Muhalefetin ana mesajı ne olmalı?
Politikyol
Bu eksen belki de yaşamakta olduğumuz Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en kör parmağım gözüne servet transferinde yatıyor.
Hukuk devleti aslında oldukça basit bir kavram. Yasaların ve evensel hukuk standartlarının başta devlet, devleti yönetenler ve iktidar sahipleri olmak üzere herkese aynı şekilde uygulanması. Bu anlamda Türkiye’de hiçbir zaman hukuk devleti olmadı. Çünkü yargı diğer eksiklerinin yanı sıra her şeyden önce devlet adına güç kullananlar ve devleti arkasına alanlarla vatandaş arasında tarafsız olamadı. Güçlünün karşısında zayıfın yanında olamadı. Yani adil olmadı.
Ama yargının bugünkü kadar belli bir partinin ve kişilerin vesayeti altına girdiği, hukukun dışına çıktığı ve araçsallaştığı da görülmemişti.
Dünkü Gezi davasında çıkan hukuksuz ve delilsiz, bu olaydan haberdar olan – bir an için bile kuşku duymayalım toplumun çok büyük kesiminin haberi yok – vicdan sahibi herkesi derinden yaralayan hükümler bunun en son örneği. Bu tür siyasal cezalar seçim güvenliğini de tehdit ediyor. Toplantı ve gösteri hakkı demokrasinin en temel güvenceleri arasında.
Bu yeni bir durum değil. Beş yıl önce Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP adalet yürüyüşünü tam da bu nedenle, bu duruma isyan ederek yapmamış mıydı? Dokuz yıl önce milyonlarca vatandaş bu duruma gelmemek için, bu duruma gidişi o günden gördüğü ve durdurmak istediği için Gezi protestolarını gerçekleştirmemiş miydi? Gezi protestolarına giden süreçte demokratik tepkilerini gösterirken başta yaşam ve ifade olmak üzere anayasal hakları ellerinden alınan Metin Lokumcu (1956-2011) gibi sayısız vatandaş yok muydu?
Uzun süredir yaşadığımız ve iktidara destek azaldıkça derinleşmesi ön görülmüş olan bir otoriterlik.
Ve bu durumu değiştirmenin yolu da uzun zamandır belli ve belki de tek.
Muhalefetin önümüzdeki, önümüzdeki yıl boyunca her an olabilecek seçimleri büyük bir farkla kazanması. Böyle bir halk desteğini hareketlendirebilmesi. Bunu da demokratik siyasal sistemi ve bağımsız, tarafsız ve liyaklatlı yargıyı kurmaya kararlı bir programla kazanması.
Ama muhalefet bir araya gelerek tünelin ucunda bir ışık gösterebilse de bu ışık aydınlığa açılan bir kapıya ve umuda dönüşmüş değil.
Neden? Türkiye’de insanlar adaleti umursamadığı için mi? Demokrasiyi önemsemediği için mi?
Hayır. Dünyada ortalama insan ne kadar umursuyorsa o da o kadar umursuyor. Hatta gelir, sosyekonomik refah ve eğitim düzeyine göre belki başka birçok toplumdan daha fazla önemsiyor. Dediğim gibi Gezi protestoları, daha önceki yazılarımda vurguladığım, tüm yenilgilere rağmen bir türlü düşmeyen seçimlere katılım oranları bunun en büyük kanıtları.
Ama Türkiye’de var olan aksak demokrasi, özgür medya ve hukuk bir anda çökmedi. Zaman içinde ve kademeli olarak ortadan kaldırıldı. Bu süreç içinde sayısız adaletsizlik oldu ve toplumsal ve siyasal muhalefetin çabaları durumu değiştirmeye yetmedi, çoğu yerde de kötüleştirdi. Muhalefetin farklı stratejilerle ümit uyandırmaya çalıştığı, toplumun önemli kısmının mobilize olduğu ama son kertede demokrasi adına yenildiği birçok süreç yaşandı. Hatta Haziran 2015’de insanlar iktidarı muhalefete de verdi – en azından çok açıkça iktidara gücü paylaş mesajı verdi -- ama sonra Haziran-Kasım arasında olanları tarih aydınlatacak.
Her kötülük zamanla sıradanlaşır. Dolayısıyla Türkiye’de de adaletsizlik sıradanlaştı. Hakikat flulaştı.
Tüm bunlara ekonomik buhranı, gelecek endişesini ve hâlâ işi ve geliri olanların onu da kaybetme korkusunu eklersek insanlar bitkin.
Zaten tüm siyasal sistemlerde dar olan ortalama seçmenin “dikkat penceresi” daha da kapanmış durumda.
Bu dikkat penceresini aralamak ve umut yaratmak için muhalefetin yeni eksen ve net ve somut birkaç mesaj bulmaya ihtiyacı var. Bu mesaj, kimlik ve hikâye bulunmuş değil, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem uzlaşması çok önemli ve doğru ama halka böyle bir mesaj veremiyor. Dikkat penceresini aralayamıyor.
Bu öyle bir mesaj olmalı ki hem en bakmaktan yorulmuş göze bile gözükmeli, hem toplumun çok büyük çoğunluğunun gündelik hayatına ve en temel adalet duygularına hitap etmeli, hem de en sinsi hikâyeyle bile perdelenememeli. Ve her şeyden önce siyasetin bu eksenini iktidar değil halkla beraber muhalefet kendisi belirlemeli.
Bu eksen belki de yaşamakta olduğumuz Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en kör parmağım gözüne servet transferinde yatıyor.
Hızla daralmakta olan milli gelir son derece bilinçli politikalarla çok büyük çoğunluktan çok küçük bir azınlığa aktarılıyor. Bunun sonuçları büyük çoğunluğun gündelik hayatında en somut şekilde hissediliyor.
2021’de nüfusun en zengin yüzde 1’i toplam servetin yüzde 37’sine toplam milli gelirin de yüzde 19’una sahipti. Toplumun yoksul yüzde 50’sinin tümünün toplam geliri ve servetiyse yüzde 1’lik küçük azınlığın yanına bile yaklaşamıyor. Toplam milli gelirin yüzde 12’si ve toplam servetin sadece yüzde 4’üne sahip.
Bu yılki politikalarıyla iktidar bu eşitsizliği son derece bilinçli şekilde derinleştiriyor. Enflasyonist para politikasıyla orta ve yoksul sınıflardan alıp kayırılan şirketlere ödemeler ve kur garantili düşük faiz politikasıyla zengin azınlığa servet aktarıyor. Bu en basit dille halka anlatılabilecek ve reddedilemeyecek bir adaletisizlik.
Bu servet aktarımını durdurma ve geriye çevirme vaadi muhalefetin ana siyaset ekseni olabilir. Halkın karşısına bu eşitsizliği ortadan kaldırmaya yönelik sosyal adaletçi politikaları bir senet haline getirerek çıkabilir.
Hukuksuzlukları hâlâ takip edebilen kesimle dikkat penceresi kapanmış çoğunluğun, gelecek ümidi kalmayan gençlerin adalet duygularını orta ve yoksul sınıflara ve gençlere yönelik bu tür bir mesaj birleştirebilir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun son elektrik faturası protestosu ve videosu böyle bir siyasete yönelikti. “CHP ittifak adına sosyal demokrat politikalardan feragat ediyor” eleştirilerine yanıt bir değişimin de işaretini veriyordu.
Bu videoda üç cümle dikatimi çekti.
“Neoliberalizm can çekişiyor.”
“Bu milletin karakteri değişimden yana”
“Dünyanın değişmesi lazım Türkiye’nin de değişmesi lazım”
Bu son cümle muhalefetin demokrasi mücadelesine dünyadakiyle ilişkilendirmesi ve iktidara gelirse demokratik dünyadan alacağı destek için de kritik.
Bu siyaset ancak 6 partinin ortak vaadi olan somut politikalarla ve bu politikaları uyguayacak kadrolarla başarılı olabilir. Bu konuda adımlar CHP kadar sağ patilerden de gelmeli.
Bu siyasetin halka ulaşmasıysa ancak parti teşkilatlarının ve toplumsal muhalefetin aktif katılımıyla.
Çağımızda demokrasiler ve adil toplumsal mukaveleler askeri darbelerle yıkılmıyor. Süreç içinde seçilmiş hükümetlerce gerçekleştirilen sivil darbelerle kademeli olarak ortadan kaldırılıyor. Bu çağda demokrasi mücadelesi mutlaka hem kararlılık hem birlik hem de yaratıcılık gerektiriyor.
Yorumlar