezlerse gereği yapılır” sözleriyle neyi kastettiğinin anlaşıldığını ifade eden Sarıbal, istifa ettirilen Belediye Başkanları’nın işledikleri kent suçlarından dolayı kentleri milyonluk nüfusa sahip köylere dönüştürdüğünü söyledi.

  • AKP’nin belediye başkanlarını istifaya zorlamasının nedeni nedir? AKP’nin sıklıkla vurgu yaptığı “milli irade” kavramıyla beraber düşünüldüğünde istifaları nasıl yorumluyorsunuz?

Bilindiği üzere, konunun muhatapları tarafından istifalara ilişkin kesin; elle tutulur, gözle görülür ölçüde somut herhangi bir gerekçe açıklanmadı. Bunun yerine, AKP Genel Merkezi tarafından yapılan açıklamalarda, metal yorgunluk yaşayan kadroların 2019 Yerel Seçimleri’nde oy kaybına sebebiyet verebilecekleri öngörüsüyle partide revizyona gidildiği ve istifaların bu yüzden istendiği ileri sürüldü. Diğer taraftan, Belediye Başkanları istifa açıklamalarında, metal yorgunluk yaşamadıklarını ve kendi başkanlık sürelerinin muhteşem başarı öyküleriyle dolu olduğunu ileri sürmekten geri durmadılar. Üstelik giderayak yapılan bu tek taraflı güzellemeler, AKP’nin hiçbir kademesince tekzip edilmedi. Bir başka değişle, Belediye Başkanları’nın istifasını isteyen AKP Genel Başkanı, Belediye Başkanları’nın açıklamlarına sessiz kalarak, onların kendi kendilerine yaptıkları güzellemeleri onaylamış oldu. Biz de haftalardır çok açık şekilde soruyoruz: Bu Belediye Başkanları’nın başarılı olduklarını düşünüyorsan, neden ortada hiçbir gerekçe yokken istifa etmelerini istiyorsun? Eğer aksi yönde düşünüyorsan, istifaları isteme gerekçeni, bu başkanları seçen kamuoyuna neden açıklamıyorsun?

Hepimizin bildiği üzere, örneğin İstanbul Topbaş’la, Ankara Gökçek’le, Bursa Altepe’yle çağdaş kent olma karakterini yitirdi. Bu kentlerden her biri, Belediye Başkanları’nın işledikleri kent suçlarından dolayı milyonluk nüfusa sahip köylere dönüştüler. Dolayısıyla bu Belediye Başkanlarının başarılı olduklarını söylemek, en hafif tabirle bir akıl tutulmasıdır. Ancak işlenen bu kent suçları bir iki günlük mesele değil. Yıllardır bu kent suçları halkın gözünün içine baka baka işleniyor ve AKP Genel Başkanı bunları bildiği halde sessiz kalıyor. Halka gelince ali kıran baş kesen olan AKP Genel Başkanı’nın, örneğin İstanbul silüetini mahveden gökdelenleri traşlatacak kudreti yok! Ya da Bursa’nın kalbine bir hançer gibi saplanan ve kendi ifadesiyle tam bir “ucube” olan Doğanbey’deki TOKİ’lere çözüm bulacak güce sahip değil! Üstelik AKP Genel Başkanı, Ankara’nın kent içindeki en geniş ormanlık arazilerinden biri olan AOÇ’yi ortadan kaldırarak inşa edilen, ne olduğu, ne olacağı ve ne zaman tamamlanacağı belirsiz ANKA Park isimli milyarlık inşaat yığınının yanıbaşında, kendisi için inşa ettirdiği kaçak sarayda oturuyor.

Diğer taraftan AKP, herhalde bu Belediyelere ilişkin Sayıştay Raporları’ndan da haberdardır. Muhalefet Belediye’lerinin kapısından ayrılmaya müfettişler, AKP’li belediyelerin sokağına uğramıyor. Bütün bunların sonucunda, AKP Genel Başkanı’nın, “İstifa etmezlerse gereği yapılır.” derken neyi kastettiğini anlamak çok da zor değil. Elbette AKP Genel Başkanı’nın Belediyelerde yaşananları bilmemesi gibi bir şey söz konusu olamaz. Eğer bu belediyelerle ilgili, örneğin İçişleri Bakanlığı’nın yapması gereken bir şeyler varsa, yasalar doğrultusunda harekete geçilmesi, kamu yararı açısından bir zorunluluktur. Bu yasal zorunluluğu bir tehdit aracı olarak kullanıp aba altından sopa göstererek, Belediye Başkanlarının istifaya zorlanmaları; kent suçlarının, yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının ya da Sayıştay Denetim Raporları’ndaki mali aksaklıkların gereğini yerine getirmek demek değildir. Bunun adı düpedüz siyaseten aklamadır. Buradaki asıl amaç, Belediye Başkanlarının, ortada gün gibi duran kent suçlarının hesabını hukuki olarak veremeden görevlerinden ayrılmalarını sağlamak ve bu yolla 2019 seçimlerinde siyasi rant elde etmektir.

Amaç siyasi rant elde etmek olunca, gerekçesi açıklanmayan zorunlu istifaların savunması da elbette siyasi oluyor. AKP ve yandaşları, istifaların, parti içi bir mesele olduğunu ve konuya ilişkin yapılan eleştirilerin, AKP’nin iç işlerine karışmak anlamına geldiğini dile getiriyorlar. Belli ki bu zatlar, ya seçilmiş ve atanmış arasındaki farkı bilmiyorlar; ya da seçilmiş ve atanmış arasında bir fark görmüyorlar. Okuma yazması olan ve siyasetle ilgilenen herkes, seçilmişle atanmış arasındaki farkı bilir. Kaldı ki AKP on beş yıldır bu ülkeyi yönetiyor. O halde AKP için seçilmişle atanmış arasında bir fark yoktur. Bu durum, AKP’de demokratik siyasal kültürün bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır. İşte istifalar üzerinden “milli irade” meselesine de buradan yaklaşmak gerekir.

Bir ülkede siyasi iktidarın milli irade tarafından belirlediğini söyleyebilmek için, en temelde, o ülkedeki seçim koşullarının eşit ve adil olduğundan kuşku duyulmaması gerekir. Buradaki seçim koşullarından kastımız, yalnızca seçim güvenliği ve sandık sonuçlarında usulsüzlük yapılmaması değil; bunların yanında partiler arasındaki rekabet ve imkan koşullarında da tam eşitliğin sağlanmış olmasıdır. Bu koşulların garantisini sağlayacak güç ise, güçler ayrılığı ilkesini katı şekilde uygulayan bir yasama-yürütme-yargı örgütlenmesi, anayasal güvenceye alınmış insan hak ve özgürlükleri, demokrasinin dördüncü gücü olan özgür basın v.b. gibi yapısal demokratik mekanizmaların tümüdür. Milli irade sandığa ancak bu koşullarda tam anlamıyla yansır. Çoğunluğun azınlığa, azınlığın çoğunluğa tahakkümü yerine çoğulcu bir demokratik yapı ancak böyle inşa edilir.

Ancak bugün Türkiye’deki siyasal durumun biraz önce bahsettiklerimizle ilgisi yoktur. AKP’nin devletin bütün imkanlarını kullanarak seçimleri manüple ettiği bilinen bir gerçektir. Ayrıca Türkiye’de muhalefet, ciddi kurumsal baskı ve engellemelerle karşıkarşıyadır. OHAL ve KHK’larla yaşamak zorunluluğunun dayatıldığı bir ülke olarak Türkiye bugün, TBMM’nin siyasetten tasfiye edildiği, Fethullahçı oldukları gerekçesiyle yurtseverlerin, aydınların ve cemaatle ilgisi bulunmadığı bilinen kamu görevlilerinin açığa alma, ihraç ve tutuklamalar yoluyla sistem dışına çıkarıldığı, uluslar arası insan hakları sözleşmelerinin askıya alındığı, gözaltında ya da cezaevlerinde fiziksel ve psikolojik işkencenin yeniden hortladığı, basının susturulduğu, grevlerin, protesto gösterilerinin, kamuya açık alanlarda yapılmak istenen basın açıklamalarının yasaklandığı ve daha bir çok usulsüzlüğün, hukuksuzluğun ve ihlalin yaşandığı bir açık hava hapisanesi dönüştürülmüştür. Üstelik ülke bu koşullar altındayken, yasama-yürütme-yargı erklerini Cumhurbaşkanı’nın elinde toplayan ve aynı Cumhurbaşkanı’na meclisi fesih yoluyla sınırsız defa seçilme imkanı tanıyan 16 Nisan Anayasa Değişiklik Referandumu yapılmış, YSK’nın “tam kanunsuzluk” suçu işleyerek mühürsüz oy pusulalarını geçerli saymasıyla % 51.4 oy oranına ulaşılmış ve ilgili değişiklik meşru kabul edilmiştir.

XXI. yüzyılın ilk çeyreği geride kalırken yaşanan bu gelişmeler ve AKP’nin sosyolojik, politik ve ekonomik alanda gerçekleştirdiği köklü ve çok yönlü paradigmal saldırılar neticesinde Türkiye; denetimin olmadığı, yönetimin tek bir parti elinde toplandığı, aşırı sağcı, muhafazakar ve baskıcı bir yönetim karakterine bürünerek faşist ve otoriter bir rejime evrilmiştir. Siyaset biliminde otoriter rejimler, demokratik olmayan rejimler arasına dahildir ve demokratik olmayan rejimlerin ortak adına diktatörlük denir. Bu tespiti sadece fiili olarak yapıyor olmak yeterli değilse, teorik olarak da şu anki süreci isimlendirmek için ünlü siyaset bilimci Geddes’ın diktatörlük tanımına bakmak yeterlidir. Geddes’a göre, bir rejimde muhalif partiler yasaklanmış veya ciddi kurumsal engellerle karşılaşıyorlarsa, yada yönetici parti yürütmenin kontrolünü hiçbir zaman kaybetmediyse, her seçimde meclisteki sandalyelerin 2/3’ünü kontrol edebiliyorsa ve üç yıldak fazla bir zaman bu rejim yürütmenin kontrolünü elinde tutmuşsa, o rejim diktatörlüktür. Bu koşullar altında Türkiye’de milli iradenin tecelli ettiği söylenebilir mi? Elbette hayır.

Şunu söylemek zorundayız ki; istifası istenen ya da istenmeyen AKP’li Belediye Başkanları’nın da adil seçimler yoluyla iktidara geldiğini düşünmek mümkün değildir. Çünkü iktidar partisinin seçimlerde kullandığı orantısız gücünün gölgesinden faydalanmışlardır. Bizim burada karşı çıktığımız mesele, genel iktidar söz konusu olunca dillerinden düşürmedikleri ve gerçekten de demokrasinin temel ilkelerinden biri olan “seçimle gelen seçimle gider” teamülünü yok sayma ikiyüzlülüğüdür. Yoksa bu durumun birincil sorumluları, kendi haklarına sahip çıkmayan Belediye Başkanlarının ta kendileridir.

Bütün bunların yanında bir de, Belediye Başkanlarının istifa ettirilmelerinin altında, FETÖ ile kurdukları ilişkilerin yattığı tartışması var ki akıllara zarar. AKP, Türkiye siyasi tarihinin en geniş tabanlı sağ koalisyonudur ve kurulduğu günden itibaren heterojen bir siyasi kadroya sahip olmamıştır. 2014’ten önce “Fethullah Gülen Hoca Efendi” diyerek önünde el bağladıkları, şimdiyse “Fethullahçı terör örgütünün ele başı” dedikleri şarlatan ve örgütü, AKP koalisyonunun en önemli bileşenlerinden biriydi. Dolayısıyla bu Belediye Başkanlarının FETÖ ile bağlantısı olup olmadığı bir tartışma konusu değildir. Kendi iradeleriyle ya da yukarıdan gelen emirle, hiç farketmez; AKP’li bütün Belediye Başkanları’nın FETÖ ile iş tuttuğu, FETÖ’ye rant sağladığı biliniyor. 2014’ten önce FETÖ’cü, 2014’ten sonra değil diye ayırım yaparak, AKP’nin 2014’e kadar FETÖ için sağladığı sınırsız imkanların üzeri kapatılamaz.

  • CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun erken yerel seçim çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce sandıktan korkmadığını her fırsatta dile getiren AKP hükümetinin buna karşı çıkmasının nedenleri nedir?

Genel Başkanımız Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’nun erken seçim konusunda yaptığı açıklama, Türkiye’nin içinde bulunduğu yönetim krizinin acilen çözülmesi zorunluluğundan kaynaklanmıştır. Bu açıklama, kendine ve partisine güvenen, ülkesine karşı sorumlu bir liderin, Türkiye’deki yönetim krizinin aşılması konusunda yaptığı demokratik bir yöntem önerisi, ülkenin içinde bulunduğu dar boğazdan sıyrılmak için dile getirdiği pozitif bir kurtuluş çağrısıdır. Bu açıklamayı maksadı belli ve farklı tartışma alanlarına sürüklemenin hiçbir anlamı yoktur. Türkiye’de bir yönetim krizi var ve bu kriz, eğitimden yargıya, ekonomiden dış politikaya kadar her alana sirayet etmiş durumda. Krizin doğrudan kaynağı olan siyasî iktidar, olağan demokratik siyasal şartlarda idarenin kontrolünü elinde tutmasının mümkün olmayacağının bilincinde. Dolayısıyla Türkiye’yi, FETÖ ile mücadele kisvesi altında sürekli uzattığı ve gördüğümüz kadarıyla 2019’a kadar aralıksız biçimde devam edeceği anlaşılan Olağanüstü Hal koşullarında yaşamaya, KHK’larla yönetilmeye mahkûm etmiştir. Bu koşullarda AKP adında bir partiden de söz etmek doğru değil. Artık AKP diye bir siyasi parti yoktur. Yalnızca Recep Tayyip Erdoğan vardır. Bu gerçeği görmek zorundayız.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER