Perşembe, Mart 28, 2024

Muhafazakârlığın kışı başlıyor-2: Bulutların toplanmaya başladığı an

Türkiye’de muhafazakâr kitlelerin motivasyonunun arkasındaki tarihsel psikolojiyi ve kültürel belleği analiz etmek için gelin birlikte coğrafyamızda “bulutların toplanmaya başladığı an”a, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine gidelim…

Aynı başlıklı yazımın ilkinde (Muhafazakârlığın kışı başlıyor-1) muhafazakârlık bağlamında kültürel hafıza ile güncel siyaset arasındaki karşılıklı ilişkiye vurgu yapmış ve solun etki alanının sınırlı kalmasında muhafazakâr kültürel hafızanın rolü olduğuna işaret etmiştim. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı rejimi ile daha da belirgin hale gelen toplumsal sorunların (artan işsizlik, döviz kurundaki artış, enflasyon vb.)  varlığına karşın, AK Parti’nin bir miktar güç kaybetmekle birlikte hâlâ sosyal tabanını oluşturan kesimlerden hatırı sayılır destek almaya devam etmesinin arkasında kimlik siyaseti ve ona canlılık katan muhafazakâr toplumsal hafızanın bulunduğunu ileri sürmüştüm.

Muhafazakâr kültürel hafızada kodlanmış olan materyal her ne kadar iç içe geçmiş anı ve olaylardan oluşuyorsa da bunları dönemler üzerinden sınıflamak hem bu izleği takip etmeyi kolaylaştıracak hem de tarihsel süreç içinde bu hafızada meydana gelmiş olan değişimleri ve süreklilikleri anlamamızı kolaylaştıracaktır. Bu yazıda muhafazakâr hafızanın modern toplumsal ve siyasal bağlamda kuruluşunun klasik dönemine, yani yukarıda “bulutların toplandığı an” olarak tarif edilen ve bugüne dair pek çok şeyin başlangıcı sayılacak düşüncelerin/akımların filizlendiği Osmanlı’nın son dönemine odaklanılacaktır.

Bireyi aşan “kültürel bellek”te geçmiş nesillerin hayatlarında karşılaştıkları olayların yarattığı birtakım semboller/noktalar üzerinden kodlanmıştır… Köken mitleri, göç hikâyeleri, işgaller ve fetihler bu sembollerden belirgin olanlarıdır.

Bireyin güncellikle/şimdiki zamanla ve tarihle/geçmişle kurmuş olduğu ilişki biçimi, kendini tanımlama ve belli bir aidiyete bağlanmasında etkili olmaktadır. Güncel olan ile günceli aşan arasında yaptığımız buayrım için Assmann iletişimsel ve kültürel bellek, Halbwachs ise bireysel (içsel) ve tarihsel (dışsal) hafıza kavramlarını kullanmaktadır. İletişimsel/otobiyografik bellekte bireyin kendi yaşamıyla sınırlı hatıralar, olay ve olgular depolanmaktadır. Bireyi aşan kültürel bellekte ise geçmiş nesillerin hayatlarında karşılaştıkları olayların yaratmış olduğu izler birtakım semboller/noktalar üzerinden kodlanmıştır. Bu noktalar daha çok anıların bağlandığı sembolik figürlerdir. Bu figürler, o grubun kolektif hafızasında kalıcı olarak yer etmiş, grubun tarihte yaşamış olduğu tehdit ve kazanımları sembolize ederler. Köken mitleri, göç hikâyeleri, işgaller ve fetihler bu sembollerden belirgin olanlarıdır.

Ali Bulaç’ın ifadesiyle ilk nesil İslamcıların[1] boy gösterdiği Osmanlı’nın son döneminde, “öteki” olarak kurulmuş olan “Batı uygarlığında” yaşanan değişimler ve bunun sonucunda güçlenen siyasi yapılar karşısında “İslam uygarlığının” temsilci olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybetmesinin yaratmış olduğu şaşkınlık İmparatorluk içinde birtakım sorgulamaların önünü açmıştır. Bu tarihsel konjonktürde içerde gerilemenin nedenleri konusunda birtakım farklılıklar olsa da bunu doğrudan “İslam” diniyle ilişkilendirmek en azından siyaseten ileri sürülebilecek bir sav değildi. Siyasal tutumlarından bağımsız olarak grupların Osmanlı Devleti’nin eski görkemli günlerine dönmesini arzu ettiği bu dönemde, bu gruplar “üstün İslam medeniyetinin” yenilgisinin nedenlerini İslam’ın özünden ayrılma zemininde aradılar. “İslam terakkiye mâni” olamazdı, sorun İslam değil onu yorumlayan Müslümanlardaydı. Batı’yla teması savunan ve Batı’daki kurum ve yapıların Osmanlı Devleti’ne taşınmasını savunan siyasal grup ve kişiler bile İslam’ı terakkiye (ilerlemeye) engel olarak görmüyorlardı ya da en azından bunu söylemlerine yansıtmıyorlardı.

19.yüzyılın ortalarından itibaren batılılaşma ve modernleşme reformlarına ilişkin oluşan muhafazakâr tepkinin iki kaynağı vardı. Ulema ve ağırlıklı olarak çağının modern okullarında okumuş olan İslamcı aydınlar.

Diğer taraftan Osmanlı’nın son yüzyılındaki bu tarihsel ve toplumsal momentumda harici ve içsel gelişimlerin tazyikiyle ilk nesil İslamcılar ve muhafazakârlar tarih sahnesine çıktı.  19. yüzyılın ortalarından itibaren Batılılaşma ve modernleşme reformlarına ilişkin olarak oluşan muhafazakâr tepkinin iki kaynağı vardı[2]: Ulema ve ağırlıklı olarak çağının modern okullarında okumuş olan İslamcı aydınlar. Bu iki grup, Batı’nın kültürüne karşı çıkmak gerektiği noktasında ortak bir görüşe sahiptiler ancak ulema, devletin kurumsal modernleşmesinin kendi aleyhine olacağından hareket ederek bu sürece de karşı çıkıyordu. Yeni nesil İslamcılar ise bu noktada daha eleştirel bakıyor ve devletin kurumsal açıdan yenilenmesini ve Batı’daki kurum ve uygulamaların alınmasını İslami açıdan makbul görüyorlardı. Bu tutum daha sonra en yetkin ifadesini Ziya Gökalp’in “Batı’nın maddi kültürünü alalım, harsına/kültürüne karşı çıkalım.” söyleminde bulacaktır.

Muhafazakâr grup içindeki bu yeni İslamcı aydınlar da tıpkı Batılılaşmayı savunanlar gibi, devlet odaklı bir değişimi savunuyorlardı. Tüm sistemin merkezileştiği ve merkez ile çevre arasında tarihsel olarak kurulmuş olan zımni sözleşmenin merkez lehine yeniden kurulduğu bu modern tarihsel bağlamda, hedef devleti ele geçirmek ve devlet üzerinden İslami esaslara göre yeni bir toplum ve devlet düzeni yaratmaktı. Bu dönemdeki muhafazakâr grupların kültürel hafızasında devlet, ülke (toprak) ve din ontolojik olarak ayrılmaz bir üçlü oluşturmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin aynı zamanda hilafet merkezi olması ve tüm Müslümanların koruyucu vasfına hukuki olarak sahip olması da bu bağlantıyı güçlendirmiş olmalıdır. Devlet ve din arasında kurulan bu ontolojik özdeşliğin sarsıldığı ve ortadan kalktığı dönem Cumhuriyet Dönemi olmuştur. Bu yeni dönemde, siyasal İslamcılar mevcut devletleri İslam’ın önünde bir engel olarak görmüşlerdir. Bundan dolayı ideal “İslam devleti” bir mefkure olarak yaşamasına karşın, belli bir torağa veya devlete nispet edilebilir olmaktan çıkmış ve İsmail Kara’nın yerinde deyimiyle “yersiz ve yurtsuz” kalmıştır.

Söz konusu dönemin toplumsal hafızasında iz bırakan diğer bir husus ise İslam dünyasının ve aydınlarının bu dönemden itibaren, Batı karşısında yaşanan mağlubiyetin yaratmış olduğu tedirginlik ve kaygı içinde savunmacı bir ruh haline kapılmaları olmuştur. Bu durum Adler’in kavram setine başvuracak olursak sonraki yıllarda “aşağılık duygusunun” aşılması ve “üstün olma” arzusunun canlı tuttuğu bir siyasal arayışın zeminini oluşturacaktır. Muhafazakâr kitlelerin seferber edilmesinde bu tarihî yenilginin yaratmış olduğu derin psikolojik etkilerin hala ciddi rolü bulunmaktadır. 

“One minute” çıkışının harekete geçirdiği muhafazakâr kitlelerin motivasyonunun arkasında siyasal İslam’ın 19. yüzyıldaki “mağlubiyetin” izleri bulunmaktadır.

Bu arayış ve arzunun dışa vurumu olarak görülebilecek diğer bir husus ise dinin vaaz ettiği ahlaki yorumlarının geri plana itilmesi (dünya işlerinden uzaklaşma ve perhizkâr bir hayat sürme) ve bunun yerine dine dayalı bir siyasal ahlakın ön plana çıkmasıdır.  Diğer bir ifadeyle dinî sembol ve ritüellerden motivasyonunu alan ama “dindar olmayan” rasyonel, araçsalcı, öngörülebilir ve devleti ele geçirmeye çalışan bir siyasal akıl, “Siyasal İslam” adı altında tarihteki yerini almıştır. Tarihi İslam tecrübesini paranteze alarak ilk kaynaklara dönen bu siyasal akımın arkasındaki tarihsel psikoloji, 19.yüzyılda belirgin hale gelen “mağlubiyetin” bir an önce gelmesi beklenen mutlak başarı ve acil galibiyet arayışlarıdır. Recep Tayyip Erdoğan’ın 2009’daki “one minuteçıkışının harekete geçirdiği muhafazakâr kitlelerin motivasyonunun arkasında bu tarihsel psikoloji ve kültürel bellek bulunmaktadır.

Son olarak devleti ele geçirerek devleti ve toplumu kurtarmak ve yeniden düzenlemek amacıyla tarih sahnesine çıkan bu muhafazakâr tepki Cumhuriyet’in ilanına kadar, içinde taşıdığı çoğulluğa karşın kültürel kodların korunması noktasında son derece tutarlı ve dirençli bir tutum sergilemiştir. Ulemadan gelen farklı tepkilere karşın ilk İslamcı nesil, meşruti idare biçimini, saltanatın kaldırılması dâhil padişahın yetkilerinin sınırlandırılmasına yönelik olarak gündeme gelen uygulamaları İslami referansları kaynak göstererek savunmuştur. Bu tarihsel süreçte İslamcı aydınları zorda bırakan süreç hilafetin kaldırılması ve cumhuriyetin seküler bir elit eliyle ilan edilmesi olmuştur. 19.yüzyılın ortalarından başlayan bu süreç muhafazakâr grupların mağlubiyeti ve kamusal alandan tasfiye edilmeleriyle sonuçlanmıştır…

 —

[1]Bu makaledeki İslam ve İslamcılık kavramıyla bir din olarak İslamiyet mevzu bahsedilememektedir. Bir din olarak İslamiyet ve onun içerdikleri bu tartışmanın dışındadır. İslam ve İslamcılarla kastedilen modernleşme bağlamında Batı’daki değişimlerin İslam dünyasındaki etkilerine bir reaksiyon olarak ortaya çıkan, başlangıçta İmparatorluğu ve halifeliği kurtarmaya çalışan ve bunu başarmanın yolunun klasik İslami dönemdeki ilke ve uygulamalara dönmekten geçtiğini savunan bir siyasal akım ve temsilcileri kastedilmektedir

[2]Bu dönemde Osmanlı’nın gerilemesi bağlamında oluşan siyasal reaksiyonlar içinde muhafazakâr ve İslamcı tutumları birbirinden ayırt etmek kolay görünmemektedir. Her ne kadar birbirlerinden ayırt edilebilecek birtakım vasıflara sahip olsalar da bu iki akımı bu dönmede, Tanıl Bora’nın belirttiği üzere belki sonraki dönemlerde de iç içe görmek ve bunlar arasındaki sınırların belirsizliğinden hareket etmek daha açıklayıcı olacaktır. İdeolojik düzeyde tespit edilebilecek birtakım önemli ayırt edicilikler olmasına karşın, tarihsel olarak taşrada yaşayan Türk Sünni muhafazakâr kiteler indinde bu ayrımların belirsizleştiğini ve bu belirsizlikten dolayı bu akımlar arasında sosyolojik geçişlerin kolay olduğunu seçim dönemlerinde siyasal tercihlerden anlamak mümkündür. Bu da göstermektedir ki bu kitlenin içerdiği siyasal ton farklılıklarına karşın, tarihsel olarak beslendikleri ortak bir hafıza (kültürel hafıza) bulunmaktadır.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI