Salı, Nisan 23, 2024

Murat Özçelik yazdı | Yeniden inşa sürecinde dış politika

2019’da yapılması beklenen Başkanlık ve milletvekili seçimleri sonrasında ülke idaresini devralmasını ümid ettiğimiz CHP’nin Cumhuriyetin yeniden inşası gayretleri çerçevesinde dış politikamızda çok ciddi ayarlar yapması gerekecektir. Bu yazımda bu konulardan en önemlilerini irdelemeye gayret ettim.

AKP iktidarının dış politikası nedeniyle sadece komşularımızla değil neredeyse tüm dünya ile kavga eder duruma geldik. Eskiden müttefiklerimiz, büyük karışıklıklar içinde olan bölgemizde Türkiye’yi bir “istikrar adası” olarak görürlerdi. Şimdi ise komşularımıza İslami terör örgütleri ihrac eden, bölgede çatışmaları körükleyen, dolayısıyla herhangi bir çözümde yeralması istenmeyen, komşularımız tarafından sürekli şikayet edilen bir ülke konumuna düştük.

Dış politikamız Arabistlerin çizdiği bir yörüngeye taşınarak ulusal çıkarlarımız adeta “Ortadoğunun devlet dışı aktörlerinin amaçlarına hizmet eder” duruma düşürüldü. Bu devlet dışı aktörlerin başlıcası şüphesiz “İhvan” yani “Müslüman Kardeşler” ve onun alt unsuru olarak nitelendirilecek Hamas gibi örgütlerdir. Hatta o kadarla da kalınmayıp El Nusra gibi daha da radikal El Kaide mihverindeki örgütlerle kolkola girildi. Esas amaç ülkemizi iç ve dış politikalarıyla medeni dünyadan kopartıp İslami yönetim adı altında çağdışı Ortadoğu rejimleri istikametine çevirmek ve ülkede bir diktatorya kurmaktı. Tabii AKP ütopyası, bu politikalar sonucu, Ortadoğu ülkelerinde işbirliği yaptıkları Müslüman Kardeşlerin de Arap ülkelerinde iktidarları ele geçirmeleri halinde AKP lideri başkanlığında bir hilafet tasarlamaktaydı. Sanki Arap alemi Türkiye’den böyle bir rol bekliyormuş gibi. AKP, Mısır’da bu hedeflerine yaklaştıkları zehabına kapılıp işi büsbütün çığrından çıkardı.

Bu amaçla giriştikleri dış politika serüveninde hezimete uğradılar. Bütün Arap alemi bu Osmanlı sevdalılarına, kendi işlerine karıştıkları takdirde ne kadar nefretle tepki vereceklerini gösterdiler. AKP’nin tarihten alması gereken dersi yeniden verdiler. AKP itkidarı Arap aleminin bütün önemli ülkeleri ile başta Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere ilişkileri sıfır noktasına getirdi. Tüm Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri ile araları bozuldu. Müslüman Kardeşler ve diğer radikal İslami terör örgütlerine verdikleri destek ve belki de başka girift özel ilişkiler nedeniyle bir tek Katar’la görüşebilir oldular.

AKP, dış politikada kendi amacına uygun gelişmeleri iç siyasette kontrolünü pekiştirmek ve böylece rejimi değiştirmek için bir araç olarak kullanma hevesindeydi. Ancak dış politikadaki hezimetleri başta Irak ve Suriye’de olmak üzere tüm Arap aleminde ve Batıda açıkça görülünce, dışarıdaki bütün bu olumsuz gelişmeleri en azından kendi tabanlarını tutabilmek için yalan ve dolanla iç politika malzemesi yapmaya devam etmeye çalıştılar. Doğruları söyleyenleri hain ilan etmeye kalktılar.

Şimdi Esat ve Rus güçlerinin ÖSO isimli radikal İslami terör örgütlerine vurduğu darbe neticesinde AKP liderinin İdlib’de yaşadığı hezimet nedeniyle halkımız bu kez AKP iktidarının Suriye’ye geçişine yardımcı olduğu tüm radikal örgüt üyelerinin de ülkemize yöneleceği yeni bir göç dalgasını daha karşılamak zorunda kalacak! Bunun kendi hataları olduğunu kapatmak için yine siyaset planlamanın bir taktiğine başvurmaya çalışıyorlar. İçeride milliyetçiliği körükleyip MHP ile ittifak yaparak PKK/PYD’nin Türkiye’ye büyük tehdit oluşturduğu senaryosuyla bu kez İdlib’deki başarısızlıklarını Afrin meselesini büyütmek suretiyle örtmek, Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bir bölgeye İdlib’deki İslami terör örgütlerini ve bizim askerlerimizi gönderip savaşı körüklemek, bu arada bu durumu beka sorunu diye lanse etmeye devam edip AKP’nin ve AKP Genel Başkanının beka sorununu Türkiye’nin beka sorunu gibi göstermek istiyorlar. Böylece yine krizden güç devşirme siyaseti yürütmek amacındalar. Siyaset planlamada bu taktik, sorunu büyütüp bir önceki duruma geri dönmeyi başarı olarak göstermek şeklinde tanımlanır. Bunların siyaset planlamanın taktiklerini teoride bildikleri yoktur ama kasaba kurnazlığı ile bu ve benzeri uygulamaları yaparlar.

AKP’nin dış ilişkilerde tepetaklak olması sadece Arap dünyası ile de sınırlı kalmadı. Türkiye’nin ekonomik hayatiyetini sağlayan en önemli partonerimiz AB ile müzakereler en son Fransız Başbakanı Macron’un söylediği üzere neredeyse durma noktasına geldi. Batı ile münasebetlerimiz Cumhuriyet tarihimizdeki en kötü seviyeye indi.

Rusya ile ilişkilerimizde ana gösterge neredeyse domates ihraç edebilip edememe seviyesine kadar düştü. İşte 2017 senesi sonunda AKP Genel Başkanının ülkeyi getirdiği nokta özetle bu.

Şurası bir gerçek ki, şimdi bizim dış politikamızı yeniden ulusal çıkarlarımız eksenine çevirmemiz, gelecek nesillerimizin bekası bakımından yadsınması mümkün olmayan bir noktaya gelmiştir.

2019 yılında AKP’den kurtulmanın ülkeye sağlayacağı katkı Arap rejimleri altında ezilen bütün Müslümanlar açısından da tarihi bir dönüm noktası teşkil edecektir. Türkiye Cumhuriyeti bu dönemin ülkeyi gericilerle birlikte karanlığa çekmek istediği, dini siyasetin en kirli oyunlarına alet ettiği ve toplumun hem ahlakını hem ruh sağlığını bozan İslami rejim arayışına son kez dur diyecek ve ülkemiz, muhafazakarından en ilericisine kadar bütün renkleri ile nihayet huzura kavuşacaktır. Dinimizin siyasetin bu karanlık dehlizinden laiklik yoluyla kurtarılmasının önü açılacaktır. Böylece tüm İslam alemine hürriyetlere yeniden kavuşmanın demokrasi ile mümkün olduğu ve bundan en fazla karlı çıkanların yine muhafazakar kesim olduğu da gösterilmiş olacaktır.

Hal böyle olmakla birlikte halkımızı AKP’nin ülkemizin başına açtığı sorunlardan kurtarabilmek için birçok alanda büyük uğraş vermemiz gerekecektir.

2019 sonrası dönemde başa gelmesini ümid ettiğimiz CHP iktidarına düşecek en büyük görevlerden birisi öncelikle komşularımızla sıfır noktasına inmiş olan karşılıklı güveni ihya etmek olacaktır.

Altının çizilmesi gereken en önemli kural nerede olursa olsun dış ilişkilerin mutlaka meşru hükümetlerle yürütülmesi gerektiğidir. Güven ihdasının birinci koşulu ilişkilerin devlet dışı aktörler marifetiyle yürütülmesine önem ve ağırlık verilmesi uygulamasından derhal vazgeçilmesi gerektiğidir.

Yine bu ilkeden hareketle söylemeye dahi gerek olmayan durum, herhangi bir radikal İslami veya etnik terör örgütünün şiddet politikalarına hiçbir surette destek verilmeyecek oluşudur. Yani ülkemizin öncelikle bu örgütlerden temizlenmeye ihtiyaç duyacağı açıktır. Buna ilaveten AKP’nin bizi yabancı İslami terör örgütleri vasıtasıyla bulaştırdığı şiddet girdabından kurtulmamızı sağlayacak ilave tedbirlere başvurmamız elzem olacaktır. Bu da AKP iktidarının ülkeyi bulaştırdığı bataklığın bir başka önemli veçhesini oluşturmaktadır.

Devlet dışı aktörlerle iş yapılması illaki gerekiyorsa bu çok gizli ve MİT vasıtasıyla yapılmalıdır.

Bir diğer dikkat edilmesi gereken husus Türkiye’nin bölgedeki ülkeler gibi istihbarat devleti olmaktan süratle uzaklaşması ve her dış politika konusuna MİT’i sokmaktan uzak durması gerektiğidir.

Ülkemizin ve bölgenin yeniden istikrara kavuşması için ise başvurmamız gereken başlıca ilke Cumhuriyetimizin kuruluşunda Atatürk’ün vazettiği ilkelerden en önemlisi olan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” kavramıdır.

Atatürk “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” derken bugün bazılarının anlamamakta ısrar ettikleri şu çok önemli noktaya dikkat çekmişti. Atatürk, kurulan Cumhuriyeti bu vatan üzerinde ortak bir ülkü etrafında kenetlenmiş bir millet esası altında düzenlerken memleketi oluşturan Osmanlı bakiyesinin hangi unsurlardan oluştuğunun ve bu unsurların akrabalarının ülke sınırları çizilirken sınırın öte tarafında kaldığının herkesten fazla idrakında idi. Bu nedenle milleti oluşturan bu unsurların tamamının hiçbir ayırıma tabi tutulmadan ülke içinde eşit vatandaşlar olarak gözetilmelerinin önemini “yurtta sulh” sağlanması ile açıklamıştı. Yani bugünkü siyaset bilimi tabiriyle demokrasi içinde “siyasi uzlaşı” kavramını “yurtta sulh” kavramı ile anlatmıştır. Nitekim kurucu Meclisimizin mebuslarına bakıldığında bu temsiliyete verilen önem görülecektir. Atatürk, milletimizi oluşturan bütün bu unsurların sınırötesi akrabaları ile aynı şekilde iyi ilişkiler idamesi ile de bölgeye ve dolayısıyla cihana barışın hakim olacağının altını çizmiştir. Emperyal bir oluşumdan ulusal bir devlete dönüşümü, bölgesel ve evrensel barış için bir fırsat olarak kullanmayı öngören muhteşem bir arayıştır Atatürk’ün bu söylemi.

Dolayısıyla, bütün bu akraba topluluklarının yaşadıkları sınırötesi komşu ülkeler kendi vatandaşlarımızın da katkısı ile ülkemizin tüm mücavir bölgelerde barış, istikrar ve refah için birlikte çalışabileceği bir alanı oluşturmaktadır. Ulusumuzun çıkarı, bölgede savaş ve kanı körüklemek değil, milletimizin tüm unsurları ile beraber komşu ülkelerde barışı desteklemektir. Bu ilkeyi dış politikamızın ana eksenine oturtmamız gerekmektedir. Hele savaşların insanlığa verdiği acıyı ve zararı hayatı boyunca görmüş ve yaşamış olan Ulu Önder Atatürk’ün ne demek istediğini bu defa gerçekten özümseyerek.

Mesela güney sınırımızdaki meselelere Atatürk’ün bu ilkesi zaviyesinden bakıldığında, komşularımızın içişlerine müdahale etmeden, eğer barışa katkıda bulunabilecek isek ve bu bizden bekleniyorsa sadece Arapları, sadece Türkmenleri veya sadece Kürtleri kollayıp taraf tutacak şekilde değil, herbirini bizim akraba topluluğumuz olarak benimseyen barışcıl bir politika ile yaklaşmalıyız. Öncelikle savaşın yaralarını sarmalarına yardım edecek programlar geliştirmeli, partonerlerimizle birlikte bunları uygulamaya sokmalıyız. Zaman içinde hepsinin demokratik haklarının verilmesine gayret etmek, azınlık olanın ezilmesini önlemek, her zaman uluslararası hukuk temelinde barışçıl politikalar üretmek, bölge istikrarına katkının en önemli ayağını teşkil edecektir. Afrin de ancak böyle bir politika çerçevesinde çözümlenebilecektir. Nitekim bunu zaman gösterecektir.

Maalesef bugünkü iktidarın İslam Devleti terör örgütü Musul Başkonsolosluğumuzu basarken sessiz kalması, yine IŞİD Türkmen yerleşim birimlerini işgal ederken bu işi yapanların kızgın Arap gençleri olduğunu söyleyerek geçiştirmesi, IŞİD, Kürtler tarafından Kobani Araplar tarafından Telabyad denilen bölgeyi işgal edip Kürtleri bu bölgeden atmaya kalktığında yine ses çıkarmaması, son olarak Kürtlerin yaşadığı Afrin Bölgesine sanki oradakiler halk değil tamamı teröristmiş gibi operasyonlar düzenlemeye kalkışması kendi vatandaşlarımızın önemli bir bölümünde infiale yolaçmıştır. Açıkça Sünni Arapçılık desteklenmeye devam etmektedir.

Dolayısıyla, bölgemizde barış ve istikrarın yerleştirilmesi için, ulusların içişlerine karışmama ilkesi çerçevesinde diplomasinin öncellendiği ve akraba toplulukları arasında ayırım yapmadan hepsine yardım anlayışıyla siyasi uzlaşıyı hedefleyen bir dış politika uygulamamız büyük önem taşımaktadır. Bu başarılamayacak bir durum da değildir.

Bunu yaparken uygulanması gereken olmazsa olmaz bir diğer ilke, bizim ülkemizin çıkarları için uygulayacağımız dış politikanın din ve devlet işlerini birbirinden tamamen ayıran “laik Cumhuriyet politikası” olduğunu yeniden ilan ve teyid etmemizdir. Türkiye hiçbir surette bir dinin veya bir mezhebin temsilcisi sıfatıyla taraf tutarak hiçbir meseleye el atmamalıdır. Bizim halkımızın kahir çoğunluğunun Müslüman olması Hristiyan veya Musevilerle herhangi bir ilişkiye mutlaka din bakış açısıyla gireceğimiz anlamı taşımamalıdır. AKP’nin ülkemize ika ettiği en büyük zarar bu olmuştur. Eğer bir din veya bir mezhebe mensubiyetin herhangi bir ilişkiye etkisi olumlu ise mesele bundan faydalanmamak değil, tersine, oluşabilecek olumsuz sonuçlardan kaçınmak için laik devlet ilkesinden taviz verilmemesi gereğidir. Bu çerçevede Ortadoğu sorunlarında başgösteren mezhep çatışmalarından uzak durmak, meseleye insani açıdan bakmak, tarafları insan yaşamına saygı göstermeye davet etmek ve barışı önceleyen projelerle tarafları uzlaşıya imale etmek uzun erimli de olsa ülkemizin itibarının yenilenmesinde en büyük katkıyı yapacak etkendir.

AVRUPA BİRLİĞİ

Avrupa kıtası için çok önemli bir barış projesi olarak ortaya çıkan Avrupa Birliği, kendisine üye olan ülkeleri çağdaş değerler altında terbiye etmek, dolayısıyla kendi aralarındaki sorunları barışçı yollarla müzakerelerle çözümlemek, federal bir siyasi modeli ve ortak bir medeniyeti birlikte geliştirmek adına çok önemli bir görev ifa etmiştir. Bu değerli projenin parçası olabilme şans ve fırsatını bize kaybettiren yine AKP iktidarıdır. El’an üyelik kapısı yüzümüze kapatılmış bulunmaktadır.

Filhakika, bu projeye önemli bir sekte geçtiğimiz yıl içinde Birleşik Krallığın AB’den ayrılma kararı alması ile vurulmuştur. Ancak İngiltere içindeki AB taraftarları ile karşıtları arasındaki ihtilaf halen dinmiş değildir. Hatta AB üyeliğinden çıkmak için oy kullanmış bir kısım Birleşik Krallık vatandaşları şimdi bu oylamanın yapıldığı zamanda kendilerine doğruların aktarılmadığı hatta yalan söylendiğinden şikayet etmeye başlamışlardır. Zira “Brexit” yani ayrılış müzakerelerinde, AB’nin sunduğu bazı imtiyazların hiç de tahmin ettikleri gibi Birleşik Krallık tarafindan kullanilmaya devam etmesine izin verilecekmiş gibi görünmemektedir. Herhalukarda Brexit ve dünyadaki diğer gelişmeler AB’de öngörülebilir bir gelecekte siyasi entegrasyon sürecinde bir yavaşlamayı ve hatta hedeflerde farklılığa gitmeyi gerektirebilir.

Ülkemizin AB’daki iç gelişmeleri çok yakından takip etmesi, Gümrük Birliğinin aynen devam etmesinin ötesinde Tek Pazar’ın sağladığı diğer imkanlardan yararlanabilmek amacıyla müzakereleri sürdürmeye devam edebilmek için Kopenhag kriterlerini uygulamaya tekrar başlaması özenle gözetilmesi gereken bir hedeftir. AB’a tam üye olmasak da Tek Pazar içerisinde yerimizi almamız en önemli amacımızı teşkil etmelidir.

AB ülkeleri temsilcileri ile yaptığımız bütün görüşmelerde iktidara gelir gelmez bütün gazetecilerin hapisten çıkarılacağını, adaletin, hukukun üstünlüğü çerçevesinde bütün vatandaşlarımız için sağlanacağını, davası süren ancak iddianameleri dahi hazırlanmamış insanlarımızın keza tutukluluk haline son verileceğini, ezcümle, tutukluluk halinin norm değil ancak istisnai durumlarda uygulanabileceği adil bir düzeni AB müktesebatı çerçevesinde kuracağımızı söylemekteyiz.

Tek Pazar bağlamında iş dünyamız ile yakın işbirliği sürdürmeliyiz. Keza bu çerçevede işçilerimizin sosyal haklarını ilgilendiren alanlarda AB müktesebatı ile mümkün olan azami uyumun sağlanması, insanca yaşamın üst katmanlardan aşağıdaki sosyal katmanlara doğru yaygınlaştırılması ve sosyal adaletin emekçi kesim için sağlanması bakımından büyük önem taşımaktadır.

AB’nin iç yapısında son dönemde başgösteren aşırı sağcı ve İslam karşıtı gelişmelere gelince bunlar yine Ortadoğu kaynaklıdır. Son dönemde mülteci sorunu etrafında şekillenen AB Ortadoğu politikası maalesef AB gibi ekonomik ve siyasi bir devin barışa olası katkısı bakımından minüskül kalmış ve adeta bu savaşın olumsuz etkisi bana bulaşmasın da ne olursa olsun denebilecek bir seyir takip etmiştir. Bütün yaklaşımları mülteci akınının Türkiye’de sonlandırılması ve terörün ülkelerine bulaşmasının önlenmesi amacıyla aldıkları güvenlik önlemleri ve AB sınırlarında güvenlik işbirliğinin artırılmasına (Frontex) yönelik olmuştur. Türkiye ise Avrupa’da radikal İslami örgütleri destekleyen ve her vesile ile Kürtleri cezalandırmaya çalışan bir ülke olarak bölgeye istikrarsızlık aşılayan bir ülke olarak görüldüğünden mülteci sorununa bütüncül bir yaklaşımla çözüm bulunması için tam anlamıyla işbirliği yapılabilecek bir partoner olarak görülmemiştir.

CHP iktidara geldiğinde uygulanacak yeni dış politika ile Suriye’de kendini idare edebilecek yerel idaresini devreye sokabilmiş ve istikrar gelmiş bölgelerden başlayarak mültecilerin ülkelerine geri dönüşünü kolaylaştıracak projelerin Suriye içinde gerçekleştirilmesini teminen AB ile işbirliği yapılması yoluna da gidilmelidir.

Öte yandan Avrupa kıtasında Almanya ile ilişkilerimiz ülkemiz bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Oradaki Türk ve Kürt kökenli Alman vatandaşlarının ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve her iki kültürün ülkelerimizde daha iyi anlaşılması için çok önemli bir vasıta oluşturduğu malumdur. Ancak oradaki vatandaşlarımızdan, Almanya’da Türk milliyetçiliği yapmaları çağrısında bulunan AKP iktidarının bu konuda da ilişkilerimize verdiği zararı telafi etmek ancak iki ülke makamları arasında uygulanacak ortak programlar vasıtasıyla mümkün olabilecektir.

RUSYA

Bir yandan NATO çerçevesinde Batı savunma sisteminin içerisinde kalmaya devam ederken, Rusya ile ilişkilerimizi İslami radikal örgütlere karşı işbirliği çizgisinde sürdürmemiz önem taşımaktadır.

Rusya Soğuk Savaş Döneminin kötü adamı olarak vasıflandırılsa dahi, dünya siyasi tarihinde eşi görülmemiş bir halk ihtilalini gerçekleştirmiş, bunun fikri yapısının oluşturulmasına büyük katkıda bulunan edebiyat dahilerinin yetiştiği, muhteşem bir kültüre sahip çok önemli bir komşumuzdur. Rusya ile ilişkilerimizi SSCB döneminde Kurtuluş savaşımıza katkılarını da unutmadan Soğuk Savaş döneminin kalıplarından kurtularak hem siyasi hem ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yeni ve farklı bir bakış açısıyla değerlendirmemiz ayrıca büyük önem taşımaktadır. SSCB döneminin ülkemiz üzerindeki toprak emellerine karşı NATO’nun önemini de hiç yadsımamamız gerekmektedir. Zira büyük ve güçlü komşularla iyi ilişkiler idamesi her zaman bizim kontrolumuzda olmayan çeşitli riskler taşımaya devam edecektir. Ancak Rusya’nın NATO ülkeleri için SSCB gibi bir düşman mesabesine gelmemesi ve bölge için ülkemiz ile beraber istikrar kaynağı işlevi yürütür hale gelmesi dünya barışına da katkı sağlayacaktır.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER