Çarşamba, Nisan 24, 2024

Olcay Çelik | Robotlu üretim ve temel yurttaşlık geliri projesinin ekonomi politiği

Dünyada robotlu üretim teknolojisinin yaygınlaşmasıyla birlikte işsizliğin de küresel ölçekte artacağı öngörülüyor. Buna karşı neler yapılabileceğine dair yapılan tartışmalar içerisinde en popüler olan sosyal politika önerisi, istihdamdan bağımsız olarak herkese koşulsuz olarak eşit miktarda ve düzenli “temel yurttaşlık geliri” verilmesini öngören proje.[i] Bu uygulama ile robotlu üretimden gelecek maddi zenginlik artışının bir kısmının bu sebeple işsiz kalanlara aktarılabileceği, böylece sosyal bir çöküşün önlenebileceği düşünülüyor. Türkiye’de belki de doğal olarak pek tartışılmamasına rağmen dünyada konuyla ilgili geniş bir literatür oluşmuş durumda. Uygulamaya dair çeşitli ülkelerde sosyal deneyler dahi yapılmaya başlandı. Temel yurttaşlık gelirinin savunucuları arasında kapitalistler, sağcı çevreler ve burjuva aydınlar olduğu kadar, kendini solda tanımlayanlar da var. Peki, nasıl oluyor da ayrı kutuplarda gözüken çevreler aynı şeyi savunabiliyor? Artan işsizlik ve yoksullukla bir mücadele biçimi olarak bu uygulamanın işçi sınıfı ve ezilenler için ilkesel ve stratejik olarak anlamı ve değeri nedir? Temel yurttaşlık geliri uygulaması kapitalizmin yarattığı sorunlara gerçek bir çözüm getirebilir mi?

Burjuvazinin “İşsizlikle Mücadele” Hikayesi

2008’de başlayan kapitalist kriz devam ediyor. Fiyatlar genel seviyesi düşüyor, üretkenlik artışı yavaşlıyor, ve sabit sermaye yatırımlarının toplam dünya hasılası içindeki payı geriliyor. Azalan kâr oranları, yatırımların reel üretim dışındaki spekülatif sermaye piyasalarına yönlenmesine yol açıyor. Ancak bu durum dünya ekonomisinde bir toparlanmaya ve üretimin yeniden canlanmasına hizmet etmiyor.

Sermaye çevreleri bu küresel sıkışmaya bir çözüm olarak robotlu üretim sistemine geçişi konuşuyor. Konvansiyonel makinelerden farklı olarak yapay zekayı kullanan, çok miktardaki veriyi anlık olarak işleyip, öğrenebilen, geleceği öngörebilen, kendi kendine karar alabilen ve birbiriyle iletişime geçebilen robotların yaygın olarak kullanılmaya başlanması ile birlikte insan faktöründen kaynaklanan hataların azaltılacağı, stoklama ihtiyacının ortadan kalkacağı, üretimin bir bütün olarak hızlanacağı ve böylece aynı miktardaki üretimi çok daha düşük maliyetle gerçekleştirerek üretimin canlandırılabileceği öngörülüyor.

Ancak robotlu üretim sisteminin kaçınılmaz olarak çok sayıda işçinin işsiz kalmasına yol açacağı öngörüldüğünden, yaşanacak bu sosyal yıkımı önleyecek ve ücret gelirini telafi edebilecek sosyal politika projeleri de konuşuluyor. Bu projelerin içinde en popüler olanı, istihdamdan bağımsız olarak herkese koşulsuz olarak eşit miktarda ve düzenli temel yurttaşlık geliri verilmesini öngören uygulama. Çalışma ile ücret arasındaki bağın kopması anlamına gelecek bu sistem ile işsizliğin üstesinden gelinebilmesinin yanında, insanların artan serbest zamanlarını mutlu oldukları şeylere yönlendirebileceklerinden bahsediliyor.

Peki bu temel yurttaşlık gelirini kim ödeyecek? Aralarında SpaceX’in kurucusu ve Tesla Motors ile PayPal’ın kurucu ortağı Elon Musk ve Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in de bulunduğu sermaye çevrelerinin en popüler önerilerinden biri “Robot vergisi”.[ii] Buna göre hükümetler robotlu üretime başlayan şirketlerden teknoloji sebebiyle robot başına vergi almalı ve bu vergi işçilere temel yurttaşlık geliri sağlamakta kullanılmalı. Rekabet yasası nedeniyle, üretici güçlerin gelişimini ilelebet engellemek mümkün olmayacağına göre, asıl mesele hükümetlerin bu yolda gerekli adımları atıp atmaması sorunu oluyor.

Ancak tartışmayı kitlelerin işsizliği, çözümü de sermayenin ödeyeceği robot vergisi olarak koymak burjuva ideolojisinin bir çarpıtmasından başka bir şey değildir. Sorun, işsiz kalacak kitlelerin refahını sağlamak ya da sosyal çöküşü önlemek değil, yaşanacak küresel işsizlik sonrası kapitalistlerin robotlarla üretecekleri devasa miktardaki metayı kime nasıl satacakları, kâr etmeye nasıl devam edebilecekleri sorunudur. Yani burjuvazi için sorun işsizlikten daha çok, kârsızlık sorunudur. Bunun yine şirketlerden sağlanacak vergilerle finanse edileceğini iddia etmek ise çarpıtmanın da ötesinde, matematiğe aykırı bir şeydir. Zira böyle bir sistemin, parayı kapitalistin bir cebinden çıkıp diğer cebine koymaktan başka bir şey olmayacağı, bunun da kâr yaratımı anlamına gelmeyeceği açıktır. Bunu biraz açalım.

Buraya Nasıl Gelindi?

Kârın kaynağı ödenmemiş emektir, yani işçiden sökülüp alınan artı-değerdir. Makineler yeni değer üretemez; önceki emeğin (ölü emeğin) yarattığı nihai metalar olarak kendi değerlerini peyderpey yeni metaya aktarırlar sadece. Öte yandan, kâr artı-değer sömürüsü ile yaratılsa da, gerçekleşmesi için üretilen metaların satılabilmesi lazımdır. Üretilen metaların satın alıcısı ise önemli oranda işçi sınıfıdır. Kapitalistlerin kendi metalarının değerini toplumsal değerinin altında üretip diğer kapitalistlerden ekstra kâr emebilmek için giriştikleri teknoloji rekabeti ise canlı emeğin giderek daha fazla üretimden dışlanmasına yol açar. Burada üretimin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel niteliği arasındaki çelişki açığa çıkar: kâr etmek için yoksullaştırılan işçilerin alım gücü bir süre sonra üretilen metaları satın almaya yetmez, yaratılan artı-değerler ve beraberinde kârlar gerçekleştirilemez olur. Başta hızlıca yükselen kârlar, teknolojinin yaygınlaşması ile tekrar düşüşe geçer ve aşırı-üretim krizine girilmiş olur.

Uluslararası tekeller, 1970’lerde azalan kâr oranları ile birlikte yaşadıkları aşırı-birikim krizini 1) Üretim sürecini parçalayıp tüm dünyaya yaymak suretiyle emek ve sabit sermaye maliyetlerini azaltıp, kârın gerçekleşme hızını arttırarak, 2) Özelleştirmeler ve şirket-devlet modelleri ile ulus-devletleri parçalayıp kendilerine yeni pazarlar açarak aşmaya çalıştılar. Ancak bu model kârların azalışını durduramadığı gibi, bu düşüşü kâr kütlesini arttırarak telafi etme çabaları da sıkışmayı engelleyemedi. Üretimden gelen kâr kütlesi kâr oranlarının düşüklüğü sebebiyle yeni üretim yatırımlarına sevk edilemeyince bu kütlenin giderek daha büyük bir kısmı spekülatif sermaye pazarına, yani üretilmiş değerin yeniden paylaşımına ve henüz üretilmemiş olanın bugünden parsellenmesine dayalı mali piyasalara akmaya başladı. Sabit sermaye yatırımları ve üretkenlik düştü ancak borsa, faiz, arbitraj ve opsiyon pazarları çoştu.

Spekülatif sermaye pazarına olan bu yönelim aşırı-birikim krizini bir süre erteleyebilse de, gelecekteki artı-değeri üretmenin fiziksel imkanlarının git gide daralması, vadelerin yaklaşmasıyla birlikte spekülatif sermaye piyasalarını doğal sınırına yaklaştırdı. Reel üretimi büyütme gerekliliğinden kaçamayan uluslararası tekeller, üretimi bir kez daha devrimcileştirmeyi ve içinde bulundukları aşırı-birikim krizini robotlu üretim ve yapay zeka teknolojisi marifetiyle aşmayı, böylece emek maliyetlerini radikal bir şekilde düşürüp, kârın gerçekleşme hızı artırabilmeyi tartışmaya başladılar.

Robotlu Üretimin Pazar Sorunu ve Sosyal Devletin Yağmalanması

Robotlu üretim de tıpkı önceki teknoloji atılımları gibi kâr oranlarını arttırma çabasının bir ürünüdür ve bir süre için ekstra kâr olanağı yaratsa bile, yine aynı çelişki dolayısıyla kâr oranlarının düşmesine yol açacaktır.[iii] Ancak bu, uluslararası tekeller arasında tüm tarafların yıkımıyla sonuçlanacak kadar kör ve açık bir rekabet yoluyla olacak diye de bir kaide yoktur. Sermaye, rekabet üzerine kurulmasına rağmen ortak çıkarlarının da farkında olan bir sınıf olarak devreselliği aşıp, organik niteliğe bürünen krizler karşısında kolektif hareket etmeyi de bilmiştir. Nitekim Bolşevik Devrimi’ne karşı bir önlem olarak emperyalizmin Tekelci Devlet Kapitalizmi evresine geçişi ve iç pazar oluşumunda devleti bir araç olarak kullanmaya gidişi de böyle bir işbirliği halidir.

Benzer şekilde, uluslararası tekeller eğer şimdi de üretimi devrimcileştirme yoluyla birbirlerinden ekstra kâr emme peşine düşeceklerse, önlerinde ortak bir sorun olacaktır: Ekstra kâr rekabetinin yaşanabilmesi için dahi, yaratılacak kârların “gerçekleştirilmesi” gerekecektir ancak bunun önünde işsizlikle açığa çıkan alım gücü daralması gibi bir engel vardır. İşte, temel yurttaşlık geliri projesi, kârın gerçekleştirilmesini sağlayacak olan alım gücünü yaratma projesidir. Peki, bu alım gücü eskiden olduğu gibi kapitalistin ücret fonu ile yaratılamayacaksa nasıl yaratılacak ve bunu kim ödeyecektir?

İşçi sınıfına sağlanan fon sadece net ücretlerden oluşmaz. İşçiler brüt ücretten ve kapitalist kârdan kesilen primler ve vergilerden de devlet dolayımıyla yararlanmaktadırlar. İşçinin ödenmemiş geliri sayılan kıdem tazminatı, sosyal devlet harcamaları olarak sunulan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, iskân, ulaşım hizmetleri ve doğrudan sosyal yardımlar da kapitalistin işçi sınıfına ayırdığı dolaylı fonlara dahildir. Yapısı gereği bu fonlar, ücretlerden daha az esnektirler. Ücretler dönemsel olarak düşürülüp yükseltilebilir ancak kıdem tazminatının azaltılması, sağlık harcamalarının azaltılması çok daha kapsamlı bir siyasi süreci gerektirir.

Temel yurttaşlık gelirinin temel kaynağı, işte bu fonlar olacaktır. Dolayısıyla temel yurttaşlık geliri projesinin kapitalist için nihai amacı da, talebi oluşturan ücretler toplamında robotlu üretimle birlikte yaşanacak azalışı telafi etmek (ve daha fazlasına el koymak) için bu fonları kullanmak, yani bu fonları kârın gerçekleşme zeminini olarak kullanmak olabilir. Yani işsiz kalan işçilerin artık bir ücreti olmayacak ancak devlet tarafından sağlanan sosyal fonların sonlandırılmasıyla veya radikal şekilde azaltılmasıyla açığa çıkacak maddi değerin bir kısmı parasal değer olarak işçiye temel yurttaşlık geliri biçiminde ödenecek. İşçi de bu geliri robotlu üretimden çıkan ürünleri almak için kullanacak. Böylece kapitalist hem ücret “yükünden” kurtulmuş olacak, hem de sosyal fonları ücret gibi kullanarak kendine pazar yaratacak. Tabii bu fonları besleyen kamu birikiminin ve bu birikimi besleyen işçi vergilerinin işsizliğin mutlaklaşmasıyla birlikte kuruyacağı noktaya kadar.[iv]

Bu matematiği, söz konusu projenin ideolojik işçiliğini yapanlardan açık bir şekilde duymaktayız. Amerikalı sağcı siyaset bilimci Charles Murray’e göre ABD için temel yurttaşlık geliri uygulaması tarımsal teşviklerden ve şirketlere yönelik istihdam yardımlarından yapılacak kesintilerin yanında sosyal güvenlik, Medicare, Medicaid[v], gıda karneleri, ek ödenekler, konut teşvikleri, boşanmış kadınlara yapılan yardımlar ve her türden refah odaklı sosyal hizmet programından vazgeçilerek finanse edilecektir. 2014 itibariyle bu projenin maliyeti ABD’deki sosyal-devlet sisteminin maliyetinden 200 milyar dolar daha ucuzdur. Üstelik 2020’de bu rakam 1 trilyon dolara kadar yükselecektir.[vi] Söz konusu proje üzerine araştırmalar yapan Adam Smith Enstitüsü’nden Sam Bowman da temel yurttaşlık gelirinin mevcut yoksulluk karşıtı politikalarının yerini alacağını söylemekte, böylece “devlet baba”nın daha az paternalist olacağının müjdesini (!) bizlere vermektedir.[vii]

1970’ler itibariyle başlayan ve Doğu Avrupa ile SSCB’de revizyonist blokun çöküşüyle birlikte hız kazanan sosyal devletin tasfiyesi süreci, her türden kamu hizmetlerini ve sosyal güvenceyi metalaştırmaya zaten başlamıştı. Temel yurttaşlık geliri uygulamasıyla bu hizmetlerin metalaşma süreci tam anlamıyla tamamlanmış olacak. Bunun anlamı, robotlu üretimle üretilen metaların satın alınabilmesi için kitlelerin eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, vb. harcamalardan feragat etmeleri gerekeceğidir. Yani çalışmaktan men edilme karşılığında verilecek temel yurttaşlık gelirinin bedeli insanın sosyal hakları olacaktır. Bu da toplamda bir “telafi” değil, yoksullaşmadır. Üstelik göreli değil, mutlak bir yoksullaşma…

Peki, vergiler, özellikle de robot vergisi bu tartışmanın neresinde duruyor? Gates ve Musk gibi kapitalistlerin tutkulu çağrıları devam ederken, AB Parlamentosu, birlik çapında robot vergisi uygulanmasına yönelik olarak, 2017 Şubat başında getirilen bir tasarıyı reddetti. AB sermayesinin robotlu üretim yatırımlarının 2015 itibariyle henüz 46 milyar dolar civarında olduğunu düşünürsek[viii], AB ve ABD emperyalizmleri arasındaki bu tutum farkının, şimdilik aradaki rekabette üstünlük sağlama çabasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Robotlu üretim yaygınlaştıkça bu vergi tekrar gündeme gelecek mi, göreceğiz. Robot vergisi fikri sadece burjuvaziden gelmiyor elbette. Yakın zamanda İngiliz İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn de “Son derece gelişmiş teknolojileri kullanarak inanılmaz paralar kazanan aç gözlü şirketlerin kârlarından pay almak hakkımız” diyerek robot vergisi getireceklerini söyledi.[ix]

Robot vergisinin yine de bir politik program olup olamayacağı tartışmasını sonraya erteleyerek şunu söyleyelim: Sorunun (Teknoloji ile gelen işsizlik) veya söz konusu çözümün (temel yurttaşlık geliri) bu vergi veya bu verginin oranı ile doğrudan hiçbir ilgisi yok. Zira sermaye kesiminin ödeyeceği verginin boyutu ne olursa olsun, ilkesel olarak işçi sınıfının vazgeçmek zorunda bırakılacağı sosyal fonlar toplamından çok daha az olmak zorundadır. Aksi, sermaye yaratılan kârı kendi cebinden karşılaması anlamına gelir ki, bunun sermayenin hareket prensibine aykırı olduğu açıktır. Yani temel yurttaşlık gelirinin kaynağının robot vergisi olması mantıksal olarak imkansızdır.

Özetle, temel yurttaşlık geliri projesine dair meselenin Marksist analizi, önümüze konan “Teknoloji ile gelen işsizlik ile nasıl mücadele edilecek?” sorusunu reddedip, sorunun işsizlik değil, azalan kârlar olduğunu ortaya koymayı, robotların mülkiyeti sorununu gündeme taşımayı ve cevap olarak telafi bazlı projelere değil, mutlak yoksullaşmaya işaret etmeyi gerektiriyor. Peki, bu projenin solda bunca heyecan uyandırmasının sebebi ne olabilir?

Komünizmin Şafak Işığı mı Yoksa Kamyon Farı mı?

Solda temel yurttaşlık geliri tartışmalarının tarihinin, robotlu üretime geçişin yaratacağı işsizliğe bir çözüm arama girişimlerinden önceye dayandığını söylemek gerekiyor. Bazı düşünürler bu fikrin tarihini Charles Fourier ve John Struart Mill’e kadar götürürken, bazıları da günümüzdeki anlamına kavuşmasının 1970’lerde sol liberallerin ve yeşillerin tartışmalarıyla başladığını söylüyor.[x] Bugün ise resmi anlamda partilerin siyasi programlara girmeye aday olacak kadar yoğun bir tartışma birikimi sağlanmış durumda denilebilir. Örneğin Fransa’da Sosyalist Parti’nin başkan adayı Benoît Hamon ve ekibi temel yurttaşlık gelirinin kapsamı ve tutarı hakkında kamuoyuna demeçler veriyor ve bunun propagandası ile parti içinde ve dışında taraftar toplamaya çalışıyor. Peki, solun temel tezleri neler?

Uygulamayı savunanlardan biri olan ve Rojava Devrimi’ni dünyaya tanıtan ünlü anarşist antropolog David Graeber’e bakalım. Graeber konuyla ilgili bir röportajında yurttaşların neyi ihtiyacı olduğunu tepeden belirleyen bürokrasiye karşı olduğunu belirtip, onun yerinde koşulsuz ve eşit miktarda sağlanacak bir temel yurttaşlık gelirini olumlu buluyor. Buna göre, insanlar artık temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek duruma gelebileceklerinden dolayı hayatta kendileri için gerçekten neyin önemli olduğuna çok daha sağlıklı bir biçimde karar verecekler. Graeber ayrıca eşit miktarda paraya, yani “eşit oy hakkına” sahip insanların birbiriyle mübadeleye girdiği bir “pazarın” da insanların isteklerini doğru bir şekilde yansıtan adil ve demokratik bir pazar olacağını söylüyor ve böyle bir gelir sağlandığı takdirde tüm sosyal-devlet programlarının tırpanlanmasının bir sorun olmadığını (hatta arzu edilen bir şey olduğunu) açıkça belirtiyor.[xi]

Kendini bir sosyalist olarak tarif eden Kanadalı düşünür Erik Olin Wright da temel yurttaşlık gelirinin işçi sınıfı için önemli bir mevzi şansı olarak görüyor. Kapitalizmin iki koşulunun proletaryanın yaşamak için emeği dışında satacak hiçbir şeyi olmaması ve üretim araçlarının tek elde toplanması olduğunu hatırlatan Wright, istihdamdan bağımsız ve koşulsuz olarak verilecek bir temel yurttaşlık gelirinin işçiyi üretim araçlarıyla olmasa bile, “en azından” yaşam araçlarıyla yeniden buluşturabileceğini, böylece işçilerin kapitaliste artık muhtaç olmayacaklarını, hatta henüz robotlaşmamış iş alanlarında kapitaliste karşı pazarlık gücü kazanacaklarını söylüyor. Wright’a göre, artık kapitalist üretim tarzı altında çalışmak zorunda olmayan işçiler mevcut gelir ve ek iş yaparak elde edecekleri kaynakları işçi kooperatifleri vasıtasıyla kapitalizm-sonrasının toplumsal ve ekonomik ilişkilerini inşa etmek için kullanabilecekler.[xii]

Graeber ve Wright şüphesiz temel yurttaşlık gelirini savunan yegane kişiler değil, şüphesiz. Ancak ayrı ayrı odaklandıkları noktaların, temel yurttaşlık geliri projesine olumlu bakan bir çok sosyalistin temel tezlerini kapsadığı söylenebilir.

Teorik düzlemdeki onca çürütmeye ve hayatın onca sınamasına rağmen anarşizmin ve revizyonizmin tezlerinin 150 yıl boyunca neredeyse hiçbir şekilde değişmemesi, tarihten, somut durumdan ve stratejiden boşanmış, soyut bir ekonomik demokrasi ve otonomi fikrine olan takıntının böylesi noktalara varabiliyor olması, şaşırtıcı gerçekten.

İki yazarın da ortak hatası temel yurttaşlık gelirini sınıf savaşından bağımsız bir biçimde, izole bir fikir olarak algılayıp, ezilenlere ne katacağını tartışmak. Analitik bir avantajlar-dezavantajlar tablosu üzerinden kurulan tezler ne bu temel yurttaşlık geliri projesinin amacını, ne çapını ne de bunu kimin nasıl belirleyeceğini sorguluyor. Böyle olunca ortaya tarihsel materyalist bir analiz değil, idealizm çıkıyor.

Graeber’in tezinin temel hatası, işçi sınıfının asıl sorununu “kapitalizmi koruyup, yeniden üreten devlet” olarak değil, “bürokratik bir yapı olan devlet” olarak tespit etmesi. Oysa günümüzdeki somut sorun kitlelerin neye ihtiyacı olduğunu yukarıdan vazeden devlet bürokrasisi değil, sosyal fonların, kurumların ve alanların devlet idarecileri ve sermaye tarafından giderek daha fazla talan edilmesi ve temel yurttaşlık gelirinin tam da bu amaçla propaganda edilmesi. Bu 1970’lerde ulus-devletlerin ve sosyal devletin çözülmesinden beri böyle. Eğer Graeber, kapitalist birikimin merkezileşmesine rağmen, yıkılacağını umduğu devlet bürokrasisinden ezilenlere düşen temel yurttaşlık gelirinde devrimci bir öz görüyorsa, öncelikle sormak gerekiyor: işçi sınıfı git gide daha daralan payı demokratik bölüşerek sermayeye karşı nasıl özgürleşecek? Hadi, devlet ve sermaye dışı alanla yetindiğimizi fark edelim. İnsanlara eşit koşullar sağlamak ve onları serbest bir pazara bırakmak, içinde bulundukları üretim ilişkilerini devrimcileştirmeye yeter mi gerçekten? Pazar var oldukça meta, meta var oldukça da değişim değerinin var olacağını, değişim değeri var oldukça mübadeleye girenler arasında sayısız parametre üzerinden üretkenlik farkı gelişeceğini, taraflar başlangıçta ne kadar eşit olurlarsa olsunlar, bu farkın zorunlu olarak zengin-yoksul ayrımını, kapitalist üretim tarzını ve nihayetinde tekrar devleti yaratacağını anlatmak için Engels’in Anti-Dühring‘inden Marx’ın Felsefenin Sefaleti‘nden bu yana daha kaç kişinin bunu tekrar tekrar ortaya koyması gerekiyor?

Sosyalist yazar Wright’ın kapitalizmin koşulları üzerinden yaptığı savunu ise hareket halindeki çelişkiyi analitik bir bakışla dondurmaktan başka bir şey değil. İşçilerin yaşamaları için işgüçlerinden başka satacakları bir şey olmayan yığınlar haline gelmesiyle üretim araçlarının tek elde toplanması süreci aynı hakikatin sadece iki farklı yönü ise, ikincisini değiştirmeden birincisinin değişebileceğini savunmak en hafif tabirle saçmadır. Bunun anlamı şudur: Üretim araçları burjuvazinin elinde merkezileşmeye devam ettiği müddetçe proletaryanın koşulları daha iyiye gidemez. Bu açıdan bakıldığında, öncelikle burjuvazinin iktidarı altında temel yurttaşlık gelirine dayalı bir reformun işçi sınıfının koşullarını iyileştireceğini düşünmek tarihin ve sermayenin nasıl hareket ettiğinden bihaber olmak anlamına gelir. Ayrıca Wright’ın sandığı gibi, temel yurttaşlık gelirinin üstünde kazanmak isteyen işçilerin henüz robotlu üretim yapmayan kapitalistler karşısında sanıldığı gibi herhangi bir “pazarlık şansı” da olamaz. Zira bu durumda kapitalistin yeni ücret sınırı çalışanı bir ay boyunca ayakta tutmaya yarayacak bir tutardan çok daha azı olacaktır. Yani temel yurttaşlık geliri yaşamsal ihtiyaçları bugünün toplam emek fonu (ücret + sosyal fonlar) kadar karşılamayacaksa, yeni çalışma ücreti ancak temel yurttaşlık gelirini bugünkü emek fonuna tamamlayacak cüzi bir tutara kadar düşecektir. Bu tutarın “kapitalizm-sonrasının toplumsal ve ekonomik ilişkilerini inşa etmede” kilit rol oynayacağını sanmak ise saflık olur.

Karanlıkta yaklaşan kapitalizmin kamyonunun farını komünizmin şafak ışığı zannedenlerin ortak sorunu; mülkiyet ve üretim ilişkilerine dokunmadan, zenginliğin yeniden dağıtımına dayalı politikalarla mevcut sorunların üstesinden gelebileceklerini sanmalarıdır. Oysa Marks, bu çabanın beyhudeliğini de Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde gayet açık bir şekilde ifade etmişti.

Kaba sosyalizm (ve onun aracılığıyla demokrasinin bir kesimi), burjuva iktisatçılardan, dağıtımı üretim biçiminden bağımsız bir şey sayma ve bu yüzden de sosyalizmin, özünde dağıtım çevresinde dönüp dolaştığını hayal etme adetini almıştır. Tüketim araçlarının dağıtımı, bizzat üretim koşullarının dağıtımının bir sonucundan başka bir şey değildir (…) Eğer üretimin unsurları bu şekilde dağıtılırsa, karşımıza tüketim araçlarının bugünkü dağıtımı kendiliğinden çıkar.[xiii]

O halde Graeber’in de, Wright’ın da cevaplaması gereken soru şu: temel yurttaşlık geliri hangi üretim tarzında, hangi sınıfın iktidarı altında savunuluyor?

Devrimin İnkârı ya da Dar Alan Solculuğu

Temel yurttaşlık gelirinin altında yatan temel düşünce; herkesin temel yaşamsal ihtiyaçlarının çalışmadan bağımsız bir biçimde ve koşulsuzca karşılanacağı, özgür bir dünya fikridir ve bu fikir özünde devrimcidir. Devrimci olmayan şey ise bunun herhangi bir siyasi ve toplumsal devrim yaşanmadan, demokratik reformlar yoluyla sağlanabileceğine veya bu reformların devrim mücadelesine hizmet edebileceğine dair naif beklentidir. Bu da, ne kadar yeni cümle kurarsak kuralım, özünde revizyonizmin ve reformizmin varoluşsal hatasından başka bir şey değildir.

Revizyonizmin “Kapitalizmden Komünizme Kestirme Yol” (Capitalist Road to Communism) düşüncesi, devleti ortadan kaldırmak ve komünizme ulaşmak için bir zorunluluk olan proletarya diktatörlüğü uğrağının ve/veya bu uğrağın gerektirdiği zora dayalı devrimin inkârına dayanır. Bu inkâr da kendini kimi zaman devleti yıkmayı var olan devleti “yok saymakla” eşitlemekle, kimi zaman iktidarı çözmek adı altında demokratik merkeziyetçi parti fikrini örgütsüz bir yataylığa yedirmekle, kimi zaman da liberal bir şiddet karşıtlığı üzerinden gelişen ve burjuva devlet şiddetinin onaylanmasına dayanan pasifizm ile gösterir. Oysa kapitalizmi faşist-burjuva devleti ile, askeri-polisi ile, hukuk sistemi ve medyası ile yıkılması gereken fiziksel bir güç olarak algılamayan ya da bu yıkımı yönetecek savaş örgütünün hazırlığını yapmayı “iktidarı çözmek” adına reddedenlerin varacağı yer, ezilenlerin gittikçe daha fazla daraltılan alanını demokratikleştirmeye ya da en iyi ihtimalle bu alanı burjuva demokrasisi çerçevesinde genişletmeye odaklanmak olacaktır.

Bugün devrim hedefini koruyup da burjuva reformlardan işçi sınıfına kazanım çıkacağını sananlar ise bilmelidir ki, burjuvazi devrimci niteliğini yitireli uzun zaman olmuştur. Pazar ilişkilerinin gelişme sürecinin işçi sınıfı için faydalı yan ürünleri olan demokrasi ve politik özgürlükler ve soğuk savaşın işçi yanlısı sosyal devleti artık sermayeye bir ayak bağıdır. Burjuva demokratik düzlem içinde işçi sınıfına kazanım sağlayacak bir reformun gerçekleşmesi bugün mümkün değildir. Yani ne robot vergisi, ne de temel yurttaşlık geliri işçi sınıfına kazanım sağlayacak bir politik programın maddeleri olamaz. İktidar burjuvazideyken sınırını ve hareket biçimini sermayenin belirleyeceği bu projeler “kapitalizm-sonrasının toplumsal ve ekonomik ilişkilerini” değil, en fazla artan bir yoksulluğu örgütlemeye amacı güdebilir, ki bunun da sonu ezilenler arası gerici iç savaşlara varır. Bunu anlamak için teoriye de ihtiyaç yoktur. Tüm ülkelerde işçi sınıfının azalan ücret ve sosyal devlet fonları karşısında şovenizme faşizme, yabancı düşmanlığına nasıl da kolay yönlendirildiğini, ucuz işgücü için anti-demokratik yönetimlerin nasıl desteklendiğini görmek için ihtiyaç olan şey bir çift gözdür.

Giderek daralan daireyi esnetme, esnemiyorsa da eşit parçalara bölme uğraşında ısrar edip, bu ısrarda devrimci bir rüya görenler, aslında tarihsel materyalizmin “Bütün bir insanlık tarihinin ilk öncülü, hiç kuşkusuz, canlı insan bireylerinin varlığıdır. Dolayısıyla, saptanması gereken ilk olgu, bu bireylerin fiziksel yapısı ve bu yapı sonucunda doğanın geri kalanıyla kurdukları ilişkilerdir”[xiv] diyen temel tezi reddetmekte, insanlar arası ilişkileri tükenen fiziksel koşulların değil, düşüncelerin belirleyeceğini söyleyen bir tür idealizme saplanmaktadırlar. Tabii, öte yandan, SSCB deneyimi üzerinden kıtlık ekonomisini ve savaş komünizmi eleştirilerini ağzından düşürmeyenlerin halihazırda burjuvazinin yarattığı yapay kıtlığı demokratikleştirme çalışmaları da tarihin bir ironisi olsa gerektir.

Kapitalizmin emperyalist küreselleşme evresinde sermaye sınıfı robotlu üretim ile üretimi bir kez daha beyhude bir şekilde devrimcileştirmeye ve bu yolla azalan kârların önüne geçmeye çalışmaları karşısında komünistlere düşen şey, bu geçişin sancılarını hafifletecek beyhude yeniden-dağıtım projelerine demokratik bir içerik kazandırmak için debelenmek değil, bir yandan sermaye sınıfının devrimci niteliğini kaybettiğini, kitlelerin sefaleti üzerinden üretici güçleri geliştirmenin matematiksel olarak mümkün olmayacağını ve bunun ancak ve ancak üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ve sosyalist planlı bir üretimle mümkün olacağını propaganda etmek, diğer yandan da zor yoluyla gerçekleştirilecek bu devrime önderlik edecek komünist partisini tüm araç ve biçimleriyle örgütlemek olmalıdır. İşçi sınıfının kazanımları sorunu bugün her zamankinden daha fazla “iktidarın kimde olduğu” sorunudur. Sınıfa ve öncülerine düşen, iktidar bilinci taşımayan analiz, program ve eylemlerden fayda çıkarmak olamaz.

NOTLAR

[i] “Evrensel Temel Gelir”, “Temel Gelir”, “Vatandaşlık Maaşı” vb. isimlerle de anılan uygulama için ücret+sosyal haklar ilişkisinin yerini alması planlandığından ve tüm yurttaşlara verilmesi planlandığından dolayı “Temel yurttaşlık geliri” kavramını kullanmayı daha uygun buldum.

[ii] Catherine Clifford, “Elon Musk: Robots will take your jobs, government will have to pay your wage”, CNBC Web Sitesi, https://www.cnbc.com/2016/11/04/elon-musk-robots-will-take-your-jobs-government-will-have-to-pay-your-wage.html; Kevin J. Delaney, “The robot that takes your job should pay taxes, says Bill Gates”, qz Web Sitesi https://qz.com/911968/bill-gates-the-robot-that-takes-your-job-should-pay-taxes/

[iii] Mevcut aşırı-birikim krizinin robotlu üretimle aşılmaya çalışılması bu çelişkinin son momentidir. Tüm üretimin robotlar tarafından yapıldığı, dünyadaki hiçbir meta üretiminde hiçbir işçinin çalışmadığı bir dünya kapitalizmin matematiksel sınırına gelip dayandığı bir dünyadır. Değerin tek kaynağı olan canlı emeğin içerilmediği bu dünyada ekonomik bir değerin yaratılması da tanım gereği tanım gereği mümkün değildir.

[iv] Peki, sosyal-devlet fonlarını besleyen şey temelde işçi sınıfının vergileri ise ve tespit ettiğimiz üzere işsizlikle birlikte bu kaynak da kuruyacaksa, gelecekte kapitalistlere gasp edecek ne kalacak? Bu gerçek bir soru. Belki de hiçbir şey kalmayacak ve bu kriz kapitalizmin varoluşsal, yani son krizi olacak. Ancak bu tartışma bu yazının sınırları dışında. Yine de, kapitalist sınıfın sınıf bilincinin evrensel bir bilinç olmadığını, bu sebeple çelişkisine proletaryanın yolu dışında bir çözüm bulmasının mümkün olamayacağını belirtmekle yetinelim.

[v] ABD’deki sağlık ve ilaç yardımı programları

[vi] Aktaran: Tim Worstall, “Of Course We Can Afford A Universal Basic Income: Do We Want One Though?”, Forbes Web Sitesi, https://www.forbes.com/sites/timworstall/2016/06/04/of-course-we-can-afford-a-universal-basic-income-do-we-want-one-though/#b7b4765323c9

[vii] Bkz. Sam Bowman, “The Ideal Welfare System Is a Basic Income”, Adam Smith Enstitüsü Web Sitesi, https://www.adamsmith.org/blog/welfare-pensions/the-ideal-welfare-system-is-a-basic-income

[viii] Bkz. Georgina Prodhan, “European parliament calls for robot law, rejects robot tax”, Reuters Web Sitesi

[ix] Bkz. BBC, “Telegraph: Jeremy Corbyn robot vergisi getirmek istiyor”, BBC Web Sitesi, http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-41410095

[x] Bkz. Philippe Van Parijs , “A Basic Income for All”, Boston Review Web Sitesi, http://bostonreview.net/archives/BR25.5/vanparijs.html; BIEN, “History of Thought”, Basic Income Network Web Sitesi, www.bien.org

[xi] Bkz. David Graeber, “Why America’s favorite anarchist thinks most American workers are slaves”, PBS Web Sitesi, http://www.pbs.org/newshour/making-sense/why-americas-favorite-anarchist-thinks-most-american-workers-are-slaves/

[xii] Erik Olin Wright, How to Think About (And Win) Socialism?”, Jacobin Mag Web Sitesi, https://www.jacobinmag.com/2016/04/erik-olin-wright-real-utopias-capitalism-socialism/

[xiii] Karl Marks, Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi, Sol Yayınları

[xiv] Karl Marks, Frederich Engels, Alman İdeolojisi, sf. 30, Evrensel Basım – Yayın, 2013

 

Bu yazı http://www.abstraktdergi.net internet sitesinden alınmıştır. 

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER