Salı, Nisan 23, 2024

Okan Bayülgen ve Richard

Richard, her ne kadar Shakespeare’in III. Richard yapıtını merkezine alıyor görünse de, bu oyun Shakespeare’in kurmaca III. Richard’ı ya da tarihteki gerçek III. Richard üzerine bir oyun değil. Bu oyun günümüzden bir insanın, belli bir döneminin anlatısı

Işıl Kasapoğlu küratörlüğünde, 25 Ekim – 26 Kasım tarihleri arasında düzenlenen 26. İKSV Tiyatro Festivali için Okan Bayülgen’in yazdığı, yönettiği ve baş rolünü üstlenerek sahneye koyduğu Richard, çok katmanlı felsefi metni, nitelikli oyuncuları, avangart dekorları, güçlü kostümleri, cazibe yaratan ışık oyunları, sıra dışı sahne şovları ve aralarında bizzat Okan Bayülgen’in de canlı orkestra eşliğinde seslendirdiği şarkılarıyla zamanımızı aşmaya göz kırpan bir yapım. Dev bir tiyatro makinasının çarkları oyun başlar başlamaz dönmeye başlıyor ve finale değin hiç sendelemeyen bir döngü gündelik yaşamlarımızın üzerinden geçiyor. Richard, izleyicilerine gerçek dünyanın yerine kendi dünyasını kabul ettirerek, sahneyi gerçeğe egemen kılıyor.

Richard, her ne kadar Shakespeare’in III. Richard yapıtını merkezine alıyor görünse de, bu oyun Shakespeare’in kurmaca III. Richard’ı ya da tarihteki gerçek III. Richard üzerine bir oyun değil. Bu oyun günümüzden bir insanın, belli bir döneminin anlatısı: Kendisine Richard Hell diyen bir muğlak kimliğin, III. Richard oynamak için kolları sıvamış bir minik Londra tiyatrosunda, kendisini insanlığın geri kalanından üstün bir kimlik olarak inşa etmeye çalışan bir karakterin neler yaptığını bir polis soruşturması aracılığıyla söken bir metin.

Richard’lar (Richard Hell ve III. Richard) arası bir ilişki olarak inşa edilen metinde, gerilim ve gizem aynı anda açığa çıkıyor. Minik Londra tiyatrosu oyuncularının sahneye koymak için sürekli prova ettikleri III. Richard oyunu zamansal olarak sürekli ileriye doğru akarken polis tarafından bir seri katil olmakla itham edilen Richard Hell’in tiyatroyu nasıl ele geçirdiği geçmişe doğru gidilerek çözülüyor. Böylece izleyiciler III. Richard’ı takip ederken, geleceğin belirsizliklerine atılıp gerilirken, Richard Hell’i takip ettiklerinde geçmişin gizemlerine atılıp merakla doluyorlar.

Oyun izleyici için altın tepside sunulmuş bir basitlikte değil. Zamanların birisinin ileriye, birisinin geriye doğru akması, Richard oyununu oynayan oyuncuların, oyunun içinde başka bir oyunu (III. Richard) da oynuyor olmaları, hangi karakterin ne zaman Richard’ın, ne zaman III. Richard’ın metinlerini canlandırdıklarını kavramak izleyiciden aktif bir katılım istiyor. Yine oyun içerisinde bazı oyuncuların provalar sırasında rol değiştirmeleri izleyicinin oyunu zinde bir zihinle takibini gerekli kılıyor. Fakat bu takip mekanizması bir kez kurulunca, izleyici bu dinamik, değişken, aynı anda tüm ölçütleri farklı yerlerden yükselip alçalan oyunun içsel zekasına organik bir şekilde dahil oluyorlar ve ortaya tipikliğe sıkışmışlığı aşan, çok katmanlı, çok sesli, çok olasılıklı, yaşam gibi grift bir organizma çıkıyor. Ve izleyici oyun karşısında dışlanmış bir izleyici değil, oyunu bizzat anlamlandıran bir oyun parçası, temel özne olarak kendisinin de bir üst versiyonuna yükseliyor.

Richard, kendisini tarihi ve coğrafi kısıtlardan, kitaplar aracılığıyla azade eder. Sürekli olarak okumakta, okudukları entelektüel bir arka planı olmadığından sistemli değil bölük pörçük ilerlemektedir

Kendisini tümüyle temize çekmek, kimliğini sıfırdan kurmak isteyen bir göçmen (Richard Hell), kaçak olarak Londra’ya gelmesinin ardından pasaportunu yırtarak kişisel kökenleriyle, öz-deneyimleriyle, daha önce parçası olduğu toplumun kabulleriyle arasına dev bir mesafe koymak niyetindedir. Richard (ki bu da ailesinin ona verdiği isim değildir, Londra’da kendisini temize çekerken kendine atfettiği addır), bedeniyle tecrübe ettiği, içinde büyüdüğü, kendisini bir parçası olarak yontan toplumunu yok sayarak, nihilist bir tavırla kendisini kendisi yapan her türlü kimliksel, bilişsel, toplumsal, ekonomik, ahlaki, sanatsal, deneyimsel, biyografik bileşenleri imha etmiştir. Dünyaya gelmiş ve onu yaşamakta olan her birimiz gibi, bir dünya yolcusu olarak hayatta başından geçmesi olası trilyonlarca olasılık arasında, tarihsel, coğrafi, kültürel, genetik ve sınıfsal olarak keskin sınırlamalar bileşkesinde oluşan rastlantısal kimliğini reddederek, tüm bu bileşenlerin dışına çıkarak, birbirine denk gelmeyen tarihsel dönemlerin, coğrafi bölgelerin, kültürel havuzların, genetik özelliklerin ve ekonomik sınıfların bambaşka bir bileşkesini alarak yeni bir benlik/kimlik inşa etmeye odaklanmıştır.

Madem ki o bir üst-insandır, insanlığın daha önce kendisini göstermemiş olduğu özgür bir yüzüdür, tek bir kişinin bedensel kısıtlarından kurtulmuş ve kendisini tarihte temize çekmeyi başararak, kimliğini en baştan kısacık bir sürede kendi kendisine oluşturmuştur, o halde her şeye yön vermesi gereken de bu yeni türdür.

Richard, kendisini tarihi ve coğrafi kısıtlardan, kitaplar aracılığıyla azade eder. Sürekli olarak okumakta, okudukları entelektüel bir arka planı olmadığından sistemli değil bölük pörçük ilerlemekte ve bu yüzden söz gelimi bir yandan Don Quijote okurken, bir yandan Arthur C. Clarke kitaplarını elinden geçirmekte, bir taraftan Baudrillard incelerken diğer taraftan Shakespeare’e bakmakta, Lacan’ın psikanaliz kuramlarına ilişkin sayfalar karıştırırken, Aquinalı Thomas’ı takip etmekte, Chuck Palahniuk severken, Deleuze araştırmaktadır. Her biri farklı ülkelerden, farklı tarihlerden, farklı paradigmalardan kısacası bambaşka deneyimlerden türeyen bu yazarları çok kısa süre içerisine yutar gibi okurken, kendisini temize çeken “Richard”, kendisine Londra’da inşa etmek istediği yeni benliğini, kendi kişisel yolculuğundan değil, okuduğu bu yazarların deneyimlerinden hareketle kurmaya başlar. Böylece ortaya zamanlar, coğrafyalar, kültürler ve sınıflar arasında hiçbir tutarlılık olmayan bir benlik çıkmaya başlar. 1500’lere ait yaklaşımları, yirmi birinci yüzyılın felsefeleriyle yorumlayan, düş ile düşünce arasındaki ayrımları felsefe ve kurmaca okurken yitirerek alımlayan, bambaşka kimliklerdeki roman kahramanlarının bambaşka parçalarını kendisine monte eden bir insana dönüşür.

Richard, kendi deneyimlerini askıya alıp da, çok kısa sürede sistemsiz şekilde okuma yaparak, kimliğinin her parçasını bambaşka tarihlerden, coğrafyalardan, kültürlerden, ahlaklardan, siyasetlerden ve deneyimlerden oluşturur. Böylece “Richard” köksüz, tutarsız, eklektik, parçalı, süreksiz bir kimlik oluverir. Bu yüzden Richard’ı oyun boyunca bir deliymiş gibi algılarız; kendisiyle, çevresiyle, hayatla ve izleyicileriyle uyumsuzdur. Richard her yerden bir şeyler almakla birlikte, hiçbir şeye benzemez: Richard, yalnızca Richard’a benzemektedir. Dolayısıyla Richard, ona bakan herkes için alışılmadık, bilinmedik, bu yüzden de öngörülemez ve ilk bakışta anl(a)şılamaz birisidir. Richard bir kaostur. Kendi tarihselliği ve deneyimleri yerine başkalarının tarihselliklerini ve deneyimlerini kullanan bir insan-sonrasıdır (posthuman).

Bir göçmen olarak parasız, diplomasız, çevresiz olan Richard, ayak işleri karşılığında kapağı konaklayıp, karnını doyurabileceği minik bir Londra tiyatrosuna atar. Bu tiyatro kumpanyası da o sıralarda (2012) kemikleri bir otoparkta bulunan ünlü İngiltere krallarından III. Richard’ın sevenleri olan Richardiyenler adlı bir gruptan aldığı bir bütçe karşılığında, Shakespeare’in III. Richard oyununu sahneye koyacak ve Shakespeare’in oyun boyunca arı bir kötücül olarak gösterdiği Richard’ı çok daha insani bir şekilde betimleyecektir. En azından tiyatro kumpanyasının yöneticisinin düşüncesi ve anlaşması budur.

Richard Hell, tek bir beden, tek bir zihin içerisinde, dünyanın tüm bedenleri ve tüm zihinleri arasında uçuşarak kendisini inşa etmeye çalışan bir kimlik(siz) olarak, gerçekten de dünyaya yeni bir insan türü armağan edebilecek mi? Yoksa Nietzsche’ler, Raskolnikov’lar, Bazarov’lar gibi delirerek ya da başarısızlığı iliklerine kadar tadarak, bir beden olduğunu anlayarak ve bir hiç olarak ölecek midir?

Richard Hell, bu tiyatroda yatıp kalkarken tüm provalara şahit olmakta, Shakespeare’in III. Richard metnini, okuduğu diğer tüm metinlerden daha fazla okumaktadır. Bu yüzden kendi kimliğini inşa ederken, Shakespeare’in III. Richard betimlemesi, Richard Hell’in kendisini inşa etmek için daha fazla kullandığı bir araç olmaya başlar. Richard Hell giderek Shakespeare’in III. Richard’ına dönüşmektedir. Fakat bugün ile III. Richard dönemi arasında ve III. Richard’ın yaşadığı dönemle, onu oyunlaştıran Shakespeare’in yaşadığı yıllar arasında büyük tarihsel ve dolayısıyla da paradigmasal farklar vardır. Böylece Richard Hell’in dönüştüğü III. Richard, artık bugünün Londra’sında yaşayan fakat tüm varlığını okuduğu bambaşka metinlerden oluşturmuş eklektik bir kimliktir. Richard Hell özgün, kimseye benzemeyen, bambaşka bir kimlik olmuştur. Tarihi, kültürleri, coğrafyaları, sınıfları aşan Richard Hell, bunları aşabildiğine göre, kendisinin de bir üst-insan olduğu kanısındadır.

Madem ki o bir üst-insandır, insanlığın daha önce kendisini göstermemiş olduğu özgür bir yüzüdür, tek bir kişinin bedensel kısıtlarından kurtulmuş ve kendisini tarihte temize çekmeyi başararak, kimliğini en baştan kısacık bir sürede kendi kendisine oluşturmuştur, o halde her şeye yön vermesi gereken de bu yeni türdür. İnsanlığın geleceği olan bu yeni tür, yönetmeye ve ele geçirmeye, iktidarı, gücü kendinde toplamaya bu minik Londra tiyatrosundan başlar.

Başlangıçta herkesin küçümsediği, ayak işlerine bakan Richard Hell, tiyatroda önce herkesi baştan çıkaracak, ardından oyuna sızacak, daha sonra başrole gelecek, sonunda oyunu da yönetecek, tüm tiyatroyu avucunun içine alacaktır. Kimliğini bir insan olarak değil, insan üstü bir yeni varlık olarak, bedeninin maruz kaldığı deneyimlere değil, okuduğu kitaplar aracılığıyla zihninde kuran Richard Hell, bu macerasında bir insan-sonrası (posthuman) gibi bedenini yenebilecek mi, yoksa deliren zihniyle birlikte, kendisini tümüyle bedenine mi terk edecektir?

Richard Hell, tek bir beden, tek bir zihin içerisinde, dünyanın tüm bedenleri ve tüm zihinleri arasında uçuşarak kendisini inşa etmeye çalışan bir kimlik(siz) olarak, gerçekten de dünyaya yeni bir insan türü armağan edebilecek mi? Yoksa Nietzsche’ler, Raskolnikov’lar, Bazarov’lar gibi delirerek ya da başarısızlığı iliklerine kadar tadarak, bir beden olduğunu anlayarak ve bir hiç olarak ölecek midir?

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI