Çarşamba, Nisan 24, 2024

Milliyetçiliğin yumuşak yüzü: Özdağ’ı çekiştirmeyen polis

Bir tarafın perverliği ile gerçekten bir ülkeyi sevmek ve onun uğruna mücadele etmek birbirine karıştırılmazsa isabet olur. Millet çok soyut bir kavramdır nitekim. Ya da yaratılmıştır diyelim. Kendiliğinden olan bir şey değildir.

İnsanın ait olduğu toprakları sevmesi, onu benimsemesi bir ideolojinin sınırlarına hapsedilemez. Bu ideolojinin sınırı, sadece bir tarafın çizdiği hattan müteşekkil ise hele, en basitinden memleketini sevmek, milliyetçilik denince akla gelen şeyin uzağından bile geçmez. Aslına bakacak olunursa, geçmemesi de icap eder. Çünkü, bize ait olan bir şeyin ardına düşmek, kendi coğrafyamızdan söyleyecek olursak eğer, neredeyse bir asırdır hâkim olan siyasal görüşün atıfta bulunduğu ve kendisini bir şekilde payidar kıldığı soyut kavramların ötesinde son derece somut ve yaşamsal bir şeydir. Tüm bu soyutluğa rağmen nasıl egemen görüş olabiliyor sorusunu elbette çok haklı bularak ancak bu yazının kapsamında olmadığından başka bahse bırakalım.

Bir tarafın perverliği ile gerçekten bir ülkeyi sevmek ve onun uğruna mücadele etmek birbirine karıştırılmazsa isabet olur. Millet çok soyut bir kavramdır nitekim. Ya da yaratılmıştır diyelim. Kendiliğinden olan bir şey değildir. Oysa aynı dili konuşan bir halk dünyanın en gerçek şeyine tekabül eder. İnsanlık tarihinden bu yana, birileri, eline kalemi kâğıdı alıp bu bizimki olsun diye sıfırdan bir dil yaratmamıştır örneğin. Üzerinde oynansa ya da bir biçime sokulmaya çalışıldıysa da o dilin kesinlikle bir yerlerde orijini mevcuttur. Ya da iki kişi bir araya gelip haydi kendimize halk diyelim de dememiştir. Kendilerini, zaten devam eden ve yaratıyla değil de birikimsel olarak kendini var eden bir ortaklığın içinde bulmuşlardır çünkü.

Ana dilinin yok olmasına başkaldırmak veya halkının yaşadığı toprakları kıskaca alan emperyalist bir saldırıya kafa tutmak, bir toplumun dişine etine değercesine gerçeklikteki ve başka bir şeyle karıştırılmaması gereken yaşamsallıktaki bir perverlikten ileri gelmektedir. Tam da bu sebeple içine doğulan dile sahip çıkmak ya da memleketinin tam bağımsızlığının peşine düşmek, bir kalıba sığdırılmaya çalışılandan, örneğin bizim ülkemizden dem vuracak olursak sağcılığa hasredilenden hem daha evrensel hem daha gerçek bir şeydir. Bu uğurda gencecik yaşlarında üstelik de vatanperverlikte kendilerine toz kondurmayan ellerce katledilenlerin, hakları, gerçek bir ülke sevdalıları oldukları hiç unutulmadan, teslim edilmelidir.

Millet kavramı, 18. yüzyılın sonlarında, her ne kadar siyasal aidiyeti toplumun ortak iradesine atfederek anti-monarşistliğiyle devrimci bir kazanım gibi dursa da kapitalist ekonomik düzenin ihtiyaç duyduğu bir harç olarak zuhur etmiştir. Ancak bu mefhum, merkezinde olduğu ve iki asrı aşkındır dünyanın siyasal olarak haritalandırmasını yapan ve hâkim ekonomi-politiğin ihtiyaç duyduğu kalelerin ona bir bir kapısını açan milliyetçilik ideolojisinin bir tutamağı olarak son derece soyuttur. Elbette ki bir kavramın soyutluğu onu değersiz kılmaz. Ancak onun uğruna verildiği iddia edilen mücadeleleri ve ondan feyzle atılan cakaları, kıyımları, sürekli bir yenisine şahit olduğumuz kabalıkları ve hatta ahlaksızlıkları tartışmaya açmak için bir kapı aralayabilir bizlere.

İşte, insan, kendisini sevmeye meyyal bir türdür, nerede doğduğundan ve kim olduğundan bağımsız olarak. Bu yüzden de memleketini, sadece bir grup insan sevmiyordur, bahsi geçen kesime ait olan insanların düşündüğünün aksine.

Acaba, tüm bunlar, toplumların yaşamsal gerçeklikleriyle hiçbir şekilde uyuşmayan kimi değerler ve o değerlerin kendilerini muktedir yaptığı kimseler etrafında dönüyor olabilir mi? Bir muhalefet parti liderinin, İçişleri Bakanlığı gibi, Cumhuriyet tarihinin en “milli” bürokratlarına ev sahipliği yapmış ve yönetimsel olarak en mühim konumda olan bir kurumunun başındaki isme oldukça ağır ithamlarda bulunmasına rağmen, ona kapıda sadece durarak karşı koyan polislerin nezaketini hak etmesi, demokrasi kültürümüzle mi alakalı?

Yoksa milliyetçiliğin, kesişimsel bir hat olarak, inananları arasında yumuşak bir yüzü mü var? Eğer öyle değilse, kitlesi, İçişleri Bakanına hakaret eden liderin partisinden çok daha kalabalık olan ve ülkemizde nicel temsili oldukça fazla olan başka bir muhalefet partisinin temsilcileri üstelik de kendi binalarının önünde neden aynı nezaketi görmediler polislerce? Milliyetçiler, bir noktada hep birleşiyor olabilir mi?

Milliyetçilik, en azından bizim ülkemizde, daha önce bahsi geçen malum kesim arasında, ilkesizlik, sınırsız bir tahammül, hatta yeri gelince görmezden gelme ve günün sonunda büyük bir dayanışmanın bir diğer adı olarak ortaya çıkarken, kendi hattı dışındaki her şeye karşı aşağılayıcı ve yok edici bir ikirciklik içinde süreklileşmektedir. Görüldüğü üzere ve buraya sığmayacak kadar geçmişte yaşanan bilumum örnekte olduğu gibi, milliyetçilik, bir ülkeyi sevmekten epey başka bir şey. Ya da ne zaman iktidara yürünen merdivenlerde bir aksama olunsa, o zaman kıymetinden maada her şeyin ağza kolaylıkla alınabilmesi için bir kalkan. İktidarın Soros’la, muhalefetin Arap seviciliğiyle mıhına vurduğu, kara bir duvar.

Fakat işte, insan, kendisini sevmeye meyyal bir türdür, nerede doğduğundan ve kim olduğundan bağımsız olarak. Bu yüzden de memleketini, sadece bir grup insan sevmiyordur, bahsi geçen kesime ait olan insanların düşündüğünün aksine. Yine kendilerinin aksine onu siyasal bir angajman konusu yapmayanlar için ülke sevgisi, iki dudak arasında harcanacak bir şey hiç değildir. Sevgi belirlenemeyebilir, ancak bir şeyi sevmek pahasına ne yaptığımız bir ölçü oluşturabilir.

Bektaşi’ye selam çakarak kapatalım o zaman: Güllerden koku almıştır, toprağımız taşımız.  

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI