Cuma, Nisan 19, 2024

Müspet Milliyetçilik ve Milli Kimlik, Demokratikleşme ve Kürt Sorunu

Çözüm politikalarının ve barış süreçlerinin milliyetçilik, yurtseverlik, ulusal çıkar ve milli kimlik gibi en temel aidiyet duygularımızla çelişmediğine kani olmamız gerekir.

Kürt Sorunu’nu çözmenin yolu en başta şu soruyu sormaktan geçiyor:

Diyelim ki Kürtlerin ve Türklerin, ama en başta da Türklerin bu soruna somut çözüm aramama gerekçeleri veya mazeretleri geçerli değil.. Örneğin şiddet sihirli bir değnekle devreden çıkmış.. Kürtlerin seçilmiş temsilcileri, örneğin HDP, PKK gibi örgütlerden tamamen bağımsız. Şiddeti ama’sız ve acaba’sız kınıyor, reddediyor..

O zaman hangi sürdürülebilir politikalarla bu sorunu çözeriz? Birlikte yaşamayı ve ülkenin dirliğini isteyen Türklerin de Kürtlerin de kabul edebileceği hangi reformları yaparız?

Bu soru çok önemli.. Çünkü kolay yanıtlar çözüm olmuyor.

Bir zamanlar şu (tabii gerçeklik payı olan) mazeret vardı. Çözümü askerler ve “askeri vesayet” engelliyor. Askeri vesayet kalktı ama seçilmiş iktidar daha da şahin ve dar milliyetçi oldu.. Demek ki askerler bu konuya çözüm aramamıza tek engel değilmiş. Sivillerin de yeterince fikirsel hazırlığı ve iradesi yokmuş. Bir ara engel “laik/seküler milliyetçilerde” şifa ise daha az milliyetçi olduğu (bilimsellik izlenimi veren bir dil kullanılarak) iddia olunan İslamcı ve dindar siyasal aktörlerde aranmıştı.[1] Dindarlık iddiasında olan bir iktidar yirmi yıldır iktidarda.. Sonuç?

Oysa hızla değişen bir dünyada Osmanlı’nın modernleşme ve devlet-uluslaşma süreçlerine ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına dayanan bir sorunu, sadece şu veya bu aktörü suçlayarak ve meselenin özünü anlayıp uygulanabilir çözümler üretmeden çözemeyiz.[2]

Şimdi de bu konunun özünü tartışamamanın en önemli mazeretlerinden biri, belki ortadan kalkacak veya hafifleyecek. Kürt siyaseti üzerindeki PKK vesayeti. Silah yoluyla çözüm ve terörün gölgesi. Peki o zaman hangi somut çözüm önerilerimiz olacak?

Selahattin Demirtaş belki en yalın olanı son açıklamaları olmak üzere bir süredir ince bir siyasetle HDP ile PKK’yı, Kürt Sorunu’nun siyasal-toplumsal ayaklarıyla şiddet ve terör boyutunu ayrıştırmaya çalışıyor. Ve çok açıkça Kütlerin şiddetten azade siyasal ve toplumsal taleplerinin muhatabı biz olmalıyız, biz olalım diyor. Silahlar bırakılsın isteriz, onun ise konuşulacağı muhatap PKK ve Öcalan olabilir diyor. HDP’ye 2013-15 sürecinden daha farklı, daha sivil bir rol çiziyor. Bu esnada sadece HDP’yi değil tüm partileri Türkiyelileşmeye çağırıyor.

Peki Türkiyelileşmek nedir? Ben kendi adıma Türkiyelileşmeyi tüm Türkiye’nin, Türkiye’deki tüm kesimlerin (en azından çoğunluğunun) kabul edebileceği, benimseyebileceği ve sürekli olabilecek fikir ve program üretmek olarak anlıyorum.

Bu, HDP’yi hem fiilen hem de kamuoyunun gözünde PKK’tan bağımsızlaştırma çabası başarılı olur mu? Bu tabii birçok koşula bağlı; Demirtaş’ın siyasal yetenekleri olasılığı artırıyor. Türkiye’nin dirliği, barış ve demokrasi adına inşallah olur. Bu çabalar desteklenmeli ve eksikleri eleştirilecekse yapıcı yönde eleştirerek yardımcı olmalı. Cezaevinde olması şansını artırıyor mu azaltıyor mu, bunu tarih yazacak.

Peki diyelim ki başarılı oldu. HDP üzerindeki PKK gölgesi, — ki askeri vesayette olduğu gibi, benim de akademik çalışmalarımda yıllardır sürekli olarak vurguladığım gerçek bir sorun — ortadan kalktı.

HDP ve diğer partiler parlamentoda özgürce konuşarak bu sorunu çözebilir mi?

Bunun için iki şey gerekir.

Birincisi bu sorunu eğitimden idari yapımıza, anayasa ve yasalara hangi somut ve sürdürülebilir reformlarla çözeceğimize dair fikirsel hazırlığımızın olması gerekir. Dünyada Türkiye’ye benzer yapıda ülkelerde bu tür sorunları devolüsyon ve müzakereci siyaset yoluyla çözmenin örnekleri çok. Biz de yapabiliriz. Üniter devletle ve toprak bütünlüğüyle de çelişmez, sadece demokratikleştirir ve sağlamlaştırır. Dış politikamızda Türkiye’nin ileri gitmesinin önünde duran, yumuşak ve sert gücünü törpüleyen önemli bir Demokles’in kılıcı – bölge Kürtlerinin Türkiye’ye silah da kullansa barışçı da olsa ister istemez ortak değil tehdit haline gelmesi ve dış aktörlerle işbirliğine itilmesi — da ortadan kalkar. Bu boyut akademik çalışmalarımın önemli bir parçasını oluşturduğu için burada irdelemeyeceğim.

İkincisi, çözüm politikalarının ve barış süreçlerinin milliyetçilik, yurtseverlik, ulusal çıkar ve milli kimlik gibi en temel aidiyet duygularımızla çelişmediğine kani olmamız gerekir.

İşte milliyetçilik anlayışı ve müspet milliyetçiliğin önemi burada devreye giriyor.

Kürtlerden Alevilere, Müslüman olmayanlara, kadınlara ve diğer tüm demokratikleşme meselelerimize engelleyici ve dışlayıcı değil yapıcı ve kapsayıcı yaklaşabilecek.. kısacası demokrasiyle barışık ve öz eleştiri yaparak kendini geliştirme kabiliyeti olan bir milliyetçilik potansiyeli Türkiye’de var mı?

Evvelki haftaki yazımda müspet milliyetçiliğin iki özelliğini tartışmıştım.

  1. “Siyasal egemenliğe sahip olan siyasal millet kimlerden oluşuyor?” sorusuna yanıt: Milli kimliğin kapsayıcı, dinamik ve geleceğe dönük kriterler üzerinden tanımlanması.

 

  1. “Ulusun üyeleri arasında gerekli olduğu iddia edilen dayanışmanın gerekçesi, temeli ne? Neden ortak çıkarları ve birbirlerinin üzerinde hakları var?” sorusuna yanıt: ulusal dayanışmanın kaynağının soyut ve mistik, özel çıkarlarca istismara açık kriterlerde değil somut ve akılcı, kamu yararında aranması.

Geçenlerde bu sorulara yönelik toplumsal eğilimlere dair, Ankara Enstitüsü ve İstanbul Politikalar Merkezi tarafından Ferhat Kentel ve Hatem Ete imzalı değerli bir çalışma yayımlandı.

Bu araştırma da gösteriyor ki, Türkiye dünyada insanların (örneğin Brezilya gibi) milliyetçiliği en çok benimsediği ülkeler arasında. Bunu zaten Dünya Değerler Araştırması gibi birçok kaynaktan uzun zamandır karşılaştırmalı olarak biliyoruz.

Yukarıdaki araştırmaya göre de, sevgili Tanju Tosun’un ilgili yazısındaki özetle:

“Katılımcıların yüzde 48’inin milliyetçiliklerine 10 tam puan üzerinden 10 vermeleri bunun kanıtı. Türkiye ortalaması da 7,5 gibi yüksek düzeyde. Aynı ideolojik yoğunluk kendisini “ülkem için savaşır ve ölürüm” ifadesine katılımda da gösteriyor. Bu ifadeye “katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum” şeklinde birlikte bakıldığında, oranın yüzde 84’e yükselmesi dikkate değer.”

Peki nasıl bir milliyetçilik anlayışı? Türkiye’de insanların milliyetçilik yorumu nasıl?

Yarınki yazımda bu iki sorunun Türkiye’de bulduğu yanıtlara bu araştırma üzerinden bakarak milliyetçilik bahsini şimdilik kapayacağım.

[1] Murat Somer ve Gitta Glüpker-Kesebir. Is Islam the Solution? Comparing Turkish Islamic and Secular Thinking toward Ethnic and Religious Minorities.” Journal of Church and State 58 (3): 529- 555  (Summer 2016) (first published online in 2015).

[2] Murat Somer. Return to Point Zero: The Turkish-Kurdish Question and How Politics and Ideas (Re-)Make Empires, Nations and States. (Albany: State University of New York Press, 2022)

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

2 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI