Perşembe, Mart 28, 2024

Muhalefet, ittifaklar ve cumhurbaşkanı adayı

Son günlerde muhalefet bileşenlerinin hangi ittifak kombinasyonlarını oluşturacağı veya ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkarıp çıkaramayacağı, çıkarırsa kim olacağına dair oldukça yoğun tartışmalar yapılıyor. Bunlar elbette hayati önemde olmakla birlikte yolculuğun başlangıcına değil nihai menziline dair meseleler. Bilenler bilir asıl olan varılan yerden ziyade yolculuğun kendisidir.

Türkiye, nice zamandır yaşadığı fakirliğin, adaletsizliğin ve mutsuzluğun kaynağı olan eşi benzeri görülmemiş bir siyasal krizin pençeleri arasında kıvranıyor. İktidar bileşenleri dünyevi çıkarları ve kişisel “bekaları” adına Cumhuriyet’in değerlerini ve kurumlarını yok ettiler. Daha vahimi, asırlardır çeşitli zamanlarda saldırılara maruz kalmasına rağmen ayakta kalmayı başarmış toplumun duygusal birlikteliğine, yani bir arada yaşama irademize, azmimize, arzumuza kast ediyorlar. Bunu da geçmişte yaşadığımız acıları istismar ve/veya milli/dini duygularımızı suiistimal ederek yapıyorlar. Milleti birbirine kırdırırken, yarattıkları sefalet üzerine inşa ettikleri saraylarda sefa sürüyorlar.

Kötülüğü ona benzeyerek veya ona yol vererek bertaraf edemeyiz. Geçmişin ezberlerine dayalı siyasi söylemler bizleri geleceğe taşıyamadı, taşıyamaz. Yeni bir hikâye yazmamız, bunun için de birbirimizin dertleriyle hemhal olup, geleceği birlikte tahayyül etmemiz gerekiyor.

Türkiye’nin en temel sorunu ve gelinen krizin ana kaynağı siyasetin Türkiyelileşememesi. Mevcut siyasal yapıların kimisi Türkçü, kimisi Kürtçü, kimisi dinci, kimisi seküler, kimisi Kemalist, kimisi de bilmem neci… Lakin hiçbirisinin odağı Türkiye değil. Her biri ayrı bir kompartımana dayanarak lokomotif olma derdinde.

Oysa ki kolaycılığa ve konfora dayalı kimlik siyaseti, Türkiye’de AK Parti iktidarının (dünyada popülist sağın) bezdiren manipülasyonlarıyla tüm kesimleri içinden çıkılması imkânsız kavgaların girdabına sürükledi. Kiminin içinde büyüdüğümüz, kimini sevip, beğenerek yakamıza taktığımız kimlikler, bizleri kutuplaştıran ve ayrıştıran birer sınır işlevi görmeye başladı. Karşı mahallenin acısına kayıtsızlıkla başlayan bu süreç giderek her birimizi komşusuna selam vermekten imtina eden insanlara dönüştürdü.

İşte muhalefete dönük beklenti ve umudun bir kısmı bu bezginlik ve kimlik hapishanelerinden çıkma arzusuna dayanıyor. Çünkü toplumun önemli bir kesimi söz konusu bir araya gelişlerde nefes alma imkânı görüyor. Bir kısmı halen iktidarın her vesileyle duvarlarını sağlamlaştırdığı yankı odalarında kalsa da o odaların dışında korkulacak bir şey olmadığını anladıkça durumun değişeceğini düşünmek yaşananlara baktığımızda hiç de iyimserlik sayılmaz. Eğri oturup doğru konuşalım: Başka çaremiz de yok.

Muhalefet aynı zamanda Türkiye’nin izdüşümü ve bu sebeple İktidar tarafından atomize edilerek zayıflatılan toplumun her bir parçacığını bünyesinde barındırarak toplumu tekrardan bir araya getirebilme potansiyeline sahip.

İktidar da bu potansiyelin farkında ve muhalefetin buna eriş(e)memesi, toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelmemesi için her türlü hamasi söylemi devreye sokuyor. İktidarın, insanların sıkıştıkları yankı odalarından çıkma arzusunda olduğunu fark ettiği her an daha da telaşlandığını görüyoruz. Telaş ise seri şekilde hata yapmalarına neden oluyor. Son zamanlarda sık sık tanık olduğumuz kararsızlığın ve yazılan tweetleri, yapılan filmleri sildiren halet-i ruhiyenin sebebi bu.

Ne mutlu bizlere ki toplum da bu durumun farkında. Ve bu farkındalık ikili bir sonuç üretiyor. İktidarın zulmü arttıkça, toplumun farklı kesimleri birbirlerine daha çok yaklaşıyor ve umutlar her geçen gün daha da yükseliyor.

Yani ipler iktidarın elinde değil, geleceğin anahtarı artık muhalefette. Yapmamız gereken tek şey potansiyelimizi ortaya koyabilmek için gerekli adımları cesaretle atmak. Bunu yapmak için de kuracağımız ilişkileri sürdürülebilir kılacak mekanizmaları oluşturmamız gerekiyor. Böylece muhalefette nice zamandır şekillenen ittifak bir ruha kavuşmuş olacak ve insanlara güven verebilecek. Bunu başarmaya başladığımız an adayın kim olacağı o kadar da önemli olmayacak.

İttifakların nasıl teşekkül edeceği ya da cumhurbaşkanı adayının kim olacağı tali meseleler. Lakin adayın kim olmaması gerektiği konusunu gözden geçirebiliriz. Birçoklarının aksine Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olmaması gerektiğini düşünüyorum. Fakat öne süreceğim sebepler onun siyasi yetersizlikleri değil, bilakis siyasette an itibariyle üstlendiği rolün cumhurbaşkanlığı adaylığından hatta cumhurbaşkanlığından daha önemli olması.

Kemal Bey, CHP’nin Türkiyelileşmesini sağladığı gibi bunun da ötesine geçerek Türkiye’nin farklı mahallelerinin kavşak noktası, bir nevi muhalefetin Taksim Meydanı oldu. Bu misyonu adaylıktan çok daha hayati önemde zira belirlenecek adayın (kim olursa olsun) kazanabilmesi için Kemal Bey’in artık kurumsallaşmış olan bu konumunu muhafaza etmesi gerekiyor.

Bu yolculuğu bir maratona benzetirsek son 100 metredeki deparlar esnasında iktidarın yoğun taciz ve saldırılarından dolayı atabilecek sigortalara veya yapılacak sabotajlara karşı adeta bir jeneratör hüviyeti ile devreye girerek muhalefetin karanlıkta kalmamasını sağlayacak kişi Kemal Bey. Muhalefetin bileşenleri arasında bir tür yediemin konumunda. Maratonun 100 metreye kadar başarılı şekilde götürülmesi ve o son 100 metrede de yalpalamamak, düşmemek için ona ihtiyaç var.

Ayrıca seçim sürecinde, siyasi alanda uzunca süredir devam eden soğuk savaşın sıcak savaşa dönüşeceği ortada. Adaylar arasında pek çok sözlü meydan muharebelerine tanık olacağız. Kemal Bey bu harbe girdiği anda başka bir hüviyete bürünecek ve yukarıda bahsettiğim hayati misyonunu yitirecek. Onun şimdi üstlendiği rol ise ikame edilemez.

Ve en nihayetinde, ertelenmiş bahara kavuşup Cumhuriyet’i demokrasi ile taçlandırarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni yüzyıl sonra bir kez daha onurlandırdığımızda ise Çankaya’ya uğurlanması gereken ismin, sarf ettiği onca emek, verdiği mücadele ve yaptığı fedakârlıklar göz önüne alındığında Kemal Bey olduğu da çok açık.

Son olarak Meral Akşener’in adaylığına da değinmek isterim. Kendisinin olası adaylığı ve HDP’nin buna vereceği destek Türkiye açısından çok ama çok büyük anlam ifade ediyor. Çünkü bu adaylık memleketin iç içe geçmiş iki temel sorununun, rejim ve demokrasi sorununun bir arada çözüme kavuşabilme ihtimalini ihtiva ediyor. Seçimler sonunda çifte bayram yaşayabiliriz. Tabii Meral Hanım’ın önce kendi aşil tendonunu zafiyet olmaktan çıkarması ve Kürtlerle direkt, eşit koşullar altında konuşma cesaretini göstererek diğer bileşenlerle birlikte Türkiye’yi kahvaltı masasında bir araya getirmesi gerekiyor.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

YAZARIN DİĞER YAZILARI