Cumartesi, Nisan 20, 2024

Mükemmel felaket: Toplum artık kimsesiz ve muhakemesiz!

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.

Toplumu doğru okumakta ve tanı koymakta zaten beceriksiz ve geriden gelenlerin dikkati açısından, şu iki haftada toplumun psikodinamiği de değişti. Öncelikle gençlerin ve değişimciler olmak kaydıyla toplumun üstüne çökmüş genel umutsuzluk hali ve kaygı veren tablo artık çok farklı.

Kurumsal muhalefetin büyük temsilcisi Altılı Masa, Millet İttifakı olduğunu anons edeli çok olmadı. Yani topluma bir sene türlü ayrıntılarını ince ince işleyerek hazırladığı demokrasiye geçiş paketini, hükümet programını, seçim stratejisini, vs açıklanalı.

Türlü eleştiriler kategorik olarak “muhalefete muhalefet” diye kulak arkası edildi veya susturuldu. Çünkü “kötü niyetli” olduğunu artık tescillemiş oldukları iktidar karşısında, “iyi niyetinden” şüphe etmedikleri muhalefeti baltalamak olarak görüldü.

Aman “iktidarın elini güçlendirmeyin”, “felaket tellalcılığı yapmayın”, ”iyimser ve iyi niyetli olun”, “moral bozmayın” vs. denildi. Zaten bu ülkede iktidar şakşakçıları ne kadar “ahlak polisi” ise, “Beyaz Kitap” başarısını alkışlayan muhalefet taraftarları da o kadar evhamlı “moral bekçisi” – ki devşirme sözcük “moral” de “ahlak” demek! Kaldı ki, özellikle psikososyal ve dolayısıyla da siyasî “işlev” söz konusu olduğunda hele, “niyet” tamamen ilgisiz, anlamsız ve önemsiz. Çünkü etkisiz!

Kısacası, “ya benden/ya da ondan yanasın” zihniyeti, “ilkel inkâr” savunma yöntemi, “temel güven ve şüphe” yarılması, “ötekinin niyetini okumak veya atfetmek” zihinleri kuşatmış. Yani toplumun zihinsel kapasitesi ve kolektif muhakemesi dil ve düşünce öncesi” tepkisel seviyeye adamakıllı gerilemiş durumda.

Dahası, tüm bunlar da bana muhalefetin de iktidar mantığı veya egemen siyaset biçimi ile özdeşimini anlatıyor. Yani sadece statükoya bilmeden, istemeden de olsa hizmet etmekte olduğunun ve ona güçlü bir alternatif sunamayacağının baş emaresi olmakla kalmıyor.

Üstelik bunlardan yola çıkarak, “zamanın önüne” geçip, “önlem almak” arzusuyla davranıyor olması, bu toplumun kolektif bilincine veya bilincinin dışına, ülkeyi sağlam bir geleceğe taşımak şöyle dursun, önce kendini bile kurtaramayacağını gösteriyor.

Nitekim bu sebeple iki hafta önceki ‘“Dik duran çuval’dan görünen hoşluklar ve görünmeyen boşluklar” yazımı yazmayı bir görev bildim. Çünkü mesele bazılarının kolayca varsaydığı veya yaftaladığı gibi, basit bir düş kırıklığından ibaret değil(di).

Basma kalıp popülist ve partizan siyasi retorikler ile kendi kör noktalarını pekiştirmekten ve halkı oyalamaktan vazgeçilmesi gerekiyor (idi). Bunun için de radikal bir siyasî zihniyet ve performatif tarz değişikliğinin gerçekleştirilmesi şart (idi).

Çünkü “aklı evvel ve başında” parti kurmayları yıl boyunca sonra uygulanmak üzere “mükemmel tasarım” hazırlarken, parti liderlerinin kendi “değişmez siyaset pratiklerini” ve tarzlarını halkın önünde sergilemekte olduğu zaten yeterince abuk (idi). ‘Acaba iktidar olduktan sonra kimi CB adayı seçer ve ne zaman açıklarsak başa geçeriz’ gibi hesaplar da o kadar sabuk (idi)

İktidarın yönetsel yetersizliğinin ve demokratik bir seçimle kaybedecek olmasının muhalefetin ve dolayısıyla da Türkiyenin kazanacak olduğu anlamına gelmediğini ve gerekçelerimi aynı süre boyunca ısrarla yazdım. Daha geçen ay toplumun ve siyasetin genel ve çoklu değerlendirmesini yapıp, son ipucunu da vermek için sormuştum: “İktidarsız. Muhalefetsiz. Peki ya erotik?

Özetle, Cumhuriyet rejiminin zaten bir asırdır sağlam temellerle kurup sürdüremediği cılız kurumsal (devlet/özel) yapılanması, adamakıllı zayıflamış ve lime lime olmuş halde (idi). Muhalefetten beklenen eski normale dönüşü yeterli bulması ve bunun için bile yetersiz olacağı belli bir ortak hazırlık ile, eski ve yaşlı devlet örgütlenmesini yeniden üretmesi değil(di).

Muhalefet retoriklerindeki köktenci dönüşümü” gerçekleştirecek olan kilit ve temel halk kesiminin muhalefetten duymak ve görmek istediği, türlü “iktidardan yakınmacı, dürüst, ahlaklı, temiz siyaset rasyonalizasyonları” ve birbirleri ile rakip partizanca karışık ve çelişkili mesajlar” değil(di). 

Üstelik bunların ana hedefi olarak araçsalcı hesaplar ve oy devşirmek hayali ile, iktidar temsilcisi liderine körü körüne aşk, sadakat veya çıkar bağı ile kenetlenmiş az bir seçmen kesiminin  seçilmiş olması,  salt bu kesimde küskünlük sebebi değil, aynı zamanda da kaybetmek demek (idi).

Oysa, halkın neredeyse tamamı muhalefetten köktenci ve güven verici” bir değişim arzusunda (idi). Yani endişe giderici ve teskin edici” bir yönetsel yeterliğin teminatını ve göstergelerini bekliyor (idi).

Kaldı ki, hem seçim sonucunu tayin edici, hem de geleceği fiilen kuracak, icra edecek ve yaşayacak olan genç nüfusun önemli çoğunluğu çağa uygun özgürlükçü ve çoğulcu demokratik yaşam biçimlerini talep ediyor (idi).

Elbette “arzu”, “beklenti”, “istek”, “istenç”, “gereksinim” ve “talep” oldukça farklı anlam ve temel işlevleri olan teknik psikolojik kavramlardır. Yaygınlıkla yapıldığı gibi, toplumsal analizlerde gelişigüzel kullanılırlarsa hiç bir işe yaramazlar. Hatta yarardan çok zarar verirler.

Dolayısıyla, ilk yapılması gereken ve fakat ısrarla yadsınan da belli (idi):  Önce milletin sesi”ni doğru duyup, topluma doğru tanıları koymak. En güçlü yanı olan bu değişim öncülerini bulmak.  Onların sinerjisi ile birlikte tüm halkı harekete geçirecek ve zayıf yanlarını da onaracak ve güçlendirecek olan kolektif Erosa hitap edebilmek idi.

Bugün aşk veya nefretle paylaşılamayan, idolleştirilen, putlaştırılan Atatürke ithaf edilip de onunla bir türlü (muhtelif niyetli) taklitlere özdeşim kurulamayan da öncelikle budur. Nitekim o yazıda Kurtuluş Savaşı’na ve elan vital kavramından salt bu amaçla söz etmiş idim. Bu yazımın başlığı ve konusu da o yazınınkilere  gönderme  tabii.

Gün doğmadan neler doğar, malum. Toplumu doğru okumakta ve tanı koymakta zaten beceriksiz ve geriden gelenlerin dikkati açısından, şu iki haftada toplumun psikodinamiği de değişti. Öncelikle gençlerin ve değişimciler olmak kaydıyla toplumun üstüne çökmüş genel umutsuzluk hali ve kaygı veren tablo artık çok farklı.

Zaten kaç zamandır “gerçek yurtseverler” ya beddua ediyor,  bela okuyor veya çırpınarak çığırıyordu zaten: “Ey Türkiye’m, titre ve kendine gel!” Birileri duymuş olmalı ki “sıkı titretti”. Hem de “damardan” ve yerin altındaki ve üstündeki, görünen görünmeyen tüm fay hatlarından. Hemen her birincil eksende ve her “küyerel” yönde. İkincil artçılar da yola çıktı zaten!

Yani araya deprem felaketi girdi. Değil Millet İttifakı’nın bugüne ertelenmiş “CB adayı kararlaştırmak veya açıklamak” için planlanmış toplantısının, tüm ülkenin gündemine “deprem” oturdu. Hem de uzun yıllar, travmatik ardıl sarsıntılarıyla kolay kolay çıkmayacak şekilde. Buyurun işte; “mükemmel felaket”!

İnsanlar devletin nasıl enkaz altında kaldığını canlarını yitirerek gördü. Devlet örgütlenmesinin güçsüzlüğü ve yetersizliği kadar, fedakar gönüllü ve örgütsüz sivil halkın eşgüdümsüzlüğüne tanıklık etti. Empatiyi, sempatiyi ve apatiyi çaresizlikle birlikte yaşadı.

Tüm toplum acı kayıplar pahasına maddî ve manevî anlamda kimsesizliği ile tanışıyor. Bugün Türkiye’nin durumu çok daha farklı. Artık hiç bir şey ne iktidar, ne de muhalefet için eskisi gibi olabilir.

Öte yandan, sanmıyorum ki söyleminde köktenci bir dönüşüm olan hiç bir toplum da yeni bir başlangıç veya “sayfa açmak” için ütopik bir tabula rasa  konumuna bu kadar yakın bir şans yakalasın.

Zira bu deprem ve iç içe geçmiş çoklu sorunlar yumağı ile daha kağıt üzerinde yürümeyeceğini öngördüğüm ve toplumsal yükü kaldıramayıp çökeceği konusunda uyardığım, Millet İttifakı’nın “çuval tipi” toplumsal yapı-sistem güçlendirme modeli için de bence önemli ve tam zamanında ortaya çıkmış bir doğal test” oldu.

Kimilerine ironik” gelse de, hala yol yakınken, muhalefette bir reform, revizyon, rekonstrüksüyon, rehabilitasyon, reset, vb. için de önemli bir fırsat sundu.

Fakat umarım bu yazdığım da (es kaza duyulup, dinlenecek olursa eğer tabii) somut ve aşina olunan düz anlamda alınmaz. Tüm Türkiye’nin demokratik geleceği için yapıcı muhalefetin güç birliği yaparak, kolektif yönetsel muhakemenin gelişmesi için  derhal harekete geçilir. Önceki zihinsel yanlışlardan ve siyasî zaaflardan uzak durulur.

Özellikle en geniş (tüm partiler üstü, altı, merkezi, kenarı, Sağı, Solu, dışı, vs) demokrasi muhalefeti gönül, güç ve el birliği yaparak şimdi değişimin birincil hedefini tutturup, toplumsal  ivmeyi yakalayamazsa eğer, bir daha asla başaramaz; Türkiye kolay kolay ayağa kalkamaz!

Türkiye’de tüm toplum demokratik yönetişim için eşzamanlı ve çoklu beceriler geliştirmek zorundadır. Ve tabii bunları doğru zaman-mekanlı icraatlarında kullanmak durumundadır.

Açıkçası, muhalefetin hala ortak Türkiye ittifakına doğru çalışmak için, söz gelimi   deprem kayıplarının “kırkının çıkmasını” beklemesi demek, artık bu toplumun ve dünyanın gözü önünde diri diri gömülmesi sorumluluğuna iştirak etmek demektir.

“Kapıdaki tehlike”nin büyüklüğüne dikkat çekmek de yetmez. Geçn hafta yazdığım gibi, hem iktidarı, hem muhalefeti, hem de pre-/süresince/-post-travmaya gömülmüş halkı daha çok paniğe sokar. Zaten çoktandır tehlike içerde ve kendi içindeydi. Büyük basınç biriktirmekte ve ajite etmekteydi. Moderni muhafazakarı fark etmeksizin yeterince evhamlı ve endişeliydi. Fakat toplumsal fay hatlarındaki basınç ve tektonik metafor olarak işlevsel olsa da, yerkürenin sismik hareketleri gibi basınç boşaltmaz.

Bu kolektif ve farklı biçimlerde yaşanan acı dayanılır gibi değil. Çünkü toplumun kolektif organizasyonel zekası”ndan vaz geçtim, duygu durumu” da adamakıllı hassaslaşmış ve kırılganlaşmış bu tepkisel milletin en temel duyuları ile de hala oynanıyor. Kurucu güven” duygusu çoktan yok olmuştu, onun yerini temel şüphe” alıyor!

“Niyet” yetmez demiş idim. Hele şu aşamada son derece ilgisiz. Dezenformasyon ve popülist siyasî amaçlı manipülasyon, hangi niyetle veya bilerek bilmeden de olsa aynı yıkıcı işlevi hızla görüyor. Komplo kuramı”, algı yönetimi”, vb  diye geçiştirilemeyecek kuşku” artık borderline altyapılı şizofrenik yarılmış tolumda psikotik paranoya sınırına varmış görünüyor.

Artık Türkiye “yalnız ve güzel ülkem”iz değil; bu toplum “kimsesiz” ve “muhakemesiz”!

Yani bu halk birbirine bakmak, büyütmek ve kendi kendine organize olmayı özdisiplinle öğrenmek zorunda. İki sene önce betimlediğim Demokrasi-antidemokrasi paradoksal kavşağına ve bilinçli seçimine gelinceye kadar, çok daha farklı, temel ve yaşamsal önemdeki bir yol ayrımında: Ya böylece yönetsel irade geliştirip, kendinin sorumlu yönetimini ele geçirmek ve toplumsal yönetişime katılmak durumunda. Veya birbirinin gözüne baka baka, kötü niyet okuyarak, atfederek, azm ettirerek, olumlayarak, birbirini ve kendini yok etmek durumunda!

“Modern devlet” kavramının da zaten beka diye diye içi doldurulamamıştı, ulusla arasındaki “tire” bağı çoktan düştü’ diye de yazmıştım. Sanırım ikinci bilinçli/bilinç dışı tercih de, dünyevî hakikatten kopmuş toplumun ulusal bekasının yok oluşu anlamına gelir.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI