Cumartesi, Nisan 20, 2024

Muhafazakârlığın Kışı Başlıyor-4:  “27 senelik istibdattın sonu”

Çok partili hayata geçişle CHP’nin iktidarının sonu, muhafazakâr hafızada “27 senelik istibdattın sonu” olarak kodlanmıştır. Sık “tek parti dönemi” söylemine başvurulması, bu dönemin muhafazakâr hafızadaki hiyerarşik yerine işaret etmektedir.

Muhafazakâr hafızanın tarihî serencamına dair bir süredir devam eden yazı dizimin bu bölümünde tek parti döneminin son yıllarındaki muhafazakâr çeşitlenmeye odaklanacağım. 1945 yılına kadar CHP hâkimiyeti altında tek parti rejimi devam etmiştir. Önceki yıllardaki çok partili siyasi yaşam deneyimlerinde rejimden hoşnut olmayan kitlelerin muhalif partilere yoğun ilgi duyması devletin varlığı için tehdit sayılmış ve bundan dolayı bu girişimler akamete uğramıştır. 1945 yılında Millî Kalkınma Partisi’nin kurulmasıyla başlayan çok partili rejim ise varlığını 27 Mayıs Askerî Darbesi’ne kadar devam ettirmiştir.

Cumhuriyet’in bu dönemini, fikir hürriyetinin nispeten arttığı, kamusal alanda birçok partinin arzı endam etmeye başladığı, tüm veçheleriyle farklı görüş ve tutumların kendilerini bulmaya/inşa etmeye çalıştığı bir dönem olarak karakterize edebiliriz. Bu dönemdeki fikri teşekküller zamanla güçlenerek gelişecek ve Türkiye’nin sonraki yıllarına doğrudan tesir edeceklerdir. Bu yazı kapsamında odak noktamız ise sadece geleneksel muhafazakârlık olacaktır.

Bu dönemde ve belki de sonraki dönemlerde tek bir muhafazakârlıktan bahsetmek bu alandaki çeşitliliği, geçişleri ve dönüşümleri anlamamızı zorlaştıracağı için yanıltıcı olacaktır. Bundan dolayı genel bir muhafazakârlık düşüncesinden bahsedilse de geleneksel muhafazakârlık alanında farklı tutum ve hassasiyetleri olan bir çeşitlenme göze çarpmaktadır[1]. Geleneksel muhafazakârlık dairesi içinde gözlemlenen bu çeşitlenme 1950’li yıllarda Demokrat Parti etrafında siyasal bir bütünleşme sağlamış olsa da sonraki yıllarda farklı siyasal partiler nezdinde kendisine bir ifade gücü bulmaya başlayacak ve siyasal bir çeşitlenmeye evrilecektir.

Ancak tüm bu ton farklılıklarına karşın, geleneksel muhafazakârları bir ölçüde birleştiren ortak bir kültürel hafızanın varlığından bahsetmek mümkündür. Bu hafıza ortaklığından dolayı, sağ siyasetle tarihsel olarak özdeşim kurmuş olan bu kitlenin sağ siyasetin farklı partileri arasında gidip gelebildiklerini, konjonktüre göre politik tutumlar alabildiklerini görmekteyiz. Dolayısıyla geleneksel muhafazakâr düşüncedeki siyasal tutum farklılıklarından ziyade devraldıkları ve işledikleri kültürel hafızaya odaklanmak bu kitlenin politik tercihlerindeki dönüşümleri ve geçişleri anlamamızı kolaylaştıracaktır. Diğer bir ifadeyle geleneksel muhafazakâr düşünce alanındaki teorik farklılıklar her ne kadar önemli olsa da sosyolojik zeminde bu farklılıkları aşan, sağ cenahtaki partiler arasında kitlesel geçişleri mümkün kılan tarihsel ve kültürel bir hafıza etkili olmaktadır.

 “Tek parti dönemi” retoriği ile muhafazakâr kitlelerin bilinçdışındaki korkularının canlı tutulması hedeflenmektedir.

Tek parti döneminin son yılları tüm farklılıklarıyla geleneksel muhafazakârların siyasal partiler, dergiler, cemaatler üzerinden görünür olamaya başladıkları döneme işaret etmektedir. O günün muhafazakâr hafızasında bu dönem “istibdat” dönemi olarak kodlanmış ve CHP’nin iktidarını kaybetmesi de “27 senelik istibdattın sonu” olarak algılanmıştır.

Günümüzde hâlâ muhafazakâr kitleleri “seferber etmek” ya da “ikna etmek” için sık sık “tek parti dönemi” söylemine/retoriğine başvurulması, bu dönemin muhafazakâr hafızadaki hiyerarşik yerine işaret etmektedir. Bu söylemle muhafazakâr kitlelerin bilinçdışındaki korku ve endişelerinin canlı tutulması hedeflenmektedir.

Necip Fazıl Kısakürek’in söylemine de yansıyan dönemin muhafazakâr algısında söz konusu dönem; “tek parti, tek şef, dinin vicdanlara hapsedildiği, Allah söyleminin yasaklandığı, ezanın Türkçe okunduğu, devlet okullarında dinin müfredattan çıkarıldığı, tekke ve zaviyelerin yasaklandığı, başörtüsüne ve fese el uzatıldığı, camilerin kapatıldığı ya da dini amaçlar dışında kullanıldığı” gibi kodlarla hafızaya kaydedilmiştir[2]. Bundan dolayı bu dönem tümüyle bir “aşırılıklar” dönemi, amiyane tabirle bir “dinsizlik” dönemi olarak işlenmiştir hafızaya.

Burada önemli olan husus, hafızadaki anıların/materyalin ne kadar gerçek olduğu değildir, önemli olan bunun böyle algılanması ve hafızada kendine yer bulmuş olmasıdır. Hafızada bir materyalin kalıcı hale gelmesi ve uzun süre hatırlanabilmesi ise tekrarlanmasına bağlıdır. Nitekim geleneksel muhafazakâr hafızanın teşekkülü olarak algılamamız gereken bu kodlama sonraki yıllarda muhafazakâr aydınların ve siyasetçilerin söylemleriyle ve sözlü kültür yoluyla tekrarlanarak sonraki kuşaklara aktarılmış ve nesiller üstü bir nitelik kazanmıştır.

Tek parti döneminde laiklik adına yapılan uygulamalar dönemin muhafazakâr algısında çoğunlukla “dinsizlik” olarak adlandırılmış ve bu durum doğrudan “komünizm” ile irtibatlandırılmıştır.

Muhafazakâr hafızanın teşekkülünde bu dönemde rol oynayan diğer bir husus ise dine yönelik uygulamaların ve “aşırılıkların” laikliğin zorunlu bir sonucu olarak görülmemesi ve bunun doğrudan “dinsizlik” olarak algılanmasıdır. Daha çok geleneksel muhafazakâr aydınlarda görülen bu eğilimin bir sebebi mezkûr laiklik uygulamalarını doğrudan hedef almanın yaratacağı birtakım riskler de olabilir ancak görünen odur ki hatırı sayılır bir muhafazakâr aydın grubu geleneksel değerler ile sekülarizmi birleştiren sentezci bir muhafazakarlık algısına ulaşmışlardır. Peyami Safa, Yahya Kemal Beyatlı, Mustafa Şekip Tunç gibi aydınların da dahil olduğu bu gruptaki aydınlar, cumhuriyet projesini birtakım radikalliklerinden arındırarak restore edici bir tutum benimsemişlerdir.

Tek parti döneminde laiklik adına yapılan uygulamalar dönemin muhafazakâr algısında çoğunlukla “dinsizlik” olarak adlandırılmış ve bu durum doğrudan “komünizm” ile irtibatlandırılmıştır. Bu dönemin muhafazakâr dergilerinde ve sentezci muhafazakâr aydınların söylemlerinde çoğunlukla “gerçek” laikliğin iyi bir şey olduğuna vurgu yapılmıştır. Türkiye’deki uygulamanın laikliğe uygun olmadığına, zira laiklikte inanç hürriyetinin garanti altında alındığına işaret eden bu söylem, ülkedeki uygulamaları dinin hayatın dışına çıkarılması ve hayatın tüm alanlarından kazınması olarak yorumlamıştır. Dönemin muhafazakâr algısı, bu uygulamaları “din düşmanlığı” olarak kavramsallaştırıp Sovyet Rusya’daki örneklerle ilişkilendirmiştir. Tek parti dönemindeki uygulamaların laikliğin sınırlarını aştığına ve “din düşmanlığına” dönüştüğüne yapılan bu vurgu, muhafazakâr hafızaya “komünizm düşmanlığı” olarak yansımıştır. Tüm veçheleriyle muhafazakârlığın kültürel nedenlerden dolayı sağ siyasete yönelmesinde bu algının kritik bir rolü bulunmaktadır.

1940’lı yılların sonunda geleneksel muhafazakâr aydınların ve dinî cemaatlerin diline yansıyan bu söylemler aynı zamanda Türkiye’deki sol ve sağ siyasetin inşasındaki kültürel alanın etkisini göstermesi bakımından da manidardır.

Dönemin etkili muhafazakâr dergilerinden biri olan Sebilürreşad’daki yazılarda bu söylemin sürekli olarak işlenmesi hem o günkü algıyı hem de komünizmin muhafazakâr hafızadaki karşılığını göstermesi bakımından kıymetlidir. Bu söylemlere yansıyan algıya göre komünizm bir ülkeye yerleşebilmek, orayı hâkimiyeti altına almak için milliyet ve din duygularını yok etme yolunu tutmaktadır. Bu şekilde manevi değerlerini kaybeden kitleleri komünist yapmak kolaylaşacaktır.

Dinde reform söylemi, din düşmanlığı, dinî hayatın belli alanlarıyla sınırlandırma gayesi komünizmin uygulamalarıdır. Dünyada hatırı sayılır bir güce kavuşmuş olan komünizme karşı duracak tek kuvvet/engel İslamiyet kalesidir. Din sayesinde komünizm yenilecek ve yere serilecektir.

1940’lı yılların sonunda geleneksel muhafazakâr aydınların ve dinî cemaatlerin diline yansıyan bu söylemler aynı zamanda Türkiye’deki sol ve sağ siyasetin inşasındaki kültürel alanın etkisini göstermesi bakımından da manidardır. Bu tarihsel algıdan dolayı İslâm ve muhafazakârlık sağcılıkla, sol ise “din düşmanlığı” ve “Batıcılık” gibi değerlerle ilişkili yorumlanmıştır. Bu algının sonraki yıllarda siyasetin şekillenmesindeki rolü açıktır. Bu algı aynı zamanda günümüzde sol bir siyasetin etki alanını, doğal sınırlarını ve yüz yüze olduğu sorunları göstermesi bakımından önemlidir.

Son olarak bu dönemde ortak bir muhafazakâr hafızadan bahsedilse bile muhafazakâr kitlenin ve bu kitleyi temsil eden aydınların ortak bir siyasal duruşundan bahsetmek zor görünmektedir. Tek parti dönemindeki uygulamalara tepki olarak Demokrat Parti’yi destekleyen kitlelerin içinde modernist ve ulusalcı hassasiyetlere sahip sentezci muhafazakârlar, İslami duyarlılıkları baskın olan ümmetçi muhafazakârlar, tarikatlar ve dinî cemaatler bulunmaktadır.  Dizinin sonraki bölümünde ümmetçi muhafazakârların (siyasal İslamcıların) partileşme sürecine odaklanacağım.

[1] Bu dönemde yeni devletin seçkin bürokrasinin de kendini bağlı hissettiği ve korumaya çalıştığı bürokratik bir muhafazakarlık türü de mevcuttur. Bu yazıda muhafazakarlığın bu türü göz ardı edilmiştir.

[2] Tarık Zafer Tunaya’nın aktarımına göre Saidi Nursi ve takipçilerinin meseleyi algılama biçimi şudur: “Mutlak istibdada cumhuriyet, mutlak din sapıklığına rejim, mutlak sefahata medeniyet, keyfi cebre kanun adı verilmiştir.” (1998:61).

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI