İnsanoğlu varoluşundan beridir yiyerek ayakta kalıyor. Bu hayatta kalma çabası aslında bizim eski bir meselemiz... Bütün savaşların, mücadelelerin, çatışmaların yegâne sebebi belki de… Tarih boyunca insanlık olarak yaşadığımız göçlerin temel itici gücü de bu… Yani yemek yani mutfak…
Biliyorsunuz Kemal Kılıçdaroğlu uzun bir zamandır halka, saraylardan veya köşkler gibi seçkinci bir yerden değil sade ve gösterişsiz bir mutfaktan sesleniyor. Siyasal iletişim açısından mutfak sembolünü en kestirmeden ekonomi ile bağlantılı olarak düşünebiliriz. Mutfak bir evin, en yaşamsal yeridir ve hayatın geri kalanının da şekillendiği alandır. Eğer evin mutfağında bir dinamizm yoksa sorun var demektir.Mutfağın bu kadar kritik olduğu bir durumda, mutfağı yönetenin de kritik bir konumda olduğunu söylemeden geçemeyiz. Dolayısı ile mutfağı hakkı ile yönetebilen kişi değerlidir, saygı gösterilendir, minnet duyulandır. Mutfakta pişen yemek hem kokusu hem tadı ile nasıl ki hafızamızda çok güçlü izler bırakır, yemeği hazırlayan kişi de hayatımızda izler bırakır. Bu açıdan bakıldığında mutfak, mekân olarak kendi başına bir iktidar alanını temsil eder ve orası dokunulmazdır.
Bunun dışında mutfak tüten ocaktır aynı zamanda. Mutfak bizi yalnızca ailemiz ile bir arada tutmaz, giderek ayrışan bu toplumda mutfak/yemek bizi yeniden ortaklıklarımız çizgisinde birleştirir. Dolayısı ile mutfak, hayatımızı ortak biçimde etkileyen siyasi de bir alandır. Çünkü iktidarların politikaları, sofranızda ne olacağını da belirler. Bakkalda, markette veya pazardaki ürünü de politika belirliyor. Sıklıkla siyasi etkilerin mutfağa tesir ettiğini söylemek mümkün.
Örneğin Türkiye, Rus uçağını düşürdüğünde hemen siyasi bir hamle ile Rusya Türkiye’den yaptığı ithalatı durdu. Akabinde iç pazarda tarım ürünlerinin fiyatları yarı yarıya düştü. Politik ve askeri bu durum akşam ne yiyeceğimizi de belirlemiş oldu. Diyeceğim o ki devlet ile mutfak arasında organik bir ilişki var.
Mutfağın bu denli önemli olduğunun bilincinde olan Kılıçdaroğlu da mütevazı mutfağına zaman zaman bizi davet ediyor. Bu davetlerde 13. Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu’na alışmıştık. Ama bu defa Kılıçdaroğlu’nun eşi seslendi bize mutfaktan. Selvi Kılıçdaroğlu, “Tek işim, tek hayalim bu ülkede her çocuğun yeterli beslenerek büyümesidir” diyerek AKP iktidarının sonunda gelinen ekonomideki acı tabloyu paylaştı bizlerle. Bu mesaj, derin bir ekonomik kriz yaşadığımız ve siyaset dışında bir şey konuşmadığımız şu süreçten en çok etkilenen çocuklara yönelik yapılmış en net vurguydu.
Mutfaktan ulusa sesleniş, çok sembolik olduğu kadar çok anlamlı da bir mesaj. Kılıçdaroğlu, sade mutfağı ile zenginleşmeyeceğini, çalmayacağınız, mütevazı kalacağının mesajlarını paylaşıyor.
Çünkü enflasyon karşısında alım gücünün düşmesiyle çocukların beslenme çantaları artık boş. Anneler, okulların beslenme programlarını yerine getirmekte zorluk yaşıyor. Dolayısı ile çocuklar yetersiz besleniyor. Selvi Kılıçdaroğlu, “Türkiye'de çocuklarımızın %67'si sebzeyi, %87'si et ürünlerini her gün tüketemiyor” dedi.
Kemal Kılıçdaroğlu ve eşi Selvi Kılıçdaroğlu, asıl sorunun mutfakta olduğunun farkında. Siyasetin aldığı kararların mutfağa yansıdığının farkında. Dolayısı ile insanlar mutfağın politik bir saha olduğunun da farkında. Çünkü insanların kazandığı paranın önemli bir bölümünü zorunlu olarak harcandığı yerlerin en başında mutfak geliyor. Fiyatların artışı en çok mutfağı etkiliyor. Rahmetli Demirel’in dediği “Tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur” sözü burada akıllara geliyor. Mutfak harcamalarını azaltabilirsiniz ama tamamen ortadan kaldıramazsınız.
Mutfaktan ulusa sesleniş, çok sembolik olduğu kadar çok anlamlı da bir mesaj. Kılıçdaroğlu, sade mutfağı ile zenginleşmeyeceğini, çalmayacağınız, mütevazı kalacağının mesajlarını paylaşıyor. Sorunun mutfakta kaynayan tencere olduğunun da farkında olduğunu aktarıyor. Bir ulusa nereden seslendiğiniz çok önemlidir. Altın varaklı koltukların olduğu saraylarda mı yoksa gösterişsiz bir mutfakta mı? Bu iki mekân tercihi sizin insana nasıl yaklaşacağınızı da söyler.
Lale Devri padişahı Sultan 3. Ahmed, çocuklarının sünnet düğününü on beş günlük bir şölene dönüştürmüştü. Ancak bu israf politikası sonucunda “biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” misali bir yeniçeri ayaklanmasıyla sona ermişti. Özetle kahvaltıda hangi peyniri yiyeceğinize, hangi ekmeği alacağınıza karar vermek siyasi bir karardır. Güne çorba içerek başlamak veya protein ağırlıklı bir kahvaltı yaparak başlamak… İşte bütün mesele burada… Eğer bir gün kahvaltılarımızda protein tüketen bir topluma geçersek, adaletin, eşit paylaşımın ve hukukun işlediğini anlayabiliriz.