Milliyetçilik ve Vatanseverlik ayrışırken: Atatürk önce vatansever miydi?
Politikyol
Komşusunu, mahallesini, kentini, ülkesini sevmek, ben-öteki ve dost-düşman ayrımı yapmanın aksine, doğayla ve tüm canlılarla “vicdan-haklar/özgürlükler-eşitlik-kapsayıcılık-demokratik/adil olma ilkeleri” üzerinden ilişkiye girmeyi benimser. Buna “Yeni Vatanseverlik” diyebiliriz.
Atatürk Türkiye’yi bir bütün olarak, farklılıklarıyla seven bir liderdi. Savaş sonrası koşullarda bile eşit vatandaşlık ilkelerinden etkilenmişti. Kimlik ayrımı yapmadan farklı ülke uzmanlarından reformlar için katkı istedi. Türkiye’ye dış politika da itibar ve güven kazandırdı.
Son dönemde gerek küresel ölçekte gerekse de Türkiye’de milliyetçiliğin yükselişte olduğunu gözlemliyoruz.
AK Parti-MHP ortaklığında kurulan Cumhur İttifakı ve karşılaştırmalı olarak, farklı ülke (Trump Amerika’sı, Polonya, Macaristan, Rusya, Brezilya v.b) örneklerinde de “ben ve öteki” ve “dost-düşman” karşıtlığı temelinde hareket eden milliyetçilik ideolojisinin ve yönetim stratejisinin tercih edildiğini görüyoruz.
Bu anlayış içinde, siyasi, ekonomik ve kültürel milliyetçi olma, ülke ve vatan sevgisinin ön koşulu olarak ortaya koyuluyor ve milliyetçilik=ülke ve vatan sevgisi özdeşleştirilmesi yapılıyor.
Ama aynı zamanda, iç ve dış politikada, yıkıcı ve duygusal kutuplaşmanın körüklendiğini, çevreye, doğaya, canlılara ciddi zarar veren uygulamaların yaygınlaştığını ve güvenlik-devlet bekası adına demokrasinin ve yönetim kurumlarının zayıflatıldığını görüyoruz.
Türkiye ve benzer örneklerde, hükümetler ve liderler: güvenlik risklerini, devlet bekası sorununu ve küreselleşmeye-bölgeselleşmeye karşı “yerli-milli olma”yı temel amaç olarak gören; demokrasi, sürdürebilir kalkınma ve iklim sorunlarını güvenlik sorunundan sonra ve ikincil derecede önemli konuma yerleştiren söylem ve eylemleriyle, ülke ve vatan sevgisini kendi tekellerine alma çabası içine giriyorlar. Bunu yaparken de, muhalefet partilerini, farklı düşünenleri, farklı kimliklere sahip olanları “düşman” ve “gayri-milli” konumuna sokup ötekileştiriliyorlar.
Peki, bu yaklaşıma karşı nasıl konumlanmalıyız ve hareket etmeliyiz? İnandırıcı ve alternatif yaklaşım hangi ilkeler ve statrejiler üzerinden hareket etmeli?
Bu soruya verebileceğimiz yanıtın önemli bir boyutunu, “milliyetçilik-vatanseverlik ilişkisi”, daha somutta “milliyetçi olmadan vatansever olmak” tartışması oluşturuyor (Bu konuda katıldığım toplantıların ve yaptığım çalışmanın özetini iki uzun yazıyla Karar gazetesi, Görüş kısmında, 2020 yılında yayımlamıştım)
Ailesini, komşusunu, mahallesini, kentini, ülkesini sevmek, ben-öteki ve dost-düşman ayrımı yapmanın tam tersine bir hareket tarzını gerekli kılar. Bu anlayış, farklı olanla, doğayla ve tüm canlılarla “vicdan-haklar/özgürlükler-eşitlik-kapsayıcılık-demokratik/adil olma ilkeleri” üzerinden ilişkiye girmeyi ve yönetim anlayışını benimser.
Bu anlayışı, “Yeni Vatanseverlik” olarak tanımlayabiliriz.
Yeni vatanseverlik anlayışıyla, ülke ve vatan sevgisini milliyetçiliğin dar alanından ve tekelciliğinden çıkartabiliriz ve sahiplenebiliriz. Hem de inandırıcı olarak.
Güvenlik risklerini ciddiye alırken, güçlü olma ve ben adına yapılan doğaya ve farklı olana karşı şiddete ve yok edici uygulamalara karşı çıkar ve net tavır alır.
Milliyetçilik ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı, yeni vatanseverlik kapsayıcılık ve eşitlik yanındadır.
İlginç olarak, son dönemde yapılan toplumsal eğilim ve gençlik araştırmalarının gösterdiği gibi, siyasi partiler ve liderler düzeyinde milliyetçilik benimsenirken, özellikle gençlik ve toplumun farklı kesimleri içinde yeni vatanseverlik diyebileceğimiz ülke ve vatan sevgisi güçlenmektedir.
Başta muhalefet partileri olmak üzere, yeni vatanseverlik anlayışının benimsenmesinin ve tartışılmasının ve böylece, milliyetçi olmadan vatansever olma tercihini yapılmasının önemini vurgulamak istiyorum.
Seçim sürecine girmiş Türkiye’de, ülke ve vatan sevgisi Cumhur İttifakı’na ve onu destekleyen partilere bırakılmamalı, yeni vatanseverlik içinde güçlü olarak seslendirilmelidir.
Dahası, dikkatinizi çekmek isterim, yeni vatanseverliğin izleri tarihimizde de bulunabilir.
Ülke tarihimizde de, yüzyıl önce, Atatürk’ün vizyoner liderliği içinde de, yeni vatanseverlik anlayışının ilk uygulamalarını görüyoruz.
Kısaca, ne demek istediğimi aşağıda açımlayım.
ATATÜRK VE VATANSEVERLİK
Erken Cumhuriyet (1919-1929) dönemi olarak adlandıracağımız Ulusal Kurtuluş Savaşı ve sonrası on yıllık dönem içinde ya da Feroz Ahmad ve Zafer Toprak’ın çalışmalarındaki kullanılışı içinde “Yeni Türkiye” inşa döneminde, Atatürk, söylem ve uygulamalarıyla aslında bugün kullandığımız biçimde yeni “vatanseverlik” anlayışını sergileyen bir lider oldu.
Zaten Atatürk’ün bugün dünya ölçeğinde geçerliliğini kaybetmemiş olan “vizyoner-küresel lider” konumu ve algısı temel nedenlerinden biri de yüz yıl önce, eğitimden çevreye, ekonomiden-insani kalkınmaya ve haysiyetten-itibara kadar uzanan alanda bugünün vatanseverlik tartışmasının farklı boyutları içeren uygulamalara imza atması oldu.
Evet, doğru: Atatürk söylem ve eyleminde milliyetçilik önemli bir kurucu özellikti. Ama vurgulayalım, Atatürk’ün milliyetçiliği içinde vatanseverlik tonu çok yüksekti.
Atatürk, Türkiye’yi bir bütün olarak, farklılıkları içinde seven bir liderdi. Türkiye’nin, farklılıklar içinde birlik olarak ve insani ve sürdürülebilir kalkınma temelinde yönetilmesi ve dönüştürülmesi için için çaba gösterdi. Ülke ve vatan sevgisi, o günün savaş ve sonrası koşulları içinde bile, kapsayıcı ve eşit vatandaşlık ilkelerinden etkilenmişti.
Ve bunu yaparken, hem dünya pratiklerini çok iyi inceledi, hem ülke ve kimlik ayrımı yapmadan farklı ülke uzmanlarından reformlar için katkı istedi (örneğin, 1923’de, Amerikalı ünlü felsefeci John Dewey’e eğitim reformu için çalışma davetinde bulunması) ve en önemlisi savaş sonrası dönemde “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” dış politika anlayışı ile bölgesel ve küresel barış temelinde çalışarak Türkiye’ye dış politika da itibar ve güven kazandırdı.
İzmir İktisat Kongresi’nden Eğitim Reformu Girişimine, sağlıktan kültüre, dış politikadan güvenliğe bugünün dünyasına uygun bir vizyonla kendi döneminde ülkesini yönetti.
Örneğin Covid 19 ve Korona pandemisi bizlere o gün eğitim ve sağlık alanında yapılan reformaların ne kadar önemli olduğunu bugün yaşattı.
Atatürk, milliyetçi ve vatanseverdi.
Hatta, bir adım daha giderek, bugünkü milliyetçilik-vatanseverlik tartışması içinde, Atatürk’ün “milliyetçi olmadan ilk önce vatansever” olduğunu önerebilirim.
Atatürk örneğinden gerekli dersleri alarak, bugünün ve yarının Türkiye’sinde ve küreselleşen dünyasında, milliyetçi olmadan vatansever olmanın ne anlama geldiğini ve vatansever liderliğin ve yaklaşımın mümkünlüğünü görebiliriz.
Ben-Öteki ayrımı içinde hareket eden, kutuplaşmayı körüklüyen, ve siyaseti dost-düşman ayrımı temelinde anlayan ve uygulamaya sokan milliyetçiliğe karşı vatanseverliğin önemini vurgulayabilir ve bir tercih olarak önerebiliriz.
Ülke ve vatan sevgisini, Yerel-Ulusal-Bölgesel-Küresel bağlantılar ve işbirliği içinde konumlayabiliriz.
Sadece yerli ve milli değil, bölgesel ve küresel olarak hareket etmenin bir gereklilik olduğunu söyleyebiliriz.
Milli olmayı, yerel-bölgesel-küresel içinde düşünebilir ve kurgulayabiliriz.
Ülkemizi sevmenin: farklılıkları da, doğayı da canlıları da sevmek olduğunu; güçlü olmak için itibarlı olmanın; güvenli olmak için kapsayıcı olmanın ve güvenli olmanın ön koşulunun demokratik, adil, kapsayıcı, ve vicdanlı olmak olduğunu görebiliriz.
2023’te Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılını kutlayacağız ve yeni bir yüzyıla gireceğiz.
Yeni yüzyılın yönetimini ve modernleşmesini tartışırken ve kurgularken, vatanseverlik tartışmasına önem vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Milliyetçilik ile Vatanseverlik arasındaki makas giderek açılıyor.
Milliyetçi olmadan Vatansever olmanın gerekliliği ortaya çıkıyor.
Yeni Vatanseverlik olarak adlandırabileceğimiz söylem ve eylemi benimsenmeliyiz.
Milliyetçilik-Liberallik ya da Milliyetçilik-Kozmopolitlik karşıtlığı içinde sıkışmak yerine; aksine, Vatanseverlik-Demokratlık ekseni üzerinde kamusal ve akademik tartışmalarımızı yapmalıyız.
Vatanseverlik-Demokratlık ekseninin Yeni Türkiye hikayesinin de önemli bir boyutunu oluşturacağını düşünüyorum.
Yorumlar