Cuma, Mart 29, 2024

Otoriter rejimde seçim kazanmak için sadece ittifak yetmez

Türkiye 2010’larda otoriterleşme dalgasının en sert şekilde tecrübe edildiği ülkelerden biri oldu. 2008 ekonomik krizi, göçmen krizi, savaşlar ve terör gibi birçok büyük olayda demokratik ülkeler ve uluslararası kurumlar sınıfta kalırken, bunun karşısında otoriter Çin-Rusya ekseni güçlendi. Bu değişim Batılı ülkelerin periferisinde yer alan Türkiye, Macaristan, Polonya gibi ülkelerde sağ popülist iktidarların ve otoriter rejimlerin güçlenmesine zemin hazırladı.

Türkiyede Rekabetçi Otoriter Rejim

Sivil otoriterleşmenin tohumları Ergenekon, Balyoz davaları ve 2010 referandumunun sonucunda bürokrasi ve yargının aşındırılmasıyla atılmıştı. 2013’te Gezi protestolarına verilen sert karşılık otoriterleşmenin yükselmesi ve toplumsal alana sıçraması anlamına geliyordu. Fethullahçıların başrol oynadığı, 17-25 Aralık 2013 operasyonlarıyla başlayan ve 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimiyle sona eren süreç ise AK Parti’nin bürokrasi ve yargıyı tamamen siyasallaştırmasını, devleti partileştirmesini, parti elitleri öncülüğünde ekonomi, sivil toplum ve medyada muhalefete nefes aldırmayan bir hegemonya kurulmasını meşrulaştırdı. Aynı dönemde Çözüm sürecinin sona ermesi, Kobani protestoları ve Güneydoğu’daki çatışmalar güvenlikçi politikaların ve hırslı dış politikanın önünü açtı.

Erdoğan, başarısız darbe girişimi sonrasında ülkeyi iki yıl boyunca OHAL ve KHK’lar ile yönetti. Güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri büyük yara aldı. Ayrıca OHAL şartlarında gerçekleştirilen 2017 referandumuyla birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildi. 2018 seçimleriyle birlikte Türkiye’de vesayetçi demokrasiden rekabetçi otoriterliğe geçiş tescillendi (Esen & Gümüşçü, 2019).

The Economist küresel demokrasi endeksine göre Türkiye otoriterliğe yakın karma rejim kategorisinde bulunurken, 10 üzerinden 4.48 puanla 104. sırada yer alıyor[1]. Yine de Türkiye’de iktidarın %51-53 gibi bıçaksırtı oranlarla seçim kazanabilmesi Türkiye’yi hegemonik olmayan ve demokratikleşmeye açık “rekabetçi otoriter rejim” olarak tanımlamaya zorluyor. Fakat bu rekabetin demokrasi getirip getirmeyeceği hem yapısal şartlara, hem de muhalefetin becerisine bağlı.

Türkiye Muhalefeti Ne Yapmalı?

İktidarın ekonomik ve siyasal krizler yaşaması, uluslararası baskıyla karşılaşması, rant rejiminin ömrünü uzatacak petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynaklardan yoksun olması, ülkenin muhalefeti  ittifaka zorlayan başkanlık sistemiyle yönetilmesi ve ittifakların önünde herhangi bir yasal engel olmaması demokratikleşme ihtimalini artıran yapısal şartlar olarak saymak mümkün. (Donno, 2013). Türkiye’de muhalefet yapısal şartlar açısından oldukça şanslı görünüyor. Ayrıca muhalefetin 2019 yerel seçimlerinde seçim ittifakıyla büyükşehirlerde başarıya ulaşması, Türkiye’nin demokratikleşmesi adına ümitleri yeşertiyor. Fakat seçim ittifakı demokratikleşme için tek başına yeterli değil. İttifak, iktidarın böl-yönet stratejisini engelleyebilse de seçmenin tamamını mobilize edip seçim kazanma adına daha aktif ve yaratıcı hamleler gerekiyor.

Nedir bu aktif ve yaratıcı hamleler? Bunce ve Wolchik (2010), Doğu Avrupa ve eski SSCB ülkelerini inceledikleri çalışmada bu soruyu yanıtlıyor. Çalışmada bu ülkeler seçimli otoriterlikten demokrasiye geçiş konusunda başarılı ve başarısız olarak ikiye ayrılıyor. Seçim ittifakı tek başına başarıyı açıklamıyor. Hatta başarısız ülkelerde muhalefet seçim ittifakı yapmasına rağmen seçimi kaybetmiş. Çalışmada başarılı ve başarısız ülkeleri ayıran aktif ve yaratıcı hamleler; “ortak ve etkili kampanya”, “seçimi katılımı örgütleme”, “seçim kurulları üzerinde demokratik baskı”, “muhalefet, STK ve toplumsal hareketler arasında işbirliği”, “düzenli ve güvenilir kamuoyu araştırmaları”, “seçimden sonra çıkış anketleri” ve “sandık tutanak kontrolü” olarak sıralanıyor.

 

Tablo: Otoriterlikten Demokrasiye Geçişte Seçim Başarısı Kriterleri, Başarılı ve Başarısız Ülkeler (Bunce & Wolchik, 2010)

Peki Türkiye muhalefeti bu hamleleri gerçekleştirebilir mi? “Ortak ve etkili kampanya” konusunda muhalefet partileri en azından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak aday için istekli görünüyor. Parlamento seçimlerinde Millet İttifakı’nın SP ve DP’nin yanısıra DEVA ve GP’yi de kapsaması, muhalefetin D’Hondt sisteminin avantajını kullanmasını sağlayacaktır. Nitekim 2018’de Millet İttifakı bu sayede ülke genelinde 20’den fazla sandalye elde etti.

Türkiye “seçimlere katılımı örgütleme” konusunda yüksek kutuplaşma ve partizanlığın sonucu olarak dünyada öne çıkan ülkelerden biri. Ancak seçime katılım tek başına anlamlı değil. Eş zamanlı olarak katılımı muhalefet tarafında artırmak ve iktidar aleyhine azaltmak temel şart. Diğer bir ifadeyle, muhalefetin muhalif eğilimli kararsız ve partizan olmayan seçmenlerin tamamını sandığa götürmeyi başarıp, muhalefete yakın olmayan kararsız ve partisiz seçmenleri en azından iktidar lehine oy vermemeye ikna etmesi gerekiyor.

Bunun örneği 23 Haziran İBB seçimlerinde yaşanmıştı. Sandık bazlı analizlere göre, 31 Mart’ta Binali Yıldırım’a oy veren en az 100 bin seçmen, 23 Haziran’da mühürü CHP’ye vurmasa da sandığa gitmekten vazgeçmişti. İmamoğlu’nun kutuplaşmadan uzak kampanyası, toplumun daha az politize kesimleri olan kadın ve gençlere yönelik söylem, temas ve vaatlerinin bu değişimde önemli rol oynadığı düşünülüyor[2].

Seçime katılımın görece düşük olduğu büyükşehirlerin çevre ilçeleri, yaşlı nüfusu yüksek ilçeler, Doğu ve Güneydoğu illeri gibi alanlarda, muhalefetin parti örgütlerini ve STK’ları harekete geçirmesi gerekiyor. Oy ve Ötesi gibi işbirliği örnekleri “sandık güvenliği ve sandık tutanak kontrolü” konusunda da muhalefetin tecrübesini ülke geneline yaymasını kolaylaştıracaktır.

“Seçim kurulları üzerinde demokratik baskı” başlığında YSK’nın bağımsızlığının zedelenmesi ve il seçim kurullarına en kıdemli hakim yerine YSK tarafından atama yapılmasının planlanması muhalefetin elini zayıflatıyor[3]. Ancak muhalefetin pes etmeden hem ulusal hem de yerel düzeyde partiler, STK’lar ve vatandaşların koordinasyonunu sağlayarak bu baskıyı devam ettirmesi elzem. Ayrıca bu koordinasyonun sadece seçim güvenliğiyle sınırlı kalmayıp, medya ve sosyal medyaya da yayılması çok büyük önem taşıyor. İlaveten Türkiye’de seçmenin doğru bir şekilde bilgilenmesini sağlayan ve iktidar manipülasyonundan uzak tutan seçim anketlerini gerçekleştirecek araştırma şirketlerinin metodolojik eksiklerine rağmen mevcut olduğunu söylemek mümkün.

Kaynakça

Bunce, V. J., & Wolchik, S. L. (2010). Defeating dictators: Electoral change and stability in competitive authoritarian regimes. World Pol., 62, 43.

Donno, D. (2013). Elections and democratization in authoritarian regimes. American Journal of Political Science, 57(3), 703-716.

Esen, B., & Gümüşçü, Ş. (2019). Killing competitive authoritarianism softly: the 2019 local elections in Turkey. South European Society and Politics, 24(3), 317-342.

 

[1] https://www.economist.com/graphic-detail/2021/02/02/global-democracy-has-a-very-bad-year

[2] https://daktilo1984.com/yazilar/23-haziran-degerlendirmesi-ekonomi-ysk-karari-ve-hamasi-kampanya/

[3] https://www.haberturk.com/yazarlar/muharrem-sarikaya/3008078-en-kidemli-hakim-sarti-kalkacak-mi


Koç Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde doktora araştırmalarına devam eden Nezih Onur Kuru, Kabataş Erkek Lisesi ve Galatasaray Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi bölümünü bitirmiştir. ODTÜ’de Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi yüksek lisans programını tamamlamıştır. Karşılaştırmalı siyaset, seçimler, siyasal partiler, oy verme davranışı ve göçmenlere yönelik tutumlar konularında araştırmalarını sürdürmektedir. Nezih Onur Kuru, Medyascope ve kurucularından olduğu Daktilo1984 platformlarında Türkiye siyasetini ve kamuoyu araştırmalarını yorumlamaktadır. Kuru’nun seçimler, partiler ve Suriyeli sığınmacılarla ilgili değerlendirmeleri aralarında BBC Türkçe, Euronews ve Die Welt’in bulunduğu birçok platformda yayınlanmıştır.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER