Cuma, Mart 29, 2024

Neoliberalizm İran Devleti Hakkında Bize Ne Anlatabilir?

Kayhan Valadbaygı

İran teokratik devleti uzun süredir “istisnai” bir varlık olarak kavramsallaştırılıyor. Bu anlayışa büyük ölçüde katkıda bulunan iki kuram mevcut. 1979 devrimi çoğunlukla klasik toplumsal devrim teorileriyle kavranamayacak olan “istisnai” bir devrim olarak yorumlandığından, bunun temel sonucu olan İslam devleti de kendine özgü ve benzersiz bir varlık olarak görülüyor. Ayrıca rantiye devlet teorisi, devlet ideolojisinin inşasında petrol gelirlerine, devrimci elitlere, kişisel patron ve müşteri ağlarına ve İslami devrimci kurumlara vazgeçilmez bir rol atfederek devrim sonrası İran devletinin istisna olduğu yönündeki açıklamaları teşvik ediyor. Bu kavramsallaştırmalar iki açıdan sorunlu. İlk olarak, yukarıda bahsedilen faktörlere saplanıp devletin analizinde sermaye birikimi ve sınıf oluşumu sorunlarını önemsiz kılıyorlar. İkincisi, metodolojik milliyetçilik sorunu barındırıyorlar çünkü bu faktörler sosyo-politik ulusal alanın ürünleri olarak kabul ediliyor. Globalizations dergisinde yakın zamanda yayınlanan “İran’da Neoliberalizm ve Devlet Oluşumu” adlı makalemde[1], iç ilişkiler felsefesinden yararlanarak bu istisna açıklamalarını eleştiriyorum. Makalemin temel iddiası, İran devletinin küresel neoliberal kapitalizm sürecinin bir parçası olan İran neoliberalleşmesiyle ilişkili olarak kavramsallaştırılması gerektiğidir.

Neoliberalizm ve Devlet

Makalemde, devleti, sermaye birikim süreçlerinin sonucunda ortaya çıkan toplumsal ilişkileri yansıtan bir kurumsal form olarak tanımlıyorum. Sermayenin uluslararasılaşması nedeniyle devlet sadece ulusal alan referans alınarak anlaşılamaz. Sermayenin uluslararasılaşması, 1974-1982 arasındaki küresel ekonomik çöküşün üstesinden gelmeye yönelik mekânsal bir çözümdü. Bu mekânsal düzenlemeyi kolaylaştırmak için neoliberalizmin tüm ekonomik faaliyetlerin kuralsızlaştırılmasını desteklemesi tasavvur edildi. Yani neoliberalizm, hem gelişmiş kapitalist devletlerin hem de gelişmekte olan ülkelerin aynı baskılar ve kriz eğilimleriyle başa çıkmak için küresel ekonomiyi aktif olarak yeniden yapılandırdığı, dünya çapındaki ekonomik ve sosyal ilişkilerin yeniden tesisidir. Bu, neoliberalizmi Kuzey ideolojisinin bir yansıması veya Küresel Kuzey’in iç dinamiklerinin bir yan ürünü olarak kavrayan görüşün reddi anlamına gelir. Bununla birlikte toplumlardaki neoliberalleşme süreçlerinin sonuçları, evrensel ortak özellikleri paylaşmasına rağmen yerel sınıf yapılarının ve sınıflar arası ve sınıf içi mücadelelerin özgünlüğüne bağlı olduğu için benzersiz ve çoğu zaman melez olmuştur.

Bu kavramsal çerçeveye dayalı olarak makalemde, bir kurumsal form olarak İran devletinin, İran ile neoliberal küresel kapitalizm arasındaki ilişkilerin bir sonucu olarak kurulan toplumsal ilişkileri yansıttığını savunuyorum. Bu ilişkiler içsel olarak birbiriyle bağlantılı olduğundan küresel ekonomi petrol gelirleri vasıtasıyla İran üzerinde dışsal bir etkide bulunan bir yapı olarak görülmemelidir. Ayrıca İran, küresel neoliberalizmden ayrılmış, sınırlı bir toplumsal ilişkiler dizisi olarak kavranmamalıdır. Aynı şekilde kurumsal ve politik ilişkiler neoliberalizmden bağımsız olarak ele alınmamalıdır çünkü kurumsal ve politik ilişkiler toplumun kendisinin üretimi ve yeniden üretimi yoluyla ortaya çıkar ve yeniden yapılandırılır. Başka bir deyişle İran devletinin kurumsal formunu anlamak için öncelikle neoliberalleşme sürecini ve bunun karşıt toplumsal sınıflar arasındaki değişen dengelere etkilerini incelememiz gerekiyor.

İran Neoliberalleşmesi ile Sınıf ve Devlet Oluşumu

Devrimin ilk on yılında (1979-1989) devrimci kargaşa, Irak’la savaş ve ABD yaptırımları sürerken devlet önderliğindeki ithal ikameci sanayileşmeye dayalı kalkınma programı İran açısından felaket oldu. Azalan kârlılık 1980’lerin sonunda ekonominin temelden yeniden yapılandırılmasını kaçınılmaz hale getirdi. Sonuç olarak Ekber Haşimi Rafsancani (1989-1997 arası dönemde cumhurbaşkanı) ve Muhammed Hatemi (1997-2005 arası dönemde cumhurbaşkanı) bir dizi neoliberal reform uyguladılar (neoliberalleşmenin I. aşaması). Bu politikalar farklı söylem ve hedeflerle de olsa 2005 ve 2013 yılları arasında (neoliberalleşmenin II. aşaması) Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde devam etti. Neoliberalleşmenin bu iki aşaması sermaye birikim sürecini büyük ölçüde değiştirdi ve sonuç olarak yönetici sınıfın bileşimini yeniden yapılandırdı.

1989’dan 2005’e kadar Rafsancani ve Hatemi yönetimindeki neoliberalleşmenin ilk aşamasının başlıca sonucu uluslararası odaklı bir sermaye fraksiyonunun ortaya çıkmasıydı. Petrol kiralama ve garanti sözleşmeleri konusunda çeşitli bakanlıklar ve hükümet kuruluşlarıyla yakın bağları olan bu uluslararası odaklı sermaye fraksiyonunun varlığı, devletin yürütme organının, yani hükümetin kontrolüne derinden bağlıydı. İhracata yönelik sanayileşme doğrultusunda bu kesim aynı zamanda Batı sermayesinin, özellikle Avrupa sermayesinin küresel değer zincirlerine entegrasyonunu uzun vadeli varlığının bir garantörü olarak görmekteydi. 2005 ve 2013 yılları arasında Ahmedinejad başkanlığındaki ikinci aşamada neoliberalleşme süreci devrimci temeller (bonyadlar[2]) ve askeri güçler lehine değişti ve benim askeri-bonyad kompleksi dediğim şeyin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu fraksiyon aynı zamanda işgücü piyasasının kuralsızlaştırılmasını desteklerken ve devlete ait bazı büyük işletmeleri kontrol etmek için özelleştirme mekanizmasından yararlanırken, yabancı devralmaları engelleyerek çokuluslu şirketlerin devlet endüstrilerine dâhil edilmesi politikasını reddetti. Bu politikayla tutarlı olarak askeri-bonyad kompleksi Batı ile yakınlaşmayı baltaladı. Çin’in ekonomik yükselişi ve Rusya’nın jeopolitik bir güç olarak yeniden ortaya çıkışı da İran’ın Batı’nın egemen olduğu dünya düzenine entegrasyonunu durdurma girişimlerine yardımcı oldu.

Uluslararası odaklı sermaye fraksiyonu ve askeri-bonyad kompleksi, çıkarlarını koruma amacıyla devlet kurumlarının yeniden düzenlenmesi sürecine müdahil oldu. 1990’ların başından beri iki kurum bu kompleks açısından hayati önem taşıyor. Devletin en güçlü kurumu olan Dini Liderlik Bürosu; silahlı kuvvetler komutanları, devrimci vakıfların (bonyadlar) başkanları, İran İslam Cumhuriyeti Yayıncılığının başkanı, Muhafızlar Konseyi’nin İslam hukukçusu altı üyesi ve daha birçok önemli yetkiliyi atamaktadır. Devrimin ilk on yılında genellikle iktidar kanatları arasında arabulucu olarak hareket eden Dini Liderlik Bürosu, 1989’dan itibaren askeri-bonyad kompleksinin çıkarlarının somutlaştığı yer haline geldi. Muhafızlar Konseyi ise yasaların İslam’a uyumluluğunu tespit denetlemenin yanı sıra cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerindeki adaylarla ilgili incelemeler yapar. Bu kurumsal değişiklikler, neoliberal reformların teşvikine karşı çıkan, devlet içindeki “İslamcı sol militanları” marjinalleştirmeyi amaçlayan 1989 Anayasası revizyonunun ürünleriydi.

Askeri-bonyad kompleksi çoğunlukla yetkilileri seçimle iş başına gelmeyen kurumları kontrol ederken uluslararası odaklı sermaye fraksiyonu devletin en güçlü ikinci kurumu olan cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere seçimle göreve gelinen kurumlar üzerinde hâkimiyet mücadelesi veriyor. Muhafızlar Konseyi tarafından dayatılan zorluklara rağmen uluslararası odaklı sermaye fraksiyonu 1989’dan itibaren hükümeti (yürütme organı) kontrol etmeyi çoğunlukla başardı.

Resmi kurumların kontrolüne dair mücadelenin yanı sıra uluslararası odaklı sermaye fraksiyonunun ve askeri-bonyad kompleksinin çıkarları doğrultusunda sivil toplum örgütleri yaratıldı, saldırıya uğradı ya da yasaklandı. Haşimi ve Hatemi hükümetleri döneminde siyasi partilerin, STK’ların, dergilerin ve gazetelerin sayısı çarpıcı biçimde artarken, askeri-bonyad kompleksi sivil toplumun ve basının gelişimini Batının (ABD) “İslami devrimci değerleri” tehdit etme araçları olarak değerlendirdi. Bu nedenle sivil toplum örgütlerini ve gazeteleri kapatmak için sürekli biçimde güç kullandı.

Sonuç olarak makalemde, 1989’dan beri göze çarpan bu kurumsal yeniden yapılanmanın İran’ın neoliberalleşme süreciyle içsel olarak ilişkili biçimde, devletin sınıf temelinin yeniden inşasından kaynaklandığını iddia ediyorum. İran neoliberalleşmesi içsel bir fenomen olmadığı için devlet biçimindeki değişim de yalnızca iç faktörlere ve yerel dinamiklere indirgenemez. Bu bakış açısı, İran devletinin rantiye devleti, elit temelli ve neo-patrimonyal olduğunu öne süren analizlerden tamamen farklıdır ve kavramsal olarak bunlardan üstündür. Bunun iki nedeni var. İlk olarak, bu bakış açısı toplumları/devletleri bilardo toplarının bilardo masasında birbirine çarpmasına benzer şekilde birbirini etkileyen bağımsız ve özerk nesneler olarak görmez. İkincisi, İran’ın devlet formundaki değişiklikleri sermaye birikiminin gereklilikleriyle ilişkilendirir ve dolayısıyla bu değişikliklerin patronaj ağlarının ve kurumların elit güdümlü neo-patrimonyal yer değiştirmesi olarak kavramsallaştırılmasına karşı çıkar.

(Bu yazı https://www.ppesydney.net/what-can-neoliberalism-tell-us-about-the-iranian-state/ adresinden Pelin Tuştaş tarafından çevirilmiştir.)


[1] Söz konusu makaleye şuradan ulaşılabilir: https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/14747731.2021.2024391

[2] İran’ın petrol dışı ekonomisinde önemli bir rol oynayan, İran GSYİH’sinin yaklaşık % 20’sini kontrol eden ve gelirlerini İslam Cumhuriyeti’ni destekleyen gruplara kanalize eden hayır amaçlı vakıflar.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER